Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '17

 
Kategori
Güncel
 

Dünyada Sınıflar

Dünyada Sınıflar
 

Türkiye’de insan sınıfları var mıdır? Bence bal gibi vardır. Ama tüm dünyada belki de tanımlanmamış insan grupları, sınıflar vardır. Bu özellikle sınıflar tüm güçleriyle çalışıp, didinip dururlar ancak aralarında şanslı olanları bir üst gruba zıplamayı başarabilir. Bu da oyunu kuralı gereği olması gereken bir durumdur çünkü aksi takdirde oyun anlaşılır. Alttakiler isyan eder.

Türkiye’de gelir gruplarına göre sınıflar vardır. Alt gruptakiler; sıfır-iki, üç-beş, beş-on gibi alt gruptakiler,  üst gruplar çıkıldıkça elbette durum daha da değişir. Ancak alt gruptakilerle üst gruptakilerin arasında ciddi gündem farkları vardır. Üst gelir grubundan olanlar için alt gruptakiler çalışan, aynı zamanda yönetilmesi gereken gruptur. Bu veriler çok kolaylıkla devletimizin elinde vardır. Malum; e-devlette her şey yazıyor. Misal üzerinde hiç taşınmazı olmayanlar, evler, arsalar, yatlar, katlar, ödedikleri vergiler, kredi kart dökümleri, şirketlerin para hareketleri, yemek yedikleri yerlere kadar her şey bilinmektedir. Aynı şekilde gelir gruplarına bağlı olarak üst gruplara tırmanan çok fazla insanın olması mümkün değildir. O halde batanlar, çıkanlar hemen her zaman iş dünyasında olsa da yine de üst sınıflar arasında ciddi bir yardımlaşma olurken, alt gruplarda öldürücü bir rekabet devam eder.  Ayrıca alt gruplar yağmur damlası iken, üst gruplar göldür. Yani alt gruplar, üst grupların çarkını çevirmek için birbiriyle yarışan, yarışmak ya da yok olmak arasında seçimi olmayan yağmur damlaları gibidir. Buhar olurlar tekrar yağmur, yine göle düşerler. Birleşip dere olur, nehir olur da yine göle, denize derman olurlar. Büyükler daha da büyürken küçükler daha da küçülmek, ayrılmak zorundadır.

Eğitim gruplarına göre sınıflar vardır; Eğitim grupları olarak ilkokul ile lise arası bir grup, lise üniversite arası başka bir grup, üniversite doktora arası bir grup en sonunda ise yurtdışı eğitim imkânına sahip olanlar arasında bir gruptur. Aynı şekilde üniversiteler arasında da sınıflar vardır. Özel üniversitelere gidebilenler, özel kolejlere gidebilenler ve seçilmiş özel okullara gidebilenler, yurtdışı grup bağlantılı okullarına gidebilenler, referansla girilebilen özel okullara gidilebilenler gibi eğitim gruplar olduğu gibi, tıp, mühendislik, hukuk gibi üst sınıflar için nitelikli insan gücü teşkili için çalışan okullarla, yine aynı şekilde güvenlik için özel olarak yetiştirilenler olmak üzere sınıflar vardır. Diğer taraftan din eğitimi ve eğitim-öğretim elemanları sınıfı olmak üzere eğitimliler arasında da sınıflar bulunur. Söz konusu sınıflar arasındaki mücadele alt grup işleri yapmamak, Türkiye’de birçok insanın genel amacı olmakla birlikte gerçek seçilim asla sağlanamamakta ve iyi matematik bilmekle eğitimli insan olunmayacağı gözden kaçırılmaktadır…

Şehirliler arasında sınıflar vardır. Şehirde yaşayanlarla büyükşehirlerde yaşayanlar arasında hatta köylerde yaşayanlar arasında sınıfsal farklar, bireysel yetenek farklılıkları ve hayata bakış açısı farklılıkları vardır.

