Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '12

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Dünya kanser başkenti olmanın ağırlığı

Dünya kanser başkenti olmanın ağırlığı
 

Bizler 'kültür' ile değil daha çok kanser ile anıldığımıza göre bu işin 'başkenti' olmayı hak ediyoruz...


Hep bir şeylerin başkenti olmayı istiyoruz. Alın işte en baba özelliğimiz: KANSER! Bunu Trakya olarak, Çorlu yada (Çerkezköy, Lüleburgaz gibi) birkaç ilçe birleşip büyük bir metropol olarak, “kent birliği” olarak alalım. Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz üçgeni kanserleşmenin odağı olarak bu isme hakkını verecektir. Nasıl ki; Fransa’nın yasa dışı göçmenleri, Amerika’nın obezleri, Yunanistan’ın anarşistleri, İtalya’nın mafyası, ülkemizin korsan ürünleri dünya çapında biliniyor; kanser konusunda da dünyada önemli bir yer edinmeye başladığımız şu günlerde bu yerin hakkını verilmesi için bir şeyler yapmaya başlama zamanı geldi. Başkentlik iddiasında bulunacak bir ‘kültümüz’ olmadığına göre bize de kanseri avuçlamak kalıyor!

BEYİNDEKİ MANYETİK FIRTINA:

Her fırsatta, “çevremizdeki kanser yapıcı etkilerden kurtulamıyoruz” diye yakınırız. Ya kendi irademizle tercih ettiklerimize ne demeli!

Sağlımız üzerinde etkisi olan birçok uygulamayı günlük hayatımızda, farkında olmadan yada umursamadan yaparız. Yediklerimizden tutun da cebimizdeki telefona kadar bin türlü olay, bin türlü sakıncayı da içerisinde barındırıyor. Bu seferki konumuz ise doğrudan doğruya sağlık için yaptığımız bazı eylemlerin sağlıkla bağdaşmayan tarafları üzerine.

Daha önceki yazılarımda simitten dönere, mutfak eşyaları ve diğer ev eşyaları ile ilgili, normalde hiç de aklımıza gelmeyecek konulara odaklanıp büyüteç tutmuştum ama sağlık için yaptıklarımızın sağlımızı ne derece tehlikeye soktuğunu hiç düşündünüz mü? Yok, yok! İlaçları, yan etkilerinin ve fayda-zarar analizlerinin ne derece vahşi bir mantıkla yürütüldüğü konusunu ele almayacağım. Bu artık klasik ve kronik bir tartışma haline geldi.

Teknolojinin hastalıkları tespit etme konusunda doktorlara sağladığı imkânlar günümüzde müdahale zamanı ve teşhis için kaybedilen zamandan kaynaklanan sağlık kayıplarını önemli ölçüde azalttı. Özellikle, donanımları yeterli olan bir hastaneye gittiğinizde şikâyetiniz ile ilgili en doğru teşhisin konulabilmesi için kendinizi teknolojinin kucağında buluyorsunuz. Türkiye bu konuda bir ileri, bir ileri ki sorma gitsin! Teknolojinin ‘T’ sini üretemeyen ülkemiz tam anlamı ile bir ‘Tüketim Toplumu’ olmanın en üst seviyedeki başarısına imza, hatta parmak basmış! (Teknoloji cahili olduğu için hâlâ teknolojiye imza atamaması doğal bir durum.)

2000 yılında, İstanbul’da yapılan bir tıp kongresinde konuşmasının içeriği beğenilmediği için kürsüden indirilen, konuşturulmayan radyoloji doktoru bir arkadaşım; “İstanbul’da bütün Avrupa’da bulunan MR (Manyetik Rezonans) cihazlarından fazlası var.” Demişti. O tarihte bu demeç, tüm gazetelere haber olmuş ve kongrede müdahale ederek onu kürsüden indiren -pazarlamacı kafalı- organizatörlerin bile tahmin edemediği seviyede bir kamuoyu algısı oluşturmayı başarmıştı. Aradan geçen sürede dünya birincisi olduğumuzu tahmin etmek hiç de zor değil. Sadece bizim mahallede iki tane var. Ben, bu cihazların şehir içlerinde ev ve işyerleri ile dolu binalarda ya da hastanelerde dahi gecekondu gibi yapılmış korumasız mekânlarda kurulmasına değinmeyeceğim...

