Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '16

 
Kategori
Teknoloji
 

Dünya Yanıyor Biz Pikachu Avlıyoruz!

Dünya Yanıyor Biz Pikachu Avlıyoruz!
 

Pikachu ile yeni tanışıyor değiliz. 90’ların sonlarına doğru bir çizgi filmle Pokemon dünyası ile tanıştık. O günlerde cips paketlerinden çıkan Pokemon Taso kartları, meraklılarının hayatlarının hiçbir döneminde yiyemeyecekleri kadar cips yemelerini sağlamıştı. Gazeteler,  Pokemon TCG (Trading Cart Game) kartlarını,  oyun kurallarını anlatan broşürler vererek trajlarını, televizyonlar çizgi filmi yayınlayarak reytinglerini arttırıyorlardı. Pokemon anahaber öncesi yayınlanarak reytinglere tavan yaptıran ilk çizgi filmdi. Sonrasında aynı televizyon bu çizgi film yüzünden yayın yasağı getirilip bir gün süreyle kapatılan ilk tv kanalı da olacaktı. Tüm bunlara rağmen Pokemon kazandırıyordu, hem dünyada hem Türkiye’de. Hayran forumları, siteleri çoktan kurulmuş, sanal bir salgın hastalık gibi tüm dünyaya yayılmıştı. Oyuncaklar, kitaplar, aksesuarlar Pokemon her yerdeydi artık. Çizgi filmde yayınlanan Indigo Lig meraklıları arasında, milli maç heyecanı ile izleniyordu. Yine de taso kartları, akıllı telefonlar yerine gameboylarla, Pokemon’un günümüz için çok ilkel ve çok daha masum versiyonunu oynanıyordu o günlerde. Masum demişsem, o kadar da masum değildi hani, beş ve yedi yaşında çocuklar Pokemon dünyasına kendilerini çok kaptırdıkları için, kendilerini uçan pokemonlarla özdeşleştirerek, birer birer evlerinin balkonlarından atlamaya başlamışlardı. O günlerde Sağlık Bakanlığı, çocuk ve ruh sağlığı uzmanlarından oluşan bir “Pokemon Kurulu” toplanmış çocukların ruh sağlığını olumsuz etkilediği kararına varılmış ve çizgi filmin gösterilmesi yasaklanmıştı. Pokemon’un, yaşı küçük çocukları kötü yönde etkilediği raporlarla kanıtlanmıştı. Zaten oyunu yapan Nintento’da adını saklamıyorlardı oyunun orijinal adı  “Pocket Monsters-Cep Canavarları”ydı. Karakterler şirin sayılabilecek, Japon işi bildiğiniz sanal canavarlardı işte. Hele siz bir de birbiri ile kapıştırdıkları pokemonlar yüzünden kavga eşiğine gelmiş çocukları görseydiniz, Üçüncü Dünya Savaşı’nın resmen başladığını bile düşünebilirdiniz.

Çizgi filmin anavatanı Japonya’da ve dünyanın farklı ülkelerinde de artık devasa bir çılgınlığa dönen Pokemon bağımlılığının yan etkileri de o tarihlerde ortaya çıkmaktaydı. “Electric Soldier Porygon” bölümünün gösterildiği gün çizgi filmi izleyen Japon çocukları topluca epilepsi krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. Çizgi fimde, Pikachu'nun yaydığı ışık patlamaları 4 saniye sürse de yaklaşık 12hz değerindeydi ve yoğun ışıklı bu sahneye maruz kalan çocukların kısa süreli görme sorunları, başağrıları , epilepsi ve kısa süreli bilinç kaybı yaşamasına neden olmuştu. Japon İtfaiye Departmanı sadece çizgi filmdeki bu 4 saniye süren ışık patlaması nedeniyle o gün  310’u erkek, 375 kız toplam 685 çocuğun hastaneye kaldırıldığı açıkladı.

