Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '11

 
Kategori
Felsefe
 

Dünyalı Filminden sonra

Hayat o kadar da uzun değil
 Eğer hayat gerçek ise ve biz de doğanın içindeysek aslında her şey bir bakıma olanaklı. Eğer anlatıla gelen bir hikâyeye inanmak istiyorsak ve inanırsak boşluklarını kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda doldurabiliriz. Tıpkı Habeşlerin söylediği gibi; ‘tanrılar siyahtır.’ Bu da bizim yaşadıklarımızla oluşturduğumuz hayal gücümüze bağlıdır.
Tabi ki insanın iman etmeye olan ihtiyacının ki neden bu ihtiyaca sahip olduğumuzu bir yana bırakırsak doldurulması gereken bir gereksinim olduğunu düşünüyorum. Bu gereksinimi nasıl karşılayacağımızı hayat şartlarımız ve belirlemektedir. Neye inanıp neye inanmayacağımız, hangi ‘kural’lara göre yaşayacağımızı da aynı şeyler sınırlamaktadır. İyi olduğuna inandığımız davranışlarımız bir örüntü oluşturmaktadır. Bu örüntü neye ve nasıl inanıyorsak inanalım bizi mutluluğa götürmektedir. Bu örüntüyü değiştirecek olan da bizi inanmaya sevk eden yaşantılarımızdır.
Öylece sürüp giden hayatımızda durup dururken, ‘tabi ya bu ilk insanlar neye inanıyordu? Acaba benim inandığım ile onun inandığı aynı mı?’ gibi sorular sorarak iman ettiğimiz şekli sorgulayabiliriz. Ya da ilk canlının oluştuğu ilk ‘an’a gelip bu gücün kaynağına ve hatta daha da geriye gidip o ilk an’ın patlama ya da her neyse nasıl oluştuğuna ilişkin sorular da sorabiliriz. Sorgulama sonucunda inanışlarımızda yaptığımız değişiklikleri kimin hayatında uygulayabiliriz ki? Aynı dine inanan iki din insanının –imam, rahip- da yaratıcı adına yaptıkları birbirinden çok farklılık gösterirken bizim yaptıklarımızın sadece kendi doğrularımızla ilişkili olması çok da anlamsız/mantıksız olmasa gerek.
Kendi doğrularımız? Doğru kavramlarımızı da oluşturan şey de zaten aynı şey değil mi? Din, yaşayış, tanrı, öğrenimlerimiz vb. İnsanın böyle bir doğada aklını kaçırmadan yaşıyor olması bile bir mucize bence. Her şey ama her şey birbiriyle ilintili ve bu ilişki bir zincir gibi… Bir olgu var ve bizi hep aynı sonuca ulaştırıyor, deneyimlerimizi ve hayal gücümüzü sonuçsuz bırakıyor: Peki tamam da, ya daha öncesi?
Acaba en iyisi hiç düşünmemek mi? O ilk an neyse ne, binlerce yıllık canlılar tarihinde ki geleceği de düşünürsek kapladığım sadece altmış yetmiş yıl. Nasılsa sonsuzu göremeyeceğiz, ya da ilk an’ı görmedik. Nasıl öğrendiysem veya nasıl anlatıla geldiyse ona göre yaşamanın bizi o kısa sürelik hayatımızdaki zevk veren şeylerden mahrum bırakmaktan başka bir zararı olmasa gerek. O zarar, başkalarına bazen fayda da sağlıyorsa neden olmasın ki?
 
 

 
Toplam blog
: 70
: 1093
Kayıt tarihi
: 27.01.08
 
 

Çok da eskilerde olmayan bir tarihte doğdu. Kulağına ismini fısıldadılar: İsmail. İsmini büyüyünc..