Her şey hakkıyla ve kuralı ile yapılıyor olsa bile; sağlık sorunları sebebi ile hastanelere giden vatandaşlara uygulanan MR (Manyetik rezonans) -ve benzeri- görüntüleme işlemlerinin sayısındaki çılgınca artışa (ve böylece SGK’nın dolandırılmasına) da değinmeyeceğim...

Hastalığı sebebi ile MR ve benzeri nükleer tıp teknikleri tatbik edilen bir hasta (Buna; hastaya işlem sırasında refakat eden: Operatör, hemşire ve hastabakıcıları da dâhil edebilirsiniz) maruz kaldığı yüksek güçteki manyetik alanlar ve ışıma sonucunda uzun vadede bir zarar görüp görmeyeceğine de değinmeyeceğim...

BEBEKLER, ÇOCUKLAR, HAMİLELER:

Bırakın nükleer ya da manyetik tetkiklerin uygulanmasını -tartışmasız bir şekilde- “cihazlara yaklaşmaları dahi sakıncalı” demek aslında tam bir akıl sızıntısıydı! Kıt zekâların, arka planında neleri ağızlarından kaçırdığını bilmeyen, anlamayan beyinleri sayesinde içinde olduğumuz dehşet verici güvenlik sorununu fark edebiliyoruz. Burada söz konusu ‘sakınca’ nasıl bir sakıncadır ki hâlâ tartışılan esas ‘sakıncanın’ tarafları anlaşamazlar?

Madem, tartışma konusudur, yani zararları yoktur ya da çok azdır diyen birileri de var! Öyleyse bu tetkiklerin kullanılmasından kaçınılan bebekler, çocuklar ve hamileler nasıl açıklanabilir?

Madem zararsız, öyleyse bebeklere, çocuklara ve hamilelere niye engel oluyoruz? Cevap olarak: “Tedbir amacı ile engelliyoruz. Kesin bir bilgi yok!” demek; “o zararlının yapacağı tahribat ‘uzmanlaşmış beynimi’ çürüttü, artık düşünemiyorum” demektir!

O zaman sormazlar mı?

Kesin bir bilgi olmayan bu makinelere ve uygulamalara izin verirken nasıl kesin hüküm verebiliyorsun? Aslında senin bilimden anladığın bu! Para için her şeyi satarsın! Bir tek şerefini satamazsın, çünkü o senin sebep olduğun ilk kanser hücresini gördüğü anda otomatikman uçtu gitti!

CEP TELEFONU İLE TELEF OLANLAR:

Radyasyon; ısı, ışık, uzun yada kısa dalgalar gibi -her türlü- yolla enerji iletimi demektir. Fizik bilimine göre iki tür radyasyon mevcut. Bunlardan biri: İzotoplar (yani; ışıma yapan maddeler) marifeti ile olanı; ikincisi ise: Bobinler ve elektrik kullanılarak elde edileni. (Yani; elektromanyetik.) Cep telefonlarının radyoaktif etkisi ikinci türden. Yani kablosuz haberleşme için kullanılan radyo dalgaları ile oluşan enerji yayılımından söz ediyoruz.

Bu enerji, açık bir telefondan, belirli aralıklarla; konuşma halindeki bir telefondan ise iletişim süresince kesintisiz yayılıyor. Yanına getirilen çiğ bir yumurtanın akında 5 dakika geçtikten sonra pişme işaretleri oluştuğu deneysel olarak ispatlanmış. Aynı yumurtanın yerine kulağınızı koyduğunuzda 5 dakika görüşmek için aynı etkilere maruz kalıyorsunuz. Cep telefonlarının 5-6 santim uzağını kapsayan süper etki bölgesi mevcut. İşte kulağınızı dayadığınızda bu 5-6 santimlik alana beyniniz de giriyor. Özellikle gençlik çağlarında 30-40 dakikalık görüşmeleri sıkça yapan birisi: Eğer yaşar da 40’lı-50’li gibi yaşlarını da görebilirse, çok yüksek oranda kanser riski taşıyor olacak!