Aynı hızla değilse de “Pokemon Evreni” bizim evren ile temasını hiç koparmadan varolmaya devam etti. Sonunda Temmuz 2016’da bizim “gerçek” olduğunu sandığımız dünya bu anime karakterler tarafından işgâl edildi.

Siz hâlâ bir uzay saldırısı bekliyor iseniz boşuna  beklemeyin yeni dünyanın yeni sloganı “algı yönetimi”dir ve bu da sanal gerçeklik araçları ile başarı ile sürdürülmektedir. Pokemon uygulaması artık cep telefonlarımızda. Uyarmadı demeyin, en yakın arkadaşınızı üstelik çoluk çocuk da değil, yetişkin iş güç sahibi insanları Pokemon peşinde göreceksiniz pek yakında. Bu bir sanal hastalık. Size de çok seçenek kalmıyor ya herkesin içtiği sudan içecek ya da şehrin, kimselere benzemeyen aykırı tipi olarak kalacaksınız.

Nintendo ve  Niantic firmalarının  ortak ürünü olan “Pokemon GO”, şimdilik Yeni Zelanda, Avustralya ve ABD'de indirebilse de bizde de ışık hızından bile hızla yaygınlaşıyor. Zamana ayak uyduran Pokemon karakterleri şu anda 722 tane. Telefonunuzun kameraları ile sanal bir gerçeklik oyununa dahil oluyor, evinizin içinde camide, parkta bahçede, alışveriş merkezinde Pokemon yakalamaya çalışıyorsunuz. Öyle bir yazılımla karşı karşı karşıyasınız ki mezarlıklardan, müzelere,ibadethanelerden anıtlara kadar yaşam alanınız yeni oyun alanınız. Mühendisler, doktorlar, profesörler her meslekten hayranı var bu sanal oyunun. İnsanlar karakterlerin peşinde, farklı bölgelerdeki Pokemonları yakalamak veya rakiplerle savaşmak için bazen kilometrelerce yol yürüyüp saatler harcıyor. Bir kere evde bilgisayar başında oturma gibi kapalı bir alana hapsolmanız gerekmiyor, sizi kilometrelerce yürüten bir oyunun içindesiniz. Sporsa, spor yapıyor bile sayılırsınız. Sonra, bilgisayar oyunlarının en çok tepki alan tarafı “sosyalleşmemize engel olma” meselesi de hallolmuş, şehrininiz en büyük meydanında yüzlerce Pokemon meraklısı ile sohbet edip sosyalleşiyorsunuz da. Artık hep birlikte “Pokemon Dünyası”nın insanlarısınız ya, geride bıraktığınız dünyada, onun hangi takımı tuttuğu ya da hangi partili olduğunun, dini ya da siyasi görüşünün hiçbir önemi yok. Pokemonların yerlerine karar veren akıllı yazılımlar (algoritmalar) sizin hayatınızı, en çok nerelerde buluştuğunuzu kontrol ederek, yeniden ayarlanıyor.

Peki Pokemon Go, nasıl  bu kadar hızlı hayatımıza giriyor? Bir kere Pokemon macerasının hayatımıza girdiği 90’larda, on küsür yaşlarında olan çocuklar şimdi neredeyse otuzlarına yaklaşan yetişkinler oldular. Çocukluk dönemlerinde zihinlerine yüklenen dosyalar Pokemon dosyası eski ve çok sevilen, eğlenceli bir arkadaş grubu ile yeniden buluşmak gibi. Kimseye zararları yok. Görünüşte içlerindeki çocukla elele yürüyorlar. Pokemon dünyası ile yeni tanışan daha küçük nesil içinse kendi gerçek dünyası ile sanal dünyayı birleştiren çevresini evinin yatak odasını, okulunun bahçesini kısaca tüm dünyasını oyun alanı haline getiren bir oyun olması bile yeterince cazip.

