Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '17

 
Kategori
Öykü
 

Dünya Taşınıyor 3

Dünya Taşınıyor 3
 

Selami keyif içinde odasına girdi. On senedir elma yiyememişti. Şimdi onu afiyetle midesine indirecekti. Masa üzerinde ki gazeteyi eline aldı. Koltuğuna oturdu. Bir taraftan elmasını yedi diğer taraftan gazetesini okudu. İlginç bir haber gözüne ilişti. Haber “Ülkemiz taşınıyor. Yeni bir gezegen bulundu. Uzay gemileri bu iş için hazırlanıyor. Yolcular için çağrılar yapılıyor.” Diyordu.

Selami karşısında oturan gönül’e “Gönül al gazetede ki haberi oku. Yeni bir gezegen bulmuşlar. Yolculara çağrı yapıyorlar. Nasıl olsa bir gün bütün insanlar bu gezegeni terk edecek. Karar verdim birlikte oraya gideceğiz.” dedi.

Gönül o an “Yaşasın” diye sevincini dile getirdi.

Herkes odasında mutlu idi. Selami ve Gönül odalarında gidecekleri gezegeni monitörden izliyordu. Öyle harika yerler vardı ki ağaçların çokluğu onları coşturmuştu. Gezegen yırtıcı hayvanlardan bilim adamlarınca temizlenmiş, yaşanılır hale getirilmişti

Selami önündeki cihazdan uzay gemisinin bilgi merkezine girdi. Oradan gemide altı milyar insanın olduğunu öğrendi. Bu dünyanın dörtte bir sayısı idi.

Selami Gönül’e yöneldi. “Gönül bak dünyayı artık tamamen terk ediyoruz.” Dedi.

Selami bilgi merkezinden uzay gemisinin hızını da öğrendi. İnsanlar gezegene ancak on yılda ulaşabileceklerdi. Bu Selami için gemiyi gezmek ve yeni şeyler öğrenmek demekti. Önce makineden çıkan, kremsi, beyaz biyolojik yiyeceğini tadacaktı. Çünkü mutluluk karın tokluğunda yatıyordu.

Selami için her şey yeni başlamıştı. Gönül’ün kaldığı odanın koordinatlarını cihazına kayıt etti. Sonra oradan ayrıldı. Açık alan denilen yere doğru hareket etti.Orası gezmek ve eğlenmek için tasarlanmıştı. O yer öyle büyüktü ki tepede asılı duran yapay güneş bu büyüklüğü ortaya çıkarıyordu. Selami yapay güneşin çapını biliyordu. Bu ayın onda biri büyüklüğüydü. Ve ondan defalarca büyük gezi ve eğlenme alanı sanki yapay güneşi yutmuştu.

Kendisi gibi gençleri toplandığı ve eğlendiği bir bar buldu. Yüksek seste müzik çalıyordu. Selami “Ne güzel bir ses.” Diye düşündü. Dinlediği şey şu an ona tarifi gizli duygular yaşatıyordu. Bir süre kendini melodinin sarhoşluğu içine bıraktı.

İradesini kullanmazsa kendini müzikten kurtaramayacağını gördü. Melodiden hipnoz olmak üzereydi. Müziğin durduğu bir anda hemen bardan dışarı çıktı. Kurtulmuştu. Ama yaşadığına değmişti. Refref parkına doğru yol aldı.Oraya varınca kendine bir refref seçti. Bindi. Uzay gemisinin sancak tarafına doğru havadan hızla yol adı. İnsanların boş uzaya baktığı yerde durdu. Oturabileceği bir yere geçti. Her kes gibi o da boş uzaya bakarak dünyanın taşındığına şahit olmaya başladı.Uzay gemisinin derinlere doğru ilerlediklerini gördükçe yeni gezegenin heyecanı içinde coştu durdu. Diğer taraftan milyonlarca yıl yaşanmış bir gezegeni terk etmek ve bunun acısını silmek zor olacaktı.

Selami uzay gemisinin ihtişamının yeni yeni farkına varıyordu. Oturduğu yerden diğer insanlar gibi karanlıkta ki yolculuğu değil az önce refrefi ile üzerinden geçtiği o yarım küre şeklinde ki dev yapıya odaklanmıştı. Işıklar saçan yer hemen güvertenin önüydü. Selami’nin oraya gitmesi dakikalar alacaktı. Yapı yakın gibi görünüyor ama bu onu yerinde simetrik olarak duruşuydu. Bir süre sonra başını derin karanlığa çevirdi.