HAYATA 3G İLE BAĞLANIN!

Reklamlara kanmamayı öğrenmek için geç kaldıysanız şimdi sıkı durun. Size “hayata 3G ile bağlanın” diyen reklamları artık yeni model telefon satmak için bile kullanmıyorlar. Nedenine gelince kedimize, köpeğimize bile telefon aldığımız şu günlerde artık “3G”si olmayanın toplumdaki yeri bile tartışılıyor.

Tartışılan sadece 3G’siz, sosyalleşememiş, ‘kahve oturanı’ ve ‘sokak dolaşanı’ diye tanımladığım insanlar değil. Büyük şehirlerde parasız pulsuz, aylak yaylak, kahveye çay ocağına 50 kuruş vermeyi bile bütçesi için zarar gören (ki zaten böyledir) on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insan var. Bu insanların ücretsiz oturabileceği banklar yapmak gerçekten büyük bir hizmettir.

Kanser riskini de aslında geçim derdi yüzünden tutumluluk yapan bu insanlar azaltır. Ne sosis yer, ne Çin malı sahte susamla yapılmış iki ekmek parasına satılan simit yer, ne kıyma diye içine havuç rendesi doldurulmuş lahmacunu yer (“ooo, havuç ise iyiymiş. En azından sağlıklı” demeyin! O havucu lahmacun harcına çevirene kadar öyle dümenler dönüyor ki! Anlatsam kusarsınız!), ne 3G’sinde MMS gönderir, ne de komşusu ile bluetoot üzerinden çetleşir… Vatandaşı hayata bağlayan şeylerin başında PARASIZLIK geliyor.

Onlar da olmasa başta Çorlu, Lüleburgaz ve Çerkezköy çevresinde kanser başkenti durumundaki kasabalarda kanserleşme oranı; HER ON İKİ KİŞİDE BİR seviyelerinin çok üzerinde olurdu.

TOPLUMDA BAZ İSTASYONLAR İLE İLGİLİ DUYARLILIK OLUŞTU:

Baz istasyonlar için; “bizim mahallede olmasın” diyenleri görmek sevindirici ama bu insanların kendi çocuklarının ceplerine telefon vermesi de yaşanan ironinin bir göstergesi. Başka bir yoruma göre de: “Aslında ortada bir ironi yok! Bu baz istasyon kavgasına tutuşanlar; sadece kendilerine sosyal çevre arıyor. Yoksa bir sağlıklı yaşam savaşçısının çevresindeki pislikleri temizlemek için zamanını ve parasını harcarken kendi çocuğunu aynı pisliğe maruz bırakması ne şekilde açıklanabilir ki?” Ben bu yoruma katılmak istemiyorum. Ama ortalarda dolaşıp BAZ İSTASYONLARINA ÖLÜM diyenlerin; biraz daha bilinçli bir hareketin içinde olmasında ve teknik danışmanlık almalarında fayda var!

Bu arada sevgili BAZ İSTASYON DÜŞMANLARINA bir şeyi hatırlatayım: Ev ve iş yerlerinizde bulunan laptop ve ADSL modemlerinin wireless (kablosuz iletişim) özellikleri de -cep telefonlarınız gibi- birer BAZ İSTASYONDUR!

Laptopunuzun (ya da cep telefonunuzun) kablosuz ağlar mönüsüne girin. Maruz kaldığınız baz istasyonların listesini göreceksiniz. Eee, o listeyi sıfırlamak da en az karşı apartmanın çatısındaki baz istasyonu kaldırtmak kadar -hatta zarları bakımından ele alırsak çok daha- önemli!

Yazdıklarıma katılmak zor geldiyse, daha kolay kabul edeceğiniz tavsiyelerde bulunayım:

“Bize bir şey olmaz. Hepsi paranoyak beynimin ürettiği saçmalıklar. Boş verin bunları…”

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..