Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '13

 
Kategori
Deneme
 

Dünyalık, Özkök ve itiraflar…

Dünyalık, Özkök ve itiraflar…
 

‘Türklükten istifasını’ okumuştuk Ertuğrul Özkök’ün  (*). Sonra Ahmet Hakan, “sıkıysa Beyaz Türklükten de istifa et” demişti. Bu kere Özkök itiraflarıyla taşı gediğine koydu. Bulunmaz bir örnekleme imkânı verdi bize de. Buyurun birlikte okuyalım 19 Şubat tarihli yazısından Özkök’ü:

“Ben de aynı samimiyet ve inançla onun için şunu yazabilirim: ‘Sevgili Ahmet, sıkıyorsa sen de hayatın nimetlerinden vazgeç bakalım’

İkimiz de geçemeyiz. Artık çok geç. Çünkü ikimiz de bu ülkenin ‘sonradan görme çocuklarıyız…”; -Ben Kahramanlar’dan çıktım geldim, sen Silivri’den. –Ben bir matbaa işçisinin çocuğu olarak doğdum, sen bir memurun çocuğu olarak. –ikimiz de iyi şarabı 40’lı yaşlarımızdan sonra tattık. –ikimiz de iyi arabalara 40’lı yaşlarımızdan sonra bindik. –İkimiz de iyi restoranları 40’lı yaşlarımızdan sonra öğrendik. –ikimiz de hayata alnı secdeye değen ailelerde başladık. –Ben senden biraz daha önce, sen benden biraz daha sonra, muhafazakâr olmayan dünyayı da tanıdık.

Yani arkadaşım diyeceğim ki, bunca nimeti geç gördük…

Dolduruşa gelip, erken kaybetmeyelim…

Ha sonradan görmeliği de hor görme…

İyi insana minnet duygusu, şükretme itikadı verir…”

Kim ne derse desin, ben samimi itiraflar olarak okudum. Neler var bu itiraflarda neler… Dünyanın lezzetleri, mal-mülk sevdasının kararttığı gözler, ötekini kıskançlık, haset, elindekine sıkı sıkıya sahip çıkma ve biriktirme arzusu, geçmişteki fakirlik günlerine lanet, sonradan görme diyerek -anasını-babasını- küçümseme, sahip oldukları sandıklarının tepilemez, bırakılamaz, ulaşılması herkes için imkansız olan şeyler olduğu.. Ohoo neler var neler!

İşte budur asrımız insanın idrakine vurulan gem. Nasıl da kendini bağlıyor, nasıl da kendini sınırlandırıyor insan. Oysa vazgeçemeyeceklerini anlattıkları ıvır-zıvır şeyler. Hiçbir değerinin olmadığı, çarşıda pazarda satılan adi şeyler. Senin insanlığına katacağı hiçbir ulviyet yok, sana yükselebileceğin hiçbir basamak vermiyor, “Var biraz da sen oyalan” kabilinden önemsiz şeyler.

Ama vazgeçemezler, her ikisi de vazgeçemez. Dünyanın tadı damaklarında durduğu müddetçe vazgeçemezler. Doğrusu sahip olduklarından vazgeçip (bu kelime mecburen kullanılmaktadır) adam gibi bir ömür sürmeleri çok ama çok zordur. Adam olma vasıfları bir kişide yoksa vazgeçmek de neredeyse imkânsızdır.

İsterseniz sahip olduklarını yeniden okuyunuz medyanın en üstünde oturan ve yetkilendirilenlerin. Dikkat buyurunuz, insanlığa dair ne göreceksiniz? Hiçbir şey. Tamamı, hayvan ihtiyaçlarını gören, beden hayvanının ihtiyaçlarını gören ıvır zıvır değersiz şeyler. İşte terk edemedikleri kendilerince muazzam olan şeyler, görünüz ve bizleri kimlere, nasıl mecbur ettiklerini anlayınız.

Bir makalesinde şunları yazar Sibel Topçu: “Varlık, ZATından her an yepyeni oluşlarda, boyut boyut açığa çıkmakta, güller gibi açılmakta… Bizler ise bunca sonsuz frekanstaki oluşumun içinde, trajikomik bir şekilde, kaba madde boyutuna ait algı reseptörlerimizle tümünü anlama, idrak etme ve değerlendirme telaşı içindeyiz. Bu telaşın zihnimizde kaldırdığı toz bulutu içinde hem hiçbir oluşumu hakkıyla değerlendiremiyor, hem de bir değerlendirme merci gibi habire çabalayıp toz kaldırıp duruyoruz zihnimizin içinde”.

Olay budur, değerlendiremeyiz, çünkü oluşların! Her an boyut, boyut olageldiğinin farkında değiliz, dünyadaki ömrümüzü mal-mülk, zevk-sefa içinde geçirelim yeter telaşındayız. Oysa bunların hayvan ihtiyaçlarından farkının olmadığını anlayabilmeliyiz. Tüm algılarımızı maddenin anlaşılması ve beden zevklerimizin tatminine teksif edersek, asıl bizden istenen ulvi manaları kavramamız mümkün olmayacaktır.

“Ey iman edenler… Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allâh (onun yerine)öyle bir topluluk getirir ki, (O)onları sever, (onlar da)O’nu severler… İman edenlere karşı alçak gönüllü, hakikati inkâr edenlere karşı onurludurlar. (Onlar) hiçbir kınayanın kınamasından korkmaksızın, Allâh uğruna mücahede ederler… Bu Allâh’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir… Allâh Vasi’dir, Aliym’dir”. (Maide/54)

“Onları sever, O’nu severler”.. İşte mesele budur. O’nu sevmek. Bu vakit, O da, Onları sevecektir. Bunun için lazım olan ise, “kendisinden başkalarını” kalpten, zihinden, beyinden def etmektir. Ne varsa, kendisinden gayrı atmaktır zihin dünyasından, inanç sınırlarından, iman dairesinden. Dünya ve dünyalıklarda bunların içindedir.

Niyâzî Mısrî (K.S.) “Âşıkın cennetidir aşk ile cehennemde olmak, Lakin ona aşksız cennet cehennemdir” buyurur. Dünyalığa, örnekte belirtildiği gibi aşkla bağlanmak ise cehennemi olsa gerektir. O cehennemdeki rahatlık kısa süreliğine dünyayı tanzim etse de, sonsuz hayattaki olumsuzlukların da doğumuna sebep olacaktır. Öyleyse gönlü dünyalıklardan boşaltmak ve sahibine vermek gerekecektir. Sıkı sıkıya bağlanmak, sahiplenmek değil!

Doğrusunu ancak Allâh bilir.

(*) Gerçi Mustafa Aslan, Özkök’ün istifasını yanlış kişilere (Türk olamayanlara) verdiğini, oysa istidasını vereceği adresinin bir Türk Milliyetçisi olması gerektiğini anlatarak, ‘ya bu deveyi güdeceksin ya da bu deveyi sana güttüreceğim, başlıysan baş eğecek, dizliysen diz çökeceksin’ diyerek, istifanın mümkün olmadığını, kaderini yaşayacağını belirtmiştir.

 
Toplam blog
: 64
: 425
Kayıt tarihi
: 25.05.11
 
 

"Bom boş, Boşlukta" Konuyla ilgili eğitimim yoktur.Merak ve özel çabalarla bir şeyler yapmaya çal..