O nereye baksa hep inanılmaz görüntüler ile karşılaşıyordu. Şimdi ise önünden devasa bir yıldız geçiyordu. Bu Selami’yi yerinde biraz daha tuttu. Alevler açık seçik görülüyordu. Uzay gemisi yıldıza uzaktı. Fakat yıldızın sıcaklığını az da olsa hissedebiliyordu. O an güverte insanlarla dolmaya başladı. Yıldızın ateşi ile ihtişamlı görünüşü herkesi buraya çekmişti. Yer müsaitti. İnsanlar seyre oturduklarında hala boş yerler vardı. Selami bunu kendi koltuğundaki cihazdan görebiliyordu. Cihazı biraz kullanınca öğreneceği çok şeyin olduğunu tekrar gördü.

O yarım kürenin ne olduğunu bulmak zor olmadı. Bilgileri bulunca tüyleri diken diken oldu. Yapının ışık saçması görünmez ve gizli hatların gerilimiydi. Yarım küre pi/iki derinliğindeki atom altı boyutlara kapı açıyordu. Selamibunu bir yerde duymuştu. Evren atom altı quarklarda gizliydi. İnsan boş uzayı çıkacak olsa sadece bir atomun dışına doğru giderdi. Ve kendini yine geldiği yer gibi bir uzayda bulurdu. Makro derinlikler ve mikro derinlikler sonsuzdu.

Selami şu an ki yaşadığı evrenin libnit adlı kürede ki herhan gibi bir quarkın içinde olduğunu biliyordu. Bunları düşününce daha da heyecanlandı. Demek insan oğlu evreni vücuda getirebilmişti. Yarım kürenin niçin yapıldığını öğrendiğinde biraz endişelendi. Çünkü uzay gemisi kaza geçirdiğinde ölen insanların ışık zerrecikleri olan öz ruhları libnit, cihazına çekilecek ve önceden belirlenmiş olan atom altı evrenin bir köşesine götürülecekti.

Selami koltuğunda ki cihazdan bu yeri de öğrendi. Önce bir gezegeni gördü. Ve bir bina ile karşılaştı. Burada ramea isimli ileri teknoloji içeren bir kutu vardı. Işık zerrecikleri olan öz ruhlar ramea kutusunun içine çekiliyor ardından onlara beden giydiriliyordu. Tuhaflıklar bununla da bitmiyordu. O atom altı gezegende insanların yaşadığını gördü. Belli bir yerde onun üzerinde piramit dizili ve onların çevresindeki halka olmuş insanlar secde eder gibi başlarını piramide doğru eğip kaldırıyorlardı.

Allah’ı düşündü. “Peki Allah bunun neresinde.” Dedi içinden. Elbet Allah’ı kimse geçemezdi. Onun geçilmezliği kutsal ışığında yatıyordu. İnsan bir evren meydana getirse de bilgi de Allah’ı geçemezdi.Selami her şeye sahip olup gayenin de var olduğu bir hissin her zaman bir umuda ihtiyaç olduğunu biliyordu. Ona madde veya bilgi bir şey veremezdi. Mehmet’in istediği bekleyişti. Bu bekleyişte Allah onu kabz eder ve korurdu. İşte insan böyle kendini güvende hissederdi. Buna rabıta deniyordu.

Uzay gemisi devasa büyüklükteki yıldızı on dakika içinde geçti. Seyir için bekleyen insanlar güverteyi boşaltmaya başladı. Selami keşfetmenin heyecanı içinde koltuğundan kalktı. Refrefine bindi. Havalandı. Yarım küreye doğru yol aldı.

Giderken aşağıya bakmayı da ihmal etmiyordu. Keşfedilecek çok şeyin olması milattan sonra üç binli yılların bir güzelliğiydi. O an coşkusu doğum günü olduğu için daha da arttı. Üç bin elli dokuz yılına dört yüzüncü yaşı ile girmişti. Karşısında gördüğü libnit adlı küre bu gün için kendine verdiği güzel bir ödül olacaktı.

Küreye yaklaşmıştı. Şimdi ışıklar daha da parlak görünüyordu. Selami küreye gelince refrefini koyacağı yere doğru alçaldı. Durdu. Refrefinden indi. Yapıya baktı. Som altındandı. Başka şey de beklenemezdi. Çünkü altın ancak milyonlarca yıl sonra yok oluyordu. Bir koridordan geçti. Kendisi gibi keşif için gelenleri gördü. Hepsi bir top büyüklüğünde ki küreye bakıyordu.