Oyunun yeni versiyonunda  “Zenginleştirilmiş/Arttırılmış Gerçeklik” (Augmented Reality)  uygulaması olduğu söylense de bence hep birlikte “Azaltılmış Gerçeklik Algısı”nın denekleriyiz. Sanal karakterler, en mahrem alanlarımıza kendi isteğimizle sızabiliyorlar. "Pokemon GO" mobil oyunu 7  Temmuz’da piyasaya sürüldüğü andan itibaren bir hafta içinde dünyanın en çok oynanan oyunu olmayı başardı. Ve düşünün henüz ülkemizde resmi olarak giriş yapmış değil. İnsanlar başka ülkeler aracılığı ile oyunu cep telefonlarına yükleyerek oynayabiliyorlar.

Dünyadaki varoluş amacınız değişiyor bir kere, gündelik hayatın gerçekleri ve sorunları ile boğuşmak yerine yeni ve çok daha eğlenceli bir göreviniz var, her yerden Pokemon toplamak zorundasınız. Oyunun başında tüm RPG (Role Play Game)lerde olduğu gibi karakterinizin cinsiyetini, ten renrini, kıyafetlerini seçip pokemon avlıyorsunuz. Oyundaki karakteriniz sizin yerinize yaşıyor! Üstelik bunu gözlerinizle gördüğünüz kendi dünyanızda yapabiliyorsunuz. Peki tüm bunlar aslında ne demek ve herşey o kadar masum mu? Özel hayatlarımızda zaten “survivor” yaşarken çevremizde olan bitene müdahale etme refleksimizi elimizde alan dizi filmler ve bu tür içinde “yaşıyormuş gibi” hissederek, bizi dünyanın gerçekliğinden bilinçli bir şekilde koparan sanal gerçeklik hedefine bir adım daha yaklaşıyor böylece. Üstelik sanal gerçeklik gözlüğü hololense de ihtiyacınız yok, sanal bir dünyada var olmak için. “Virtual reality porn” sayesinde cinsel hayatımız sanal bir hale dönüşebilir. Ya da yatağınızın kenarında bir  Pokemon karakteri avlayabilir, daha fazlasını istiyorsanız sanal gözlüklerinizi takıp oturma odanızda da bir unicorn besleyebilirsiniz. Kimse sizi bunun için zorlamıyor. Sizin bilinçli tercihiniz artık bu sanal dünyanın illüzyonuna dahil olmak. Kimse sizi büyülemiyor, sanal dünyaya kaçmayı siz seçiyorsunuz. İster digital gözlüklerle, ister hologram lenslerle yapılıyor olsun gerçek olan şu ki, gerçeklik algımız çok hızlı bir biçimde dönüştürülüyor.

Sanal gerçeklik boyutundan baktığımızda Platon’un Mağarası’ndaki insanlarla akraba olmadığımızı kim söyleyebilir? Platon’un anlattığı mağarada insanlar başlarını sağa, sola ya da geriye oynatamayacak şekilde zincirlendiklerinden önlerindeki mağara duvarından başka bir yer göremiyorlardı. Arkalarında yanan ateş, ateşin önünden geçen başka insanlar, hayvanlar onlar için yalnızca duvardaki gölgeler yani bildikleri tek gerçekti. Dünyaları gölgelerin sanal dünyasından ibaretti. Bizler ise kendi zincirlerimizi kendimiz takıyor ve arkamızda reel bir dünya olduğunu bilsek de bu sanal mağaranın duvarı önünde sevinç çığlıkları atarak atarak buluşuyor ve gerçekliğe dair son bilgi kırıntılarımıza yokediyoruz.  