Dini sınıflandırma vardır. Müslümanlar Türkiye’de en kalabalık gruptur, arkasından hızla yükselen Hıristiyanlık vardır, ondan sonra da Musevilik vardır.

Müslüman gruplar arasında iki büyük grup vardır. Bunlar Sünniler ve Aleviler olarak ayrılırlar.

Sünni grup Hanefiler, Şafiler olmak üzere iki farklı gruba ayrılırken Suudi destekli Selefiler, Radikal İslamcılar, Ilımlı İslamcılar gibi başka gruplar vardır.

Sünni gruplar üzerinde etkili olan altısı Nurcu grubundan olmak üzere elliye yakın tarikat ve grup vardır. Nerdeyse il, ilçe bazında gruplara bölünmüş Sünni grup en kalabalık olmasına rağmen en dağınık, aynı zamanda birbiriyle en çok rekabet halindeki gruptur.

Alevi grup ise; kendi içinde gruplara ayrılır. En yaygını Türkmen Alevileridir. Bazı tarihçilere göre; Ermeni dönmeleri arasında da kendini Alevi gösteren gruplar vardır.

Hıristiyanlar arasında aynı şekilde Ortodoks, Katolik ve son yıllarda hızla sayıları artan Protestan gruplar vardır.

Yahudiler ise daha az gruba sahiptir. Aşkenaz, Seferad, Karaim gibi gruplardır. Karaimler ve Aşkenazlar arasında çok sayıda Hazar İmparatorluğu zamanında Yahudiliği seçen Türk olduğu söylense de sayıları şu anda bazı araştırmacılara göre yüzün dahi altında olan Karaimler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Irk ise tamamen karışmıştır. Türkler,  Kürtler, Lazlar, Zazalar, Gürcüler, Araplar, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler olmak üzere çeşitli gruplar vardır. Bunların çoğunluğu kendini Türk kabul etse de kendi aralarında sosyal-kültürel ve ekonomik çıkarlar bakımından faal etkinlikler bulunmaktadır. Herhangi bir menfaat halinde birbirlerini kollamakta birbirleriyle iletişimlerini oldukça canlı tutmaya çalışmaktadırlar. Bir kısmı kimliğini saklarken, diğerleri kimliğini saklama lüzumu hissetmemektedir. Kimliğini saklamama lüzumu hissedenler başta Türkler ve Kürtlerdir. Ancak Türkler ve Kürtler arasında ciddi kız alışverişleri, mezheplerinin aynı olması aralarındaki sorun olarak gösterilen ayrılığı neredeyse bitirecekken, Türkiye’nin yaklaşık otuz yılına mal olan ve ne zaman biteceği belli olmayan bir kırgınlık faktörüne dönüşen terör olayları sebebiyle kimi zaman yükselmekte, kimi zaman ise düşüşe geçmektedir. Perde önünde etkin iki grup olmasına rağmen sayıca az olan gruplar, sayılarının az olmasına göre pastadan aldıkları pay çok daha büyüktür, çünkü küçük gruplar çok daha organizedir. Araplar bir başka gruptur ve söz konusu grup arasında da Alevi ve Sünni olmak üzere iki farklı grup bulunmaktadır.

Anadil bakımından özellikle Türkçeden başka dil bilmeyenler ve Kürtçe bilip daha sonra Türkçe öğrenenler toplumun önemli bir kesimini oluşturur. Lazca, Ermenice, Arapça, Rumca, Gürcüce de yaşayan ama az konuşulan diller arasındadır. Kendilerini saklamaya gerek duymadan kendi dillerini konuşanlar öncelikle Kürtler olup, onların da aksan farklarından dolayı doğru dürüst anlaşamadıkları ve o zaman da Türkçeye döndükleri görülür.

Tüm gruplar arasında en gerçekçi yaklaşım ise; maddi bakımdan içlerinde hem fakirleri hem de çok zenginlerinin bulunmasıdır. Aynı zamanda aşiret geleneği, eski Türk âdeti olmasına rağmen özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaygın olarak yaşayan sosyal bir baskı kurumudur. Öyle ki, babadan oğla geçen ağalık düzeni hala aktif olarak yaşamaktadır.