 Küre altından bir sütunun üzerinde duruyor, sütun da küçük bir piramidin tepesindeydi. Görüntü muhteşemdi. Bir bilim adamı anlatıp duruyordu. Libnitin keşfini konuşuyordu. Bu bilgiye dünyada arkeolojik kazılar ile ulaşılmıştı. Bulunan şey Mısır’daki Gize kumlarının derinliğinden çıkan İsis’in kütüphanesiydi. Bir uzay kayığı bulunmuş ve içinde ki kitapların da sırlar barındırdığı öğrenilmişti. Libnit cihazı da bu bilgilerden biriydi.

Şimdi bilim adamı “gezimize katılmak isteyen varsa ellerine ki şu gördüğünüz Karilottan alsın.” Dedi.

Selami bir tane aldı. İnceledi. Üzerinde üçgenler vardı. Kombinezonları esrarlı bir his veriyordu. Orada bulunan yirmi kişi Karilot den birer tane aldı. Bilim adamı tekrar talimat verdi.”Hazır dediğimde üçgenlerin hepsine basacaksınız.” Dedi. Ardından libnitin yanına gitti. Küreye akım verdi. “Hazır, başlayın.” Dedi. Yirmi kişi birden şeffaf bir görüntüye büründü. Sonra kayboldular.

Selami bir an için sağına ve soluna baktı. Herkes oradaydı. Amma zaman ve mekan değişmişti.

Bilim adamı. Işınlanılan yerin odak cihazına giden akımı kapattı. Mahiyetindeki yirmi kişiye malumat vermeye başladı. “Şu an Labion piramidindeyiz. Yapı som altındandır. Duvarlarda gördüğünüz hiyeroglifler büyük esrarın kayıtlarıdır. Hitit çivi yazısı ile yazılmıştır. Çözümlemeyi bilen varsa gezi sonunda okuyabilirler. Şimdi sizi bu piramide isim veren labion cihazına götüreceğim.” Dedi

Odanın içi aydınlıktı. Ama görünürlerde hiç ışık kaynağı yoktu. Mehmet kendini ilk defa bir firavunun hissettiği duygulara kaptırdı. Onlar hep saraylarında gizemlerle dolu odalarından hiç dışarıya çıkmazlar ve evrenin gizli bilgileri ile meşgul olurlardı.

Selami “Acaba bilmek derinlere dalabileceğimiz esrarı gizlemek mi. Eğer öyleyse kimse bir şey bilemez.” Dedi içinden. Diğer taraftan herkes tarafından bilinen şey bilgi değil bir araçtı. Bil bulmak demekti. B ve L harfleriydi. Az önce bilim adamı duvarlardaki büyük esrar kayıtlarından bahsetmişti. Üstelik yazıların hiyeroglif olması bilinmeye bir engeldi. Mehmet “faydası dokunmaz.” Diye düşündü. Ama onun için yazı bir avcı bilgi de avdı. Cennetsi hislerin beslendiği yegane kaynak ise gizlenen esrarlardan gelirdi. Şimdi daha iyi anlıyordu. Kendini bir firavun hissetmenin tek yolu salt gerçeğin gizli olması ve onu bir miktar çevreye hissettirebilmekti.

Yirmi kişilik grup koridordan geçerken duvarlardaki kabartmalara göz gezdiriyordu. Bilim adamı bunlardan birinin önünde durdu. “Bu gördüğünüz kabartma Aldaberan yıldız sistemi. Burada on tane gezegen var. Şu gördüğünüz üçüncü gezegen Sions gezegeni. Yani buraya gelirken kullandığımız libnit cihazının geldiği yer. Bu gezegenden gelenler arkaik dönem öncesi dünyaya gelip yerleştiler. Onlar matematikte çok ileriydi. Onlar Külik ve igmir matematiğini kullanıyorlardı. Bu matematik türlerini henüz insan oğlu keşfedebilmiş değil. İşte onlar Atlantis ve Mu kıtası uygarlıklarını kuran, insan olmayan ama ondan daha zeki varlıklardır.” Dedi. Sonra yürümeye başladı. Ardından diğerleri.