Sevgili Jean Baudrillard’ı tam burada anmadan geçemeyeceğim. “Simülasyon ve Simulark” kavramları üzerinde çok çalışan Baudrillard gerçekliğin kapitalizm ve kitle iletişim araçları tarafından emilerek, başka bir gerçekliğe, hipergerçekliğe dönüştüğünü anlatır kitaplarında. Yaşayıp görseydi, işte onun tam dikkat çektiği yerdeyiz şimdi, gerçek olanla olmayan arasındaki ayrımın kalktığı yerde…Simülasyon evreninde kaybolduğumuzda sadece inançlarımızın, hayat tarzımızın değil, en basit davranışlarımıza, günlük hayattaki tepkilerimize bile yeniden format atıldığına dikkat çekmişti Baudrillard. Körfez Savaşı onun tezini savunmak için kullandığı iyi bir örnekti. Bu savaş  kitlesel algı yönetiminin bir sonucu olarak kendi gerçekliğimizde yaşanmıyor bir simulakra dönüşüyordu . Kitle iletişim araçları sayesinde kavramların içi boşaltıldığından artık haberler de savaşlar da sadece simülasyondan ibaretti. Sadece simülasyona dönüşen bir savaşı izleyen izleyiciler söz konusudur artık. Hepimizin gerçek algısı bozulmuş, gerçek çoktan yerini simülasyon alanına devretmiştir. İnsanlar teknolojinin olanakları ile savaşları bile çaylarını yudumlarken, kanepelerinde bacaklarını rahatça uzatarak acıları duyumsamadan, empati kurmadan rahatça izlerler. Teknolojinin insanlara sağladığı bu konfor aynı zamanda onların birşeyi derinlemesine düşünmelerinin de önüne geçmiştir. Sadece “izleyici” konumunda tutulan birey, her şeyin farkında olsa da rahatlığından taviz veremeyecek kadar mağarasına yani televizyonuna bağlanmıştır. Ekrandan gördüğü bir savaş anı ile, bir tuvalet kâğıdı reklâmını aynı duyarsızlıkla izlemektedir. İnsanların yaşadığı bu evren görüntülerden ibaret, cansız bir simülasyon evrenidir.

Öyle yaşamıyor muyuz sahiden, ekranda terör saldırılarını, bombaları, savaşları, dünyanın yok edilişini “izleyici” konumunda sanal bir gerçeklik algısı ile izlemiyor muyuz? Buna alıştırılmadık mı? Bizler artık ya bu saldırıların ekran karşısındaki “izleyicisi”, ya da “kurbanı” değil miyiz artık? Zihin kontrolünün en şık saldırılarına şimdi sanal gerçeklik oyunları ile maruz kalıyoruz. Bilincimiz sürekli yeniden ve daha da aptallaştırılarak kodlanıyor, cehaletin yeni seri üretimleri ile donanıyoruz. Dünya yanıyor, biz Pikatchu avlıyoruz. Peki düşürüldüğümüz sanal gerçeklik çukurunda bizi kimler avlıyor?

Şimdi  bizi buralara kadar peşinden koşturan Pokemon Go’ya yeniden dönecek olursak, oyun sahibi şirketin verilerine göre sadece bu yıl küresel oyun piyasasının toplam büyüklüğü 99.6 milyar dolara ulaşacak. Türkiye’deki oyun üreticilerinin oyun ihracatının ise 300 milyon dolara yaklaşması bekleniyor, sektörün 2023 yılı ihracat hedefi ise 2.5 milyar dolar. Yani ortada algı yönetiminin yanı sıra çok ciddi bir rant da var…  Pokemon Go’da kullanılan yöntemle casus yazılımlar kullanılarak, (-ki oyundaki yöntemle casus yazılıma da hiç ihtiyaç yok, herşey ortada. Modern zamanların Truva atı Pokemon kahramanlarına dönüşmüz zaten) hangi kurumlara, hangi önemli kişilerin çok gizli bilgilerine sızılabilir onu da başkaları düşünsün..

Nasıl başlıyordu henüz masum bir çizgi film sandığımız günlerdeki jeneriğinde Pokemon?

Belaya hazır olun
Hem de çifte belaya
Dünyayı yozlaştırmaktan kurtarmak için
İnsanları bir çatı altında toplamak için
Sevgi ve gerçek belasını kınamak için
Yıldızların ötesine ulaşmak için
Jessie...James...
Roket takımı her zaman ışık hızıyla hareket eder.
Ya teslim ol ya da savaşmaya hazır ol!

 

Belaya hazır mısınız Pokemon avcıları?

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..