Daha önce de belirtildiği gibi kimse anne ve babasını seçme lüksüne sahip olmadığı gibi, ırkını hatta dini seçmedi. Yüzyıllarca emperyal güçlerin oyunlarına alet olan Türkiye’de yaşayan insanlarımızın bir kısmı kendi geleceklerini yabancı güçlerle ortaklık kurarak hayatta kalabileceklerini düşünebilirler. Türklerin dünyadaki tüm topluluklardan en farklı ve üstün özellikleri ise asla gittikleri coğrafyadaki insanların düşüncelerine, dini inançlarına müdahale etmemek olmuştur. Hatta Çin’i işgal edip, Çinlileşen Türkleri, Bulgaristan’da Müslüman iken Hıristiyanlaşan Müslümanları tarih hem de yabancı tarihçiler yazmaktadır. Özellikle Sünni kesim üzerinde etkin olan yüze yakın dini grup, diğer dinlerdeki gibi başka insanları İslam’a davetten çok Türkiye’deki ve Türkiye asıllıları paylaşmaya çalışarak taraftar sayılarını artırmak gibi bir yol izlemektedirler. Hâlbuki Sünniler zaten Müslüman o konuda birlik sağlamaları enerjinin boşa harcanmaması hususunda önemli bir adım olabilirdi. Aynı zamanda içerideki insanlar en nihayetinde ben Müslüman’ım derken onları sadece kendi taraftarları diğerleriyle rekabet eden grup yapmaktaki amaç net olarak anlaşılamamaktadır.

Coğrafyamızdaki din kavgası, dini görüş farklılıkları çoğu zaman bölünmeye yol açan ciddi bir bölünme, zayıflama, yok olma aracına dönüşmeden bu gidişe bir dur denmelidir. Aksi takdirde, dini grupların tüm yaptıkları eylemler, rekabet, kimi kesimlerin ise günümüzde daha da net olarak görülebilen ve dini kullanarak bu dünya mallarına konma sevdaları toplumda yakın bir zamanda kendini hiçbir dine mezhebe ait olmayan sayısında olanlarda ciddi bir artışa neden olacağı neredeyse kesindir. Dini bir grubun yıllardır soru çalarak, sınav merkezlerine kablo döşeyerek yaptığı eylemler sıradan insanda tüm dini kimlikle ön plana çıkan gruplara karşı bir güvensizlik oluşturmadığını kim iddia edebilir? Din maskesi altında dünyalıkları elinden alınan sıradan insanlar tüm gruplara şüpheyle yaklaşmaktadır. Artık din bu coğrafyada baskı, sindirme, ayrıştırma aracı olmaktan acilen çıkarılmalıdır. Din özgür irade gerektirir. Korku ile din yan yana durmaz. Yaradan yarattığı ve verdiği nimetler için önce sevilir. Sevgiden önce korkunun topluma yerleştirilmesi çözümden ziyade ikiyüzlülük ve çıkarcılığı ardından da bozulup yok olmayı getirebilir.

Görüldüğü gibi Türkiye’de birçok sınıf bulunmaktadır. Elbette bu sınıfların tabanında ve tavanında olanlar, üst sınıflar ve alt sınıflar olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Toplumsal farklılıklarımızı kabul ederek, ortak bir dil oluşturmaktan başka çaresi olmayan toplumumuz Irak ve Suriye olaylarından acilen ders çıkarmak zorundadır. Irak, çok  "ırak" değil!

***

Türkiye’de olan bu durumların benzeri dünyada da aynen geçerli ancak dünyada da burada da insanlar kendilerine mutluluk getireceğine inandırılan hedeflerin, kendisine inandırılan mutluluk için gerekli kaidelerin peşinde gerek televizyon dizileriyle, gerek yarışma programlarınca kuşatılmışken doğru karar verme iddiasını taşıyamaz.

İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyalleşme uğruna öz benliğinden normalde karar verirken asla yapmayacağı şeyleri toplum ve toplumunun istekleri doğrultusunda yapan ikiyüzlü bir varlıktır da.

Maddi açıdan, manevi açıdan, sosyal açıdan, sürekli kuşatma altında olan varlık olan insan aslında rotadan çıkması ve “kral çıplak” diye bağırması halinde sesini kimsenin de duyamayabileceği bir alana taşıyarak çöpe atılması gerekmektedir.

İnsanlar genellikle çok güzel bir hayata kavuştuklarında harcadıkları hayatlarına ve hemen arkalarından en ufak bir müdahalede bulunmayacakları mal yığma savaşının boş olduğunu mezara girmeden, servetlerinin onları hiçbir şekilde kurtaramayacağını görerek ölmeleri aslında boşuna bir uğraştır.

Modern insanlık aslında özgür olduğunu düşünür ve onları gören doğu toplumları onlara özenirken aslında onlar da sistemin vitrin kölelerinden başka bir şey değildir. Misal bir Alman yaşlanınca maaşının önemli bir kısmını kendine bakacak huzurevi için harcar. Yediği içtiği bir yana hayatının sonunda en nihayetinde yalnızdır. Şanslı olanlar Antalya’da beş yıldızlı bir otelde özel anlaşmalarla Alman yaşlı misafirlerine on iki ay boyunca bakıcılık yaparlar. Sezon açılınca da odalarında kalmaya devam eden yaşlı Almanlara bakıcılık görevi Türklere düşer. Alman yaşlandığında Türk ona hizmet eder.

Soru şu Antalya’da beş yıldızlı otelde Almanların yaşlılarına bakan, onlara servis hizmeti veren, yani Almanın hizmetindeki kişin mezhebi ve dini inanışının Alman için önemi var mıdır? Alman yaşlıya Türk vatandaşını gönüllü hizmetçi kılan gerçek neden nedir?

Alman vatandaşı veya İtalyan vatandaşı aslında kendi özgür seçimiyle söz konusu ülkelerin vatandaşı olmamıştır. Bu durum tersi de olabilirdi. Asıl mesele de Türk, İtalyan veya Alman olmak değildir.

Almanlar çalışma disiplini bakımından en disiplinli milletlerden birisidir. Bu durum Almanlara Türk veya başka üçüncü dünya ülkelerinden kişilerin hizmetçi olmasını kısa süreliğine de olsa sağlıyorsa,  aksi durum da geçerli olabilir.

Petrolü olan ancak dünya medeniyetine katacak hiçbir şeyi olmayan,  gün boyu klimalı lüks odalarında yatan petrol şeyhlerinin yaşadığı lüksü de diğer taraftan gelişmiş ülkelerin işçileri sağlıyor. Ne için? Sözde daha güvenli ve daha sağlıklı ve altmış yedi, yetmiş yaşına kadar çalışmak ve emeklilikte daha güzel günler yaşamak umuduyla batı işçisi de petrol şeyhinin yaşadığı konforu temin eden kişidir. Batı işçisi bu durumdayken doğu işçisinin durumu daha vahimdir. Bu kadar da batı işçisinin lüksü olsun artık diye düşünülebilir!

Doğu veya Batı işçisi veya sıradan insanı arasında farklılık yaşadığı konfor ile ayrılabilir. Batılı işçi herhangi bir batı ülkesinde köle olduğunun bilincinde olmayacak şekilde özenle kamufle edilmişken doğuda veya üçüncü dünya ülkesinde buna gerek yoktur. Bu açıdan batıdakilerde havanın soğuk olmasından kaynaklanan derin kış uykusu olacağı aşikârdır.