Bir kapının önüne gelindi. Bilim adamı önündeki kolu çevirdi. Kapı açıldı. İçeride kare şeklindeki bir taşın üzerinde duran küre gözüktü. Yeşilimsi ışıklar saçıyordu. Odağına doğru ışık sönüktü. Bilim adamı anlatmaya başladı

“Bu gördüğünüz labion Hiyapin evrenindeki düşünen varlıkların yazdıkları yazıdan kendine görünmez ve gizli bir hat çeker ve kutsal ışık akışını sağlar. Bununla varlıklar düzene girer. Kısaca şöyle. Yaratıcımız bizim kaderlerimizi katında bulunan levhadaki yazılar ile yönetiyor. Labion ise hiyapin evrenindeki metafiziği yönetiyor. Kendinize “biz nasıl düşünüyoruz?” sorun. labion cihazının ne demek olduğunu görün.”

Selami sevindi. Azda olsa düşündükleri bilim adamının söyledikleri ile çakışıyordu.

Bilim adamı “Şimdi piramitten dışarıya çıkacağız. Sakın şaşırmayın dedi. Arından Herkes Karilotlarının üzerindeki üçgenlere bassın.” Dedi.

Birden herkes şeffaf bir görüntüye büründü. Sonra kayboldu. Piramidin dışına ışınlanmışlardı. Manzara onları şaşkına çevirdi. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemişlerdi. Atmosfer ve yer arası öyle parlaktı ki insanın bundan hoşlanmaması mümkün değildi. Gök yüzünü aydınlatan yıldız yoktu. Grup havada uçan insanları fark edince ilgiyle bakmaya başladılar. Çünkü uçanlar bir cihaza veya alete ihtiyaç duymuyorlardı. Bilim adamı,

“bu gördüğünüz uçan insanlar teknolojiye ihtiyaç duymayan kişiler. Gezegende yaşayanlar bilgilerini bir kitaptan alırlar. O kitap ki yaratıcının sırlarını içerir. İşte bu insanlar bir söz ile veya bir düşünce ile hem uçarlar hem bir anda mekan atlarlar. Biz dünya insanoğlunun da böyle olmasını istedik ama uzay evreni yöneticileri buna izin vermedi. Biz de bunu libnitimizde denedik.” Diye konuştu.

 Selami “Bir şey sorabilir miyim?” dedi.

 Bilim adamı “tabi sor.” Dedi.

“Bu gezegenin ismini söylemediniz.”

 “Haklısın. Söylemedim. Bu gezegenin ismi Mavi Ay. İçinde hayat olan aynı bölgede iki gezegen daha var. Sessiz Tepe ve Göbekli isimlerinde. Üç gezegenin de bir yıldızı yok. Çünkü hepsi yapay olduğu için her şey düşünülmüş.”

Mavi Ay gezegeni ağaçlar ile doluydu. Hepsi devasaydılar. Bilim adamı ve grubu bir ormana girdiler.Bir domates ile karşılaştılar. Domates bir ev büyüklüğündeydi. Az ilerlediler. Bu sefer bir mısır ile karşılaştılar. Koçanı ise beş katlı bir apartman büyüklüğündeydi. Bilim adamı bu durumu açılamaya başladı.

“Bu gezegendeki ağaçların, meyvelerin ve bitkilerin devasa olması gezegenin oluşum süreci içinde bulunduğu içindir. Dünyadaki dinazorları düşünebiliriz. Onlar da devasa büyüklükteydi. Ağaçlar ve bitkilerde öyleydi. Bu doğanın işlenmemiş olduğunu gösterir. Doğa da zaman geçtikçe bitkiler ve canlılar küçülür. İşte bu her şeyin kendi formunu bulması anlamına geliyor.”

Bir akar su kenarına geldiler. Bilim adamı “Yemek mola verelim.” Dedi. Sonra elindeki cihaza ayarlama yaptı. Ormana tuttu. Bir iki dakika içinde bir geyik yerden sürüklenerek geldi. Bilim adamı cihazı ile geyiği et parçaları haline getirdi. Sonra geyik yenecek kıvama geldi.

Grup geyiği keyifle yedi. Akarsudan içtiler. Suyun tadı muazzam güzeldi. İçenlerin hepsi beğenmişti. Az sonra hatıralara daldılar. Biri “Ben böyle bir şeyi daha önce hiç hissetmedim.” Dedi.

Başka biri “Bu yaşadığım tarifi gizlenmiş bir coşku.” Diye konuştu. Selami ise içtiği suyun verdiği inanılmaz duygularla kendi kendine “cennete mi düştüm.” Diyordu.

Bilim adamı da akarsudan içti. Bir müddet sustu. Sonra konuşmaya başladı.

