Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Dünya küçük, iç dünyası büyüktü (1)

Hızla çarpan kapı mıydı yoksa kalbinin sesi miydi? Bunu ayırt edemeyecek kadar çaresizdi. Bir süre öylece kaldı. Sonra tırabzanlardan destek alarak merdivenleri usul usul inmeye başladı. Bıraksa elini, merdivenlerden boşluğa düşüp aşağıya yuvarlanacak gibiydi. Binanın giriş kapısından yüzüne vuran aydınlık, içindeki karanlığa mum ışığı etkisi bile yaratmıyordu. Bir anda dış kapıda beliren biri sarışın diğer kumral iki bayanla karşı karşıya gelmemek için adımlarını zemin kata doğru yöneltti. Gözlerindeki kırmızılıkla kimseye görünmek istemiyordu. Kanayan bir yerine kuvvetlice bastırınca duran kan, neden gözyaşında aynı sonucu vermiyordu ki. Göz pınarlarına bastırmasına rağmen parmaklarının arasından süzülen yaşlara bir türlü mani olamıyordu.


Açılıp kapanan burun deliklerini baş parmağı ve işaret parmağının arasında iyice sıkıştırdıktan sonra elini serbest bıraktı. Derin bir nefes alıp yavaşça bıraktı. “Yakışmıyor sana Kenan! Kendine gel” diyordu içinden.

Kadınların sesi gittikçe uzaklaşıyordu. Belki de ikinci kata doğru çıkıyorlardı. Yeni birisi binaya girmeden terk etmeliydi bu diyarı. Koşar adımlarla dış kapının önüne geldi ve kapıyı açıp kalabalığa karıştı. Kah insanlara omuz atıyor kah insanlar ona omuz atıyordu. Yolun sonuna geldiğinde, gördüğü çöp kutusunun önünde öylece durdu. Koltuk altına sıkıştırdığı dosyayı avucunun arasına aldıktan sonra bir adım daha attı. İçi acıyordu. Omuzuna dokunan bir el, istemeden de olsa düşündüğü eylemi gerçekleştirmesine mani olmuştu.

-Kenan! Sensin değil mi? Kesinlikle yanılmıyorum. Nerede olsa yürüyüşünden tanırım seni!

Kenan da sesinden tanımıştı Murat’ı. Yüzünü döndü ve hasretle kucaklaştılar. Kenan, gülümseyerek “topallayarak yürümemden tanıdım demek istedin herhalde değil mi?” dedi buruk bir şekilde.

Murat, kırdığı potu düzeltmenin yolları arıyordu.

“Dostum nereden çıkarıyorsun bunu! İnsan yıllarca aynı sırayı paylaştığı mektep arkadaşını uzaktan da olsa tanımaz mı hiç. Böyle düşünürsen üzülürüm bak! Nasılsın?”

“Ne sen sor ne ben söyleyeyim. Düz hesap iyiyim diyeyim olsun bitsin”

Murat elini Kenan’ın omzuna attı yeniden.

“Karşılaşmamız büyük bir şans. İzini kaybetmiştim vallahi. Eskiden oturduğumuz bir çay ocağı vardı. Hani yanında sıcacık çıtır simit yediğimiz yer. Orası kapanmış mıdır acaba! Yine aynı yerde eskisi gibi dertleşmeye ne dersin”

“Orası çoktan kapandı dostum. Ama aynı havayı solutacak ve hatırlatacak bir mekan biliyorum. Seni oraya götüreyim.

“Tamam dostum”

Kenan ve Murat, üzerinde balıkçı, dönerci, ev yemekleri yapılan lokantalar bulunan trafiğe kapalı yolda on beş dakika kadar yürüdükten sonra durdular.

Kenan, sol elini dışarı doğru açarak Murat’a yol verdi. Murat’ın gözleri dolu dolu olmuştu.

“Evet Kenan! Haklıymışsın! Burası tıpkı teneffüslerde kaçtığımız yere benziyor. Yıllar nasıl da çabuk geçti. Yaş otuz üç oldu ama nasıl oldu anlamadık bile.”

Pencere kenarındaki boş masalardan birine sessizce oturdular. Havadan sudan konuşurken Murat’ın gözleri Kenan’ın parmaklarına ilişti.

Kenan gülümseyerek “Sanırım alyans arıyorsun ama maalesef gördüğün gibi çırılçıplak ellerim. Sadece parmaklarımın üzerinde siyah tüyler var. En azından birini kapatabilirdim ama kısmet değilmiş işte! Olmadı. Belki de aksayan ayağım hayatıma bir sürü engel koyduğu gibi evliliğime de engel koyuyordur. Kim bilir!”

Murat iri ve güçlü ellerini arkadaşının elinin üzerine koydu.

“Senin yüreğin sapasağlam arkadaşım. Bence senin o yüreğini göremeyen kızlar utansın”

Sessizliği, sipariş almak üzere gelen garson bozmasa, saatlerce öyle kalacak gibiydiler.

“Efendim ne arzu ederdiniz?”

“En çıtırından simit mümkünse bin dokuz seksen model, çay da Eylül ayından kalma olsun”

Garsonun dudakları yana doğru kayıyor, buzda kayan arabayı toparlamaya başlayan şoför gibi yine eski haline döndürmeye çalışıyordu.

“Pardon! Anlayamadım” dedi iyice eğilerek.

Murat, “Kafanı karıştırdım değil mi? Kusura bakma! Sen bize iki çay iki de simit getir bakalım. Ama çabuk olsun emi” dedi gülümseyerek.

Kenan, Murat’ın parmağındaki alyansı işaret etti.

“Evlenmişsin ne güzel! Çoluk çocuk var mı Murat?”

“Allah bağışlarsa on bir yaşında bir oğlum var. Benim ikizim gibi!”

“Allah uzun ömürler versin yavruna. Eşin yoksa şu uzunca yıllar çıktığın Fen Bölümünün gözdesi Berna mı?”

“ Yok be oğlum. Sayısalcı bir oğlana kaptırdım kızı. Edebiyatı sonradan sonraya sevmez oldu. Tabi senin haberin yok bundan. Son sene okuldan ayrıldın”.

“Ne yaparsın! Malum babam tayinciydi. Gitmek zorunda kaldık”

Murat, el kol hareketleriyle hararetli bir şekilde konuşurken elinde tepsiyle gelen garsonu fark etmedi. Çaylar, masanın üzerindeki dosyanın üzerine olduğu gibi boşalıverdi. Kenan’ın bir anda gözleri yuvasından çıkmış gibi oldu. Hemen ayağa kalktı. Dosyanın üzerindeki çayı peçete ile sildikten sonra yere doğru tuttu. Çay yere süzülüyordu. Kenan da şaşkındı.

“Dostum önemli bir dosyaydı galiba! İnşallah içine bir şey olmamıştır. Çok özür dilerim”

Bunları söylerken Murat’ın yanakları kıpkırmızı olmuştu. Mahçup olmuştu.

Kenan, geri yerine oturdu ve “Seninle karşılaşmasam zaten çöpe atacaktım. İçinde, üstüne soğuk su içtiğim bir şey vardı. Şimdi de sıcak çay döküldü. Tam oldu!” dedi dudaklarını dişlerinin arasına alarak.

DEVAM EDECEK

Aysel AKSÜMER
 

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..