Adamın birisi bir iş başvurusu için şirketin birine iş müracaatında bulunmuş. Adamın mülakatına tesadüf eseri patron da girmiş. Patron bakmış ki adam son derece vasıfsız. Adama sormuş; "maaş olarak eğer kabul edilirsen bizden talebin nedir?” Adam kendinden emin bir şekilde “Valla ben ücret falan istemiyorum, benim üç öğün karnımı doyurun ve bana da kalacak bir yer temin edin ben sizden başka bir şey istemiyorum” dediğinde Patron; “Hadi oradan uyanık, asgari ücret neyine yetmiyor” diyerek adamın başvurusunu geri çevirmiş.

Bundan yüz yıl kadar önce köleliğin verimli bir çalışma şeklini karşılamadığını keşfeden batılı düşünürler, daha etkin bir çalıştırma yöntemini keşfettiler ve ilk yaptıkları da köleliği kaldırmak oldu. Amerika ve İngiltere’nin köleliği kaldırmak için neden başı çektiklerin asla anlaşılmadığından onlara demokrasi ve insan hakları savunucuları havarileri yakıştırması yapanlar, İngiltere’nin yıllarca Hindistan’da yaptıklarını ve Amerika’da beyazların Kızılderililerin  soyunu kuruturken, gerçekten dünyaya bir an olsun insan hakları ve huzur geleceğine inandı ya; bu aslanın “vejetaryen” olmasına inanmakla aynı şeydi.

Aslandan vejetaryan olmasını beklemek, akıllı olduğunu iddia eden insandan beklenebilecek bir davranış olabilir mi?

***

 

Şirket ve halkların uzun soluklu mücadelesini şirketler kazanmıştır ve kazanmaya devam etmektedir. Çünkü şirket dinamik bir yapıdır. Hızlı karar alma süreçleri vardır. Kurallar çok daha çetin olduğundan “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mantığıyla bunu çok uzun zaman önce bırakın kişileri, devletleri bile alt ettiğini bilmemek olmaz. Aynı şekilde savaşları, devletleri finanse eden şirketlerin varlığı hakkında, güçlerinden, yaptıkları yasal ve yasadışı işlerden birçoğunu da günlük hayatta görebiliyoruz. Örneğin bir köylü ormandan bir ağaç kesiyor, sadece donmamak için, hayatta kalabilmek için bu ağaca ölümcül ihtiyacı var. Söz konusu kişiyi yakalayan ormancı, traktörünü bağlayabilir ve binlerce lira değerinde ceza kesebilirken, Türkiye’de maden arayan bir başka şirket ise binlerce ağacı yok ederken hukuk ve adalet zırhına bürünebiliyor. Üstelik farz-ı misal madenin cinsi altın olursa büyük ihtimalle, söz konusu ülke üçüncü dünya ülkesi ise, şirket uluslar arası bir şirket ve muhtemelen de yerel halkın, halkın genelinin lanet okuduğu, bir ülkeye ait bir firmadır. Ancak kimsenin üzülmemesi için söz konusu yabancı şirket hangi ülkede yerleşik olursa olsun, insana bakış açısı kendi ülkesi de dâhil olmak üzere insanlara bakışı materyalist bir bakış açısı olup, sağladığı fayda ölçüsündedir. Yani tabiri caizse bir makine kadar değildir. Aslında buna şaşırmamak lazım, sık sık şahit olduğumuz üzere öz kardeşlerin birbirini üç kuruşluk mirasa konabilmek için hunharca katlettiği her ülkede, din dil fark etmeksizin şirketlerin kararı, görüşleri en azından sinsice değil oldukça dürüstçedir.

Dünyada şirketlerin para hırsları ve güçleri sanıldığından çok daha güçlüdür. Düşünen birisi bunu kolaylıkla bulabilir.