“Bu akar sudan içen bütün acılarını unutur ve su ona gençlik ve ölümsüzlük verir. Bu ırmağın ismi kapuksidir. İçene dünyada tarifi gizlenmiş hisleri yaşatır.Bu ırmağın kaynağında kutsal ışık var. Özelliğini de bundan alıyor.” Diye konuştu.

Grubun içinde kimyager olan Belil isimli kişi bilim adamına sordu. “Bu Mavi Ay gezegeninde bitkiler fotosentezini ne ile yapıyorlar. Görüyoruz ki gezegenin bir yıldızı yok.”

Bilim adamı “Bilim adamlarımız Mavi Ay için her şeyi düşündü. Gezegene bağımsız hareket eden ışık zerrecikleri yerleştirdi. Onların ışığı kutsaldır. Çünkü onlar öz ruhtur. Bitkiler bu ışığı aldıkça daha da coşarlar. Ve devasa büyüklüğe ulaşırlar. Bu onların hormonal dengelerinin bozuk olduğu anlamına gelmez. Işık zerreciklerinin aydınlığı hiç bitmez. Sonsuza kadar sürer.” Dedi. Gruptan bir başkası “biz insanlar kutsal ışığı kullandığımız için uzun ömürlüyüz. Bitkiler de bilinç olsaydı onlarda bizim gibi kurumaz ve ölmezdi.” Dedi

Bilim adamı “Kutsal ışık üzerinde araştırmalarımız sürüyor. Kutsal kitaplar bunun kaynağının hep yaratımız olduğunu söyler. Biz bilim adamları henüz böyle bir kanıt bulmuş değiliz. Ama başka bir şey bulduk. Her şey kutsal ışık barındırıyor. Diyebiliriz ki düşünsel bağlantılarda ki rabıta sonsuzdur. Belki biz yokuz. Ama düşündüğümüz için varız. Bu da düşünce kudretinin büyüklüğünü gösterir dedi. Devam etti. Şimdi geri dönme vakti geldi. Herkes ne yapacağını biliyor. Karilotlarda ki üçgenlere basacaksınız.” Dedi.

Bilim adamı ve mahiyeti labion piramidine ışınlandılar. Sonra libnit bağlantısına akım verildi. Bilim adamı ve yirmi kişi atom altı hiyapin evreninden ayrılıp uzay evreninde seyreden istasyona ışınlandı.

Selami keyif içindeydi. Akarsudan içtiği su henüz etkisini kaybetmemişti. Ama uzun süre annesinden ayrı olduğu için daldığı hayalden uyanabildi. Refrefine bindi. Cihazından annesinin kaldığı odanın koordinatlarını takip ederek havadan hızla ilerledi

Kapının önündeydi. Açtı. Gönül ekranda komedi programını izliyordu. Selami’yi görünce “Nerede kaldın. Burada bir şey yapamadım. Lavabo ihtiyacım oldu. Ancak uzun uğraşlardan sonra lavabo kabinine girebildim.” Diye konuştu.

Selami “ Senin cihazın var. Ona sesli talimat vererek işlerini görebilirdin. Unuttun mu?” dedi.

“Ben bilemedim. İnsan cihazlardan uzak yaşayınca böyle benim gibi teknoloji özürlü oluyor.”

Selami “Karnın aç mı?” diye sordu.

“Hayır. Ya senin?”

 “Benim aç değil. Biraz önce geyik yedim. Anlatması uzun sürer. Şimdi benim çok uykum var. Gidip yatacağım. Bir hafta uyuyacağım.” Dedi.

“İyi uyu da büyü.” dedi Gönül.

Selami önce uyuma kabini kıyafetlerini giydi. Bu şekilde daha rahat olacaktı. Sonra kabine geçti. İçine girdi. Uzandı. Kabinin kapağını örttü. Gözlerini kapattı. O an kabinde yeşilimsi bir ışık meydana geldi. Bir haftalık uyku keyif içinde başladı

Uzay gemisinde isyan çıkmıştı. Zenci insanlar bir araya toplanmış uzay gemisi yöneticilerinden kendilerine daha çok özgürlük istiyorlardı. Zenci isyancılarından bir grup uzay gemisinin güç kaynağını ele geçirdi. Güvenlik boş uzayda seyreden gemiye zarar gelebilir diye ateş açmıyorlardı. Zenci isyancılar bunu gördükçe daha provake oldular. Bu sefer yönetimi ele geçirmeye çalıştılar. İsyancıların ellerindeki silahlar şok aletiydi. Bu gemide herkesin kullandığı bir silahtı. İsyancıların başı Malkom isimli zenci henüz yeni karşılaştığı güvenliğin kullandığı silahlar onu isyandan biraz caydırdı. Gemi yönetimi toplanmış ve etik olmayan bir karar almıştı. İsyancılara germiyan isimli silahlar ile karşılık verilecekti. Sonunda zenci isyancıların yarısı bu silahlar ile moleküllerine ayrıldı. Kaçan diğerleri ise uzay gemisinin büyüklüğünden faydalanarak sağa sola dağıldılar. Ama çatışma hala sürüyordu.

