Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '13

 
Kategori
Kitap
 

Düğümlere Üfleyen Kadınlar

Düğümlere Üfleyen Kadınlar
 

Neffâsâti fil’u’gad. (Düğümlere üfleyen kadınlar)

Kur’an’ın mealinde geçen bir ifade. Ece Temelkuran’ın son kitabının ismi.

Felak suresinin 4. ayeti. Düğümlere üflemek büyü yapmak anlamında kullanılıyor. … ve min şerrin neffâsâti fil’u’gad  “Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sakının”. Böyle diyor Felak Suresinde.

Ece Temelkuran muhalif gazetecilerden, okuduğum ve saygı duyduğum bir gazeteci-yazar. Bir yol ve kadın hikâyesi yazmış bu ikinci romanında. Yolculuğun, kalmanın, gitmenin, kurgunun anlamanın birbirine geçtiği kadınca bir hikâye.

Arap Baharı’nın tam ortasında, kargaşanın ve devrimin, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşamın yeniden inşaasının içinde. Okuyanı, Tunus’tan Beyrut’a (aradaki Libya ve Mısır da dahil) 4 kadınla birlikte bir Ortadoğu yolculuğuna çıkarıyor ve oradaki siyasi ve kültürel durumdan da haberler veriyor. Biraz da okurken öğrenmiş oluyor okur.  

Ece Temelkuran'ın kendine has bir anlatım tarzı var. Eğer kitabı elinize alırsanız siz de fark edeceksiniz ki, her bölümde hikâyeyi ortadan alıyor, sonra başa dönüp kaldığı yere getiriyor ve o bölümü tamamlıyor. Kitap baştan sona bu teknikle yazılmış. Zaten kitabın son sayfalarında da anlatıcı olarak bu tekniği tarif ediyor.

Ortak hedef için yolculuğa çıkan 4 kadının da birbirinden bağımsız ayrı hikâyeleri var.

Kitaptaki 4 kadından biri sanıyorum kendisi. Anlatıcı olarak bulunuyor kahramanların arasında ve diğerlerine nazaran işsiz kalıp memleketten uzaklaşmasının dışında kayda değer bir hikâyesi yok. Ülkesinde muhalif gazeteciler sebepli sebepsiz içeri atılan, bu nedenle gazetesindeki işine son verilen, tutuklanmaktan çekinen Türk gazeteci olarak kendisi olduğunu sanıyoruz.

Diğer kadınlardan; Mısırlı Maryam. Tahrir meydanında sabahlamış, devrim için cansiperane çalışmış eylemcilerden biri. Akademisyen kimliği ile güçlü bir direnişçi. Arap Bahar’ını gerçekleştirdikten sonra devrimi şeriatçılara kaptırınca, gelinen son noktadan memnun kalmayıp kendini yollara vuran bir kadın.

Tunus’lu Amira. Tunus’taki devrimi yaşayan ve destekleyen, özgürlükçü, eski dansöz kadın mı kadın bir kişilik. Tunus’taki yumuşak geçirilen devrime Yasemin devrimi denmesinden de hoşlanmıyor.

Ve, Libya’da Kaddafiyi devirenlerin içindeki Bedevi kültüründen gelen, onlara destek olan, önderlik yapan, güçlü kadın, eskiden çok canlar yakmış, eski artist Madam Lilla.

Ayrı yaşamlardan gelen bu 4 kadının buluştukları ortak nokta ise kaderlerini çizerken yaşadıkları zorluklar.

Kitapta betimlemeler, tasvirler alıştığımız klasik roman tanımlamasından uzak. Bir sözcük büyücüsü gibi sıralamış sözcükleri cümlelerinde yazar. Bazı alıntılar;

“Kadınlar tanrıçalarını asla terk etmezler. Sadece gizlenmeleri için onlara yeri kostümler dikerler”

“Biri bana sarılırsa ayakta duramam, çünkü kalbim ablukada kalır o vakit. Düşmana teslim olmak daha kolay, onurun kırılır en fazla, ama beni seven birine teslim olursam… esir düşerim”

“Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur.”

“Fatima, Dido, el Kahina, Sibel, Meryem… adına ne dersen. Kadın kılık değiştirir sadece. Tahmin edersin ki erkek dünyasında hayatta kalmak için kıvrak olmak gerekiyor”

“Çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadardır”

Kitaptaki kadınlar tam da o kıvraklıkları ile yaşama tutunuyorlar ve tam olarak bu kıvraklıkları sayesinde aslında düğümlere ve hayata nefes verenler onlar.

“Nasıl kırıyorlar sonra bu kız çocuklarını? Nasıl kendilerine benzetiyorlar? Cinayet gibi. Belki biz de böyleydik, sakatlanmadan büyüyebilseydik… keşke öyle bir bilgisayar programı olsa… Ruhumuz sakatlanmadan büyümüş olsak, nasıl insanlar olacağımızı gösterse. Ona bakıp nasıl olmamız gerektiğini görsek.”

“Ölümü böyle iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler, cenazeleri niye hep böyle hazırlıksız karşılar?"

Kırılan kız çocukları, habire durmadan ölen gençler, arkada kalan sevgililer, kız kardeşler, anneler… Çok bizden bir hikâye aslında.

Kitapta Mısır, Tunus, Libya devrimleri arasında gezinirken sanki arada Taksim’e uğrayıp geçmiş gibi de hissettim. Son derece benzerlikler içeren durumlar var. Yine kitaptan bir bölüm şöyle;

“ultra’lar alana girmişler işte. Sonra Tahrir ayağa kalktı zaten. Onlar olmasa ne yaparız bilmiyorum.” “Kim bu ultralar” diye sordum, “ dün geceden beri…” Amira, bilgisizliğimi giderdi hızla; “Bir futbol taraftar kulübü aslında, ama politik bir grup. Tahrir’i de, Tunus’ta El Kasba Meydanını’da onlar hareketlendirdi epey, çok manyak şeyler yaparlar, hem çok komik hem çok radikal.” “Beşiktaş çarşı gibi!” dedim”….

Nasıl…  Ne çok benziyor değil mi?

Yazar ekliyor sonra ve sorunun cevabını arıyor. Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden?

Özellikle Ortadoğu’yu merak edenler ve Arap baharıyla ilgilenenler için ve kadınları sevmeyi öğrenmek isteyen erkekler içn tavsiye edilir…

Şükran Okyay

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..