Amerika’da 2008 yılında büyük bir kriz oldu. Bizi teğet geçtiğini söylenen kriz Amerika’yı oldukça hırpaladı. Emlak krizi ile başlayan kriz birkaç finans devinin, piyasadan silinmesi binlerce işsizle ve evini satmak zorunda kalan binlerce krizzedeler ve oldukça önemli sayıda evsizler, batak krediler oluşmasına neden oldu. Bir kişi sadece on milyar dolara yakın sisteme zarar verdi. Hâlbuki batanlar binlerce insanlardan ibaret olan gerçek üreticiler olmasına rağmen onların gözünün yaşına bakmayan Obama kredi veren kurumlara 1 trilyon dolar destek yaptı. Çoğunlukla uğraşmaktansa, az bir grubu tercih etti. Hâlbuki söz konusu insanlar oldukça akıllı insanlardı ve Kızılderilileri yok edip vatanlarına kurulmuş olan halklardı. Yıllarca kölelere sahip beyazların daha az bir grup tarafından köleleştirildiğini anlamaları uzun süreceğe benziyor!

İnsanlar ne kadar güçlü ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, devletlerinin gücü devlete çöreklenmiş oldukça güçlü şirketlerin söz konusu ülkeyi şimdilik üs olarak seçmelerinden kaynaklanır. Almanya demek; “Siemens, Bosh, Mercedes” vs demektir. Ancak gerçekte sıradan bir Almanla Türk arasında fark, renk farkından ziyade, şişirilmiş egolardan ibarettir.

Dünyanın hemen her ülkesinde benzer durumlar yaşandığından eminim. Kontrol araçlarıyla çevrilen insan ve insanlık aslında son günlerini yaşıyor bile olabilir. Olmayan bir hayatı yaşıyoruz ve kimsenin kimseye köle olmaması gereken 21. Yüzyılda köle biz olmadığımız veya köleler olarak tanımlanmadığımız sürece sorun hissetmeyiz.

Bir şirketten bir milletten güçlüdür. Bunu kanıtlamak için vergi kanunlarına uluslar arası şirketlere verilen imtiyazlara bakmak yeter de artar bile. Tarımdan otomotive kadar hemen her sektörde bu durum geçerlidir. Aksini iddia etmek ise; şirketlerin avukatlığı, organize grupların elçiliği, kapitalistlerin sözcülüğüdür. Bunu net olarak ifade etmekte sakınca görmüyorum. Yapılan kanunlar şirketleri koruyor vatandaşa yük yüklüyorsa devlet aslında şirketindir bu kadar basit. Birinci sınıf ülke veya ikinci sınıf ülkeler arasındaki fark, patronla işçi arasındaki fark gibidir. Sözgelimi Türkiye’de büyük bir şirket uluslar arası bir yapıya bürünmek istiyorsa mutlaka uluslar arası korumaya, kazandıklarını paylaştıkları ölçüde varlığını devam ettirebilir en azından bizde durum böyledir. Telsim adlı bir firma el değiştirince başka bir uluslar arası gücün eline geçerken, sıradan halkın anladığı ile gerçekte olanlar oldukça farklıdır. Cem Uzan’ın Fransa’da ikamet etmesi, Fransa’nın korumasında olması da sıradan insan açısından önemsizdir. Ancak aynı Uzan benden yıllık savcı Öz yıllık bir milyar dolar aldı ve buna rağmen yine de beni yok ettiler dediğinde, aynı Öz’ün Amerika adına taşeron olarak gerekli komisyonlarını aldığını görmemek olmaz.

Kabul etmek gerekir ki, akşamları oturduğumuzda izlediğimiz program adı altında yayınlanan her şey akşama kadar aldığımız her şeyi geri vermek üzere tasarlanmış mükemmel bir yapıdır. Bunda da şaşıracak bir şey yok. Biz kimiz ki, sabahtan akşama kadar bu insanlar bizi eğlendirmek için kılıktan kılığa girsinler. Sirk cambazı, bir soytarı dahi bunun bedelini izleyicilerden alacağı umuduyla onca eziyete katlanır. Bir dilenci dahi sürekli Allah’ın adını kullanarak dualar ederken, birinin gerçekte; cebinden bir miktar alabilme umuduyla yaptığı “profesyonel” iştir.