Kapı hızla çalmaya başladı. Dışarıdaki “beni öldürecekler. Ne olur açın kapıyı.” Diyordu. Selami acele ile uyandırılmalıydı.Gönül bir belayı hissetmiş ve kocasını uyandırmaya çalışıyordu. Cihazı aklına geldi “Uyku kabini. Hemen kapakları aç.” Diye komut verdi. Kapaklar birden açıldı. Selami uyandı. Gönül’ün telaşını gördü. Öğrendi. Kapıda istenilmeyen biri vardı. Karı koca bir müddet bekledi. Kapıyı açmadılar. Kapıdaki istenmeyen kişi uzaklaştığında rahat bir nefes aldılar. Gönül o kişinin zenci olduğunu görmüş ve yüz ifadesinden neye bulaştığını anlamıştı.

İsyan uzay gemisinin dışında da devam ediyordu. Selami çarpışmayı odasından açık seçik görebiliyordu.

On yıl çabuk geçmişti. Üç uzay gemisi ile dünyadan taşınan on sekiz milyar insan yeni keşfedilen gezegene inmiş ve uygarlıklar kurmaya başlamıştı.

Selami’nin yanında birden biri belirdi. Fikriydi. Yanında Naci de vardı.

Fikri “Selami müjde. Bu gezegendeki hiçbir şey takip edilmiyor.” Dedi

Selami “Çok iyi. Şimdiden işe başlayalım. İkinizin kız arkadaşı benim Gönül’ün yanına gelsin. Sonra ilk transfer için gezegenimize neler götürebiliriz. Onları kararlaştıralım.”

Gecenin yıldızları çok yakındı. Bazı yıldızların yuvarlaklığı açık seçik görülüyordu.

 Firavun yeryüzünde tamamladığı kontrolü bırakıp yanındaki küreye yöneldi. Küreye dikkatlece bakıyordu. Gezegende yaşayan ruhları müşahede etmeye başladı. İnsanların hiç birinde kutsallık bulumadı. Firavun küreye son bir kez daha baktı. Kürede koyu kızıl bir ışık noktacığı belirdi. Noktacığa yoğunlaştı. Az sonra kızıl nokta sahibini açığa çıkardı.

Adı Selami. Asi biri. Ama kutsallığı yüksek.

 Firavun elini küreye koydu. Noktanın sahibini yavaşça odaya akıttı. Gri renkteki yogunluk bedene büründü. Firavun onun yanına yaklaştı.

“Kalk” diyerek onun dürtekledi.

 Selami gözlerini açtı. Baktı. Yattığı yerden doğruldu.

 Firavun “Beklediğin ve özlediğin cenneti sana vereceğim.” dedi.

 Selami “Burası neresi?”

Firavun “Burası terk ettiğiniz gezegen dünya”

Selami “Biz burayı yaşanmaz biliyoruz. Burada benim ne işim olabilir?”

Firavun “Korkmana gerek yok. Sen bana yardımcı olursan bende sana ihsan ederim.”

Selami “Adın nedir?”

Firavun “Adım Osiris.”

Selami “Yani eski Mısır Firavunu.”

Firavun “Evet dedi. Sonra yerinden kalk benimle gel.”

Firavun önde Selami arkada dehlizlerin içne daldılar. Taştan koridorda ilerliyorlardı. Yol bazen yukarıya, bazen aşağıya, sağa ve sola doğruydu. Koridorun açık yerlerinde uçurumlar vardı.

Firavun elinde büyük bir meşale taş bir kapının önünde durdu. Anlaşılmaz bir dil ile fısıldadı. Kapı açıldı. İçeriye girdiler. Odanın içi koyu kızıllık kaplı. Işığın kaynağı belli değil. Firavun lahitin önünde durdu.

 Konuştu. “Bu taş lahit seni cennete taşıyacak. Yapman gereken uzun müddet onun içinde yatmak.”

