Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '09

 
Kategori
Öykü
 

Dünyalının uyumu

Dünyalının uyumu
 

Bir zamanlar bir sûfi dünyayı seyehate çıkar. Bir gün yolu bir kente düşer, bu kent şimdiye değin gördüğü kentlere hiç benzemiyordur. Sabah zamanı herkes işine gücüne gitmekte, sessizlik içinde yaşam sürmektedir. Kentin alışılmamış bir düzeni vardır, Sûfi kentin bu düzenine şaşar kalır. Öyleki yaklaşıp birine bir şey sormaya cesaret edemez. Karnı acıkmıştır, Kenti gezerken bir fırın görür, ekmek almak için içeri girer, fırıncıya para uzatarak ekmek ister. Fırıncı hayretle paraya bakar:

"Nedir bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik. Anlaşılan sen Rıza kentinden değilsin. Dünyalı olmalısın der. Sufi:

"evet ben bu kentten değilim diye karşılık verir. Fırıncı:

"Belli oluyor, dur öyleyse seni görevlilere teslim edeyim, onlar seninle ilgilenirler, bizim kentimizde para pul geçmez"der.Ve sûfiyi görevlilere teslim eder. Görevlilerden biri: "Meclise götürelim" der. Diğerleri de katılır, meclisin yolunu tutarlar, yol boyu sûfi düşünür, içinden:

"Paranın geçmediği bir kent, görevliler, ulular meclisi. Ne büyük ne görkemli yerdir Ulular Meclisi" diye kurar. Bir süre yürüdükten sonra varırlar. Ama sûfi bu kez iyice şaşırır, çünkü hayalinde ki görkemli meclisin yerine, sessiz bir köşede küçük bir yapıyla karşılaşır. Yerlere basit kilimler serilmiş, ak sakallı ulular bağdaş kurmuş, kentin sorunlarını tartışmaktadırlar. Görevliler uluları selamladıktan sonra :

"Bu dünyalı kentimize girmiş, acıkmış, ekmek almak için bir fırına girmiş, para vermeye kalkmış, yabancı olduğunu anlayan fırıncı, bize teslim etti. Ne yapalım?" diye sorarlar.

Ulular:

"Neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz, konakta bir yere yerleştirin, aşevine götürün, gerekeni yapın" diye buyururlar. Görevliler gerekeni yapıp, sûfiye, kentte nasıl yaşaması gerektiği bilgisini verirler.

"Burada para pul geçmez, burası rıza kentidir, rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın" derler. "Yeterki rızalık olsun bunu unutma", diye uyarırlar.

Sûfi yerleşir, rahatı yerindedir, kimse onu ne yaptığına dair soru sormaz, bir kaç gün sonra, eşyalarını toplayıp kentten ayrılmak ister, ama görevlileri karşısında bulur, görevliler: "Gidemezsin, bu kent rıza kenti adı üstünde, sen buraya rızanla geldin, biz de sana yiyecek verdik, yatacak yer sağladık, bu kentte kaldğın sürece bizden razı kaldın mı?" Sûfi:

"Kuşkusuz razı kaldım sağolun" der. Görevliler: "Şimdi bizim de sizden razı kalmamız gerek, yiyip içtiğin ve kaldığın günler için çalışman gerek. "Sûfi: "Madem ki töreniz böyle, çalışayım" der kabul eder.

Artık o rıza kentinin bir insanı olmuştur, her sabah işe gider, akşam evine döner. Yavaş yavaş dost arkadaş edinme çabasına girer, ama her kimle konuşmaya kalksa, "sen dünyalı mısın?" sorusuyla karşılaşır. Bu kentin insanları, kavga, kötülük, çekememezlik, kıskançlık gibi kötülüklerden arınmış insanlardır. Böylece günler, aylar geçer, sûfi giderek alışır ve sever, dünyayı gezmeden vazgeçer, burada yerleşmeye karar verir. Ama yalnızdır, bir gün yakın bulduğu bir arkadaşına bu kentte nasıl evlenebileceğini sorar, arkadaşı:

"Kentin ortasında bir büyük bahçe var, her cuma tanışmak, dost edinmek isteyenler toplanır, gençler gider, herkes orda karşılaştığı, beğendiği bir insanla evlenme yolunu arar, anlaşırlarsa evlenirler" der.

Sûfi cuma günü söylenen bahçeye gider, uzunca bir gözlemden sonra, bir kızı beğenir ve tanışır, ama bacının ilk sorusu: "Sen dünyalı mısın?" olur. Sûfi aylardan beri bu sözü duymaktan bıkmıştır: "Evet dünyalıyım ne olacak?", diye karşılık verir. Bacı: "Davranışlarından hemen belli oluyor, ama alınma zararı yok, sen ki beni beğendin, evlenmek için seçtin, bu konuda ben de sana yardımcı olurum, davranışlarını düzeltiriz " der. İşten artan zamanlarında buluşup konuşurlar.

Sûfi bir gün bacı ile buluşmaya giderken, büyük bir nar bahçesinin önünden geçer, bahçenin ne duvarı, ne bekçi ya da koruyucusu vardır. Hemen bahçeye dalar ve bir kaç nar koparır, yakalanma korkusuyla heyecanlanır ve bir kaç dalı da kazara kırar, ama ne gelen ne de gören olur, sûfi bacıyla buluşacakları yere gider. Henüz bacı yoktur, narları bir tabağa ve onu da masaya koyar ve bekler, bacı gelir. Narları görmesine karşın hiç ilgilenmez, oysa ki sûfi sevinmesini bekler, sonunda kendisi, narları gösterir. Bacı:

Narları nerden aldığını sorar, sûfi bahçeden kopardığını söyler. Bunun üzerine bacı:

"Beni düşündüğün için sağol. Ama o bahçenin yerini varlığını ben de biliyorum. Canım isteseydi gidip ben de alabilirdim, şimdi benim canım istemiyor, bu narlar burda boşa çürüyecek, başkalarının hakkını boşa çürütmüş olacağız, gelirken öğrendim, bahçeye de zarar vermişsin, oysa daha dikkali davranıp bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burda senden kimse bir şey kaçırmıyor ki.... Bunca zamandır da rıza kentinde yaşıyorsun. Bu kentte herşeyin rızalıkla alındığını bilmeliydin. Şimdi anlıyorum, sen bu kente ayak uyduramayacaksın" der bacı sûfiyi bırakıp gider, görevlilere söylemiş olacak ki görevliler sûfiyi divana bildirirler, Divan durumu tartışır ve sûfinin rıza kentine uyum sağlayamayacağı kararı verilir, bunun üzerine görevliler Dünyalı sûfiyi rıza kentinden atarlar.:)))))

 
Toplam blog
: 137
: 586
Kayıt tarihi
: 05.02.08
 
 

Evrenin dilini çözmeye çalışan; sevenlerin diyarından, yeryüzüne sevgi elçisi olarak gelen, dünya ay..