Yönetmek bunlardan en önemlilerindendir. Diğeri ise, elbette güç için yapılır. Devlet hantaldır, şirket dinamiktir. Devlet yakıtı kömür olan bir trenin hızındayken, şirket süpersonik jettir. Elbette varacağı yere daha hızlı gitmek isteyen devlet adamları, din adamları, dünürler, filozoflar yazarlar, jetlerle çok daha hızlı bir şekilde ulaşacakları yere ulaşırlar. Bu bir nevi yardımlaşma, koalisyon demektir. Devlete yol gösteren, hızına hız katan şirkete nazaran sıradan insan devletten, kiliseden kısacası herkesten her şeyden beklenti içindedir.  Devlet gelinlik bir kız gibidir. Devlet kimine göre anne kimine göre babadır. Şirketlere göre ise İmparatorluklar dahi gereksiz gelmiş ve bundan yaklaşık yüz yıl önce hepsini yeryüzünden silmişler dev olmuşlardır.

 

“Yemyeşil düzlüklerde binlerce yabani at bir arada otluyordu. Bunlar yani bizim şu anda at diye bildiğimiz hayvanlar kendilerine ne diyorlardı, hangi dili konuşuyorlardı veya dilleri var mıydı, bilinmez.

 Atları uzaktan gören avcılar çok uzaklardan geldiler, renkleri yüz şekilleri farklı adamlar farklı zamanlarda gelip atlardan bir kısmını peyderpey alıp gittiler. Onlara barınaklar kurdular, sırtlarına evlerini eşyalarını kendilerini yerleştirdiler. Medeniyet değişti, insanlar uzaklara çok uzaklara seyahat ettiler. Atları ilk kez ehlileştirenler diğer halklara uzun süre hükmettiler. Bozkırda otlayan atlar bundan binlerce yıl önce o günün kıtalararası füzeleri oldular...” (1)

Aynı bozkırda otlayan atların bir gün farklı topluluklara hizmetçilik yapacakları elbette atların asla aklına gelmezdi. Ancak onlar at olarak, çok fazla seçim şansına sahip değillerdi. İyi koşabilirlerdi, soğuk havalarda dış ortamlara insana nazaran daha dayanıklıydılar ama eksik bir tarafları vardı. Taktik ve stratejiden yoksundular. İçgüdüsel olarak bozkırda yüzyıllardır halen atalar gibi şu anda ihtiyaç duyulduğunda kullanılacak kendi periferisindeki diğer canlıların kaderini yaşamışlar ve uzun yıllar insanlara hizmet etmişlerdi. Ancak modern insan denilen sıradan ve günümüz insanı kadar da acınacak halde değillerdi. Şüphesiz akıllı bir hizmetçi, nitelikli bir hizmetçi niteliksiz bir hizmetçiden çok daha faydalı olabilir. Atlar, insanların diğer insanüstü varlıklar tarafından ehlileştirilip aynı zamanda ona kimlik verildikten sonra başka bir dönüşüme geçişlerinden itibaren değerlerini yitirmeleri gibi değerlerini yitirmişlerdi.

İnsanlara verilen kimlikler çok basitti. “Sen şu kadar parası olan, şu millete ait özgür ve özgür iradesi olan, ırkıyla gurur duyması gereken bir varlıksın. Hatta o kadar güçlüsün ki para gücünle normalde asla sahip olamayacağın bir kadınla birkaç saat, gün hatta yıllar geçirebilirsin, bu senin hakkın çünkü sen güçlüsün, paran var. Diğerleri insanlar da dâhil senin zevkini tatmin etmek için dünyaya gelmiş olmalı.” Bu iddia bir bakıma hayvanlar ve bitkiler haricinde diğer grup familyada yani sözde en güçlü, aklı iradesi olan insanlar arasında karşılık bulur ve güçlü insanın bir şey yapmasına gerek kalmaksızın, “sende şu kadar para var ve bu paradan bana şu kadar verirsen, senin için ben şu işleri yapabilirim” der. Bunu hepimiz, her gün aslında diyoruz. Bunu hayvanlar da der belki ama genellikle daha vahşilerini her ihtimale karşı tel örgüler ve yüksek duvarlar arasında tutarak yine de gerekli güvenlik önlemlerini almak icap eder. Bir aslan, sahibini tel örgüler arkasından eğlendirebilirken, “sio” olarak alınan çok yetenekli bir hizmetçiden tel örgülerle korunmaya ihtiyaç yoktur. Hatta o ve onun gibiler daha birçok hizmeti görmek üzere zaten gönüllü olarak hemen her gün, muhteşem “ci-vi-leri” ile zaten kapınızda size bir telefon kadar yakın beklemektedirler. Hayvanlardan yeterli hizmeti almayı arzu eden insanın icat ettiği tel çitlere karşın insanlar için sonsuz bir güven içinde olması şaşırtıcıdır. Hâlbuki insanın, insandan korunma çitleri ise daha özel olarak tasarlanmış olmalıdır. Tasarlanmıştır da!