Selami denileni yaptı. Taş lahitin içine girdi.

 Firavun “Lahitin kapağında küçük bir delik var. Oraya dikkat et. Işık o delikten girince uyanmış ol.” dedi.Lahitin kapağını kapattı.

Az sonra delikten ışık belirdi. Sonra taş lahitin kapağı açıldı.

Firavun “Uyuyabildin mi?”

Selami “Lahitin kapağını yeni kapatmıştın. Neden açtın?”

Firavun “Kutsallığın çok fazla. Sen bu lahitte iki gün iki gece kaldın. Kutsallığın sana zamanı unutturdu.”

Selami “Bütün bunlar neyin nesidir?”

Firavun “Siz insan oğulları dünyayı terk ettiniz. Geride atalarınızın ruhlarını bıraktınız. Ben onları sana ışık zerrecikleri şeklinde yükledim.”

Selami birden uyandı.Diğer atraftan dışarıdan gelen garip sesleri işitiyordu. Bunlar çupakapra sesleriydi. Çupakapranın biri pencereye uzandı. İçeriye baktı.

Selami “Ne tuhaf yaratıklar.” diye söylendi. Dışarıya çıktı. O an evin önündeki birkaç çupakapra sağa ve sola kaçmaya başladı. Selami bir müddet onların kaçışını izledi. Sonra dönüp arkasına baktı. İki tane dev piramit ile karşı karşıya.

 Selaminin yanında bir ses. Fikriydi. “Sabah babah ne bu gürültü?”

Selami “Oraya bak.” diye iki piramiti işaret etti.

 Fikri “Dünyada kedi köpek ne ise çupakapralarda o.”

Selami “Bunlar bir üçüncüsü ile beraber.”

Fikri “Nedir o?”

Selami “Kedi ve köpek üçüncüsü ise insanoğlu. Devam etti.Zekka ilerledikçe onun sahibi klasikleşiyor. Çıkış yerimiz doğa olduğu için gün gelecek ileri teknolojinin içinde mağra hayatı yaşayacağız.”

Selami gördüğü rüyayı anlattı. Firavunun insan dışı iri gözlerini tarif etti.

“Kadim bir yaşantı ile kaşı karşıyaydım. O duvarlardaki yazılara beni kendi zamanına taşıdı. Orada her şeyi gördüm.”

Fikri “Bilgi denen av çift kanatlıdır. Onu yakalayan avcı ise yazıdır. Bence rüyan bir zihin boşalması.

Selami “Herşey o kadar açık ve netti. Bence yaşadıklarım rüya olamaz. Zekanın kudreti sosuzdur. Rüyada olsa galiba biri bana mesaj vermek istedi.”

Birden yanlarında Naci belirdi. “Nedir mesele?” diye konuştu.

 Sellami “Çupakapralardan girdik firavundan çıktık.”

Naci “Çok ilginç şeyler konuşmuş olmalısınız.”

Selami “Evet öyle. Çupakapralar tıpkı kedi ve köpek gibiler. İkiside insa dostu.”

Naci “Artık gezip tozmaktan başka işimiz kalmadı.” dedi.

 Selami “Senin için öyleama iş daha bitmiş sayılmaz.”

Fikri “ Bitmeyen ne gibi bir iş acaba?”

Selami “Burada yabancı gibiyiz. Buralı olmak heryeden önemli. Gezegene ya tam hakim oluruz başladığımız yerden devam ederiz, ya da herşeyi bir kenara bırakıp ilkel bir şekilde yaşarız. İlkel olursak Soran P2 nin bir parçası oluruz.”

Naci “Her iki şekilde de ihtiyacımız olan bir cennettir.”

Fikri “Ben geldiğimiz yerdeki veri bankasında ilginç bir şey ile karşılaştım. Hükümet bilgileri ne kadar gizli tutsada o bilgilere ulaştım. Proje gezegenin her yerini ışık kaplamak ile ilgili. Işığı kaynağı yok. Ortada güneşte yok. Atmosfer ve yeryüzü tıpkı bir fosfor gibi ama ondan tıpkı bir güneş gibi kıyaslanamaz bir parlaklıkta oluyor. Buna kutsal ışık denmiş. Bu yer küreden atmosfere kutsal ışık akışını sağlayan panandufora isimli cihaz ile oluyormuş. Ve kutsal ışık ile dolan gezegende ölüm olmuyormuş.”

Selami “Bu ap açık gizlenen bir cennet projesi.”

Fikri “İnsanoğlu kutsal kitabı dinlemedi. Çok ileri gitti.”

Naci “Doğru. Kutsal kitaplarda insanın cennete gireceği yazar. Ama insanın gezegeni bir proje ile cennete çevirip istediği gibi at koşturmaya başladı. Tanrı öğretmeye çalışıyor. Biz ise bu gidiş ile Tanrıya öğreteceğiz.”

Bin yıl sonraydı. Soran P2 gezegeninde insan nüfusu çok artmıştı. Buna nazaran atalardan kalan teknoloji yok olup gitmişti. İnsanların evi olsa da ilkel bir yaşamın içindeydiler. Yaşam tarımdan ibaretti. Gezegende ülkeler oluşmuştu. Her ülkenin bir lideri vardı. Savaşlar yapılıyor ve liderlerin zaferleri ülkelerini güçlendiriyordu.

İnsanların inancı atalar kültürüydü. Soran P2 gezegeninde üç insanın anıtı vardı. Ritüellerle süslenen din bir çok kutsallaşmış kitapla yaşıyordu. Dini kültür üç insanın üzerineydi. Bin yıl önce ölen Selami, Naci ve Fikrinin bir arada bulunan mezarları gezegenin en kutsal yeriydi.

Dolfo masanın başındaydı. Cihaz birden sinyal vermeye başladı. Paralel boyuttan biri geliyordu. Işık huzmesi oluştu. Az sonra içinden Selami çıka geldi.

Dolfo “Hoş geldin Selami. Aradığını bulamadın demek.”

Selami odanın içini ilk defa görüyordu. Dolfo’yu tanıdı. “Sen zaman geçidi mühendisi değil misin?”

Dolfo “öyleyim. Ama bir senedir paralel boyut şubesinde çalışıyorum dedi ekledi. Arkadaşlarını bulamadın heralde?2

Selami “Maalesef onların izine ne zamanda ne paralel boyutlarda bulabildim. Ama zamanda neslimizin olduğunu gördüm. Onların hayatı bambaşka. Acıdım onlara. Yaşamları hayli kötüydü.”Selami odadan çıkıp doğru yemek için kafeye girdi. İçtiği ve yediğinden çok zevk alıyordu. Paralel boyut açlığı diye düşündü.

Selami’nin içi yanıyordu. Zamanı atlamış ve her şeyi açık seçik görmüştü. Soyunun büyüyüp millet haline gelmesi ve gezegende milletlerin oluşması ona gurur veriyordu. Ama şahit olduğu savaşlar için yaşadıkları kabus gibiydi.

Soran P2 gezegeninde Arkon ismindeki millet Arayon milletiyle savaşıyordu. Savaş alanında Selami de bulunmuştu. Kılıçlarla biçilen insanlar toprağa düşüyor çığlıklar her yeri kaplıyordu. Selami savaşlar için hiçbir şey yapamazdı. Çünkü devletleri krallar idare ediyordu. Kendisi değil. Bir çıkar yol vardı. O da Soran P2 gezegeninde yaşayanlara medeniyet getirmekti.

Selami elindeki kocaman elmasa benzer kristale baktı. Kristalden ışık çıkıyordu. O an zihnini yoğunlaştırdı Zihni kristale aktı. Işık şimdi kızıl renge büründü. Kristalde görüntüler oluşmaya başladı. Naci ve Fikri’yi gördü. Kristal onların nerede olduğunu bildiremediği için Selami iki arkadaşı ile temasa geçemiyor ve konuşamıyordu. Sadece görüntülerini alıyordu. Naci ve Fikri’nin yürüdüğünü görüyordu. Etraf ormanlıktı Selami bir müddet iki arkadaşını kristalden izledi. Sonra zihnini kristalden çekti. Kristal ışık yitirip görüntüsüz hale geldi.

Kafe kalabalıktı. İçeride yemek yiyenler ve eğlenenler vardı. Eğlenenler dev ekranın karşısında hareketsiz durup görüntülere bakıyorlardı. Ekran bir tür geleceği yansıtıyordu. İnsanlar sadece birkaç saatliğine geleceklerini görüp pozisyon alıyorlar, zamandaki olaylarda değişiklik yapıp birbirilerine ya şaka yapıyorlar ya da bir tür saklambaç oynuyorlardı. Saklananlar hünerine göre geleceği gösteren ekrandan ya kaçıyorlar veya bulunuyorlardı.

Tuna M. Yaşar

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..