İnsanlar birbirlerinden aslında gerçekte olmayan dairelerle ayrılırlar. Bu bir nevi yüksek gerilim verilmiş tellere benzeyen, dokununca yanılan çitlerdir. Misal insanları çevreleyen çitlerin en önemlileri dindir. Milliyet ve dili bir başka yapıyı teşkil eder. Aynı şekilde, dış görünüş, eğitim, ülke, bölge gibi sonsuz sayıda yüksek gerilim verilmiş ayıraçlarla ayrılan insanların bir araya gelip de birbirleriyle doğru iletişim kurabilme şansları nerdeyse imkânsızdır. Örneğin on beşinci yüzyılda Avrupa’da tek bir dil bilerek tüm insanlarla ticaret yapabilen, iletişim kurabilen insanın artık onlarca dil bilmesi gereklidir. Aynı şekilde ister Hıristiyan, ister Müslüman olsun insanların birbirleriyle aralarında oluşturulan görünür görünmez kalın ve yüksek gerilim verilmiş duvarlar bulunmaktadır. Ülkemizde sadece Sünni gruplar için kurulmuş faal yetmişe yakın farklı dini akım sadece Sünni zümreyi birbirinden uzak tutmaya yarayabilecek yüksek gerilim daireleridir ki, çoğunlukla bu da söz konusu grubun liderinin bir sözüne bakar.

İnsanlar genel olarak asidirler. O kadar asidirler ki, onları yedirmiş, içirmiş, giydirmiş, anne babalarına, kardeşlerine ve yakın akrabalarına dahi asilik gösterebilirler ve onlarla iletişimlerini kesebilirler. Ancak yine aynı insanlar; hayatlarında fiili olarak hiç görmedikleri bir efsaneden ibaret olan şeylerden de medet umarlar. Bu kendi karnını doyurmaktan mahrum bir eli ayağı tutmayan bir yatalak hastadan tüm dertlerine şifa bulmasını, aynı zamanda ona yiyecek vermesini beklemek gibidir. Zaman zaman ortaya çıkan ve her defasında insanları kandırmaya muktedir olan saadet zinciri olarak sadece üsttekilerin kazanabilecekleri bir sisteme dâhil olabilirler ve ellerinde avuçlarında ne var ne yok böyle bir sisteme yatırabilirler. Beş yıldızlı otellerde verilen partiler, övgü dolu hikâyeler, grubu coşturmak için uydurulan efsaneler aslında gelecek büyük felaketin kusursuz hazırlığıdır. Her zaman insanlar bu tuzağa düşmüşlerdir ve düşmeye de devam ederler. Kumarhaneler “Laz Vegas” bunun en canlı örneğidir. Şans oyunları bunun başka bir örneğidir. Ortada hiçbir üretim olmaksızın paradan para doğurtan sihirbazlar gün gelir parayı öldürürler. Paranın doğuracağına inanan bizler mecburen öldüğüne de inanmak zorunda kalırız, lakin iş işten geçer. 

 

(1) http://blog.milliyet.com.tr/kaybolan-nesil/Blog/?BlogNo=570373

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..