Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Dünyanın en Mistik Dansı

Dünyanın en Mistik Dansı
 

Semâ

Anlamlı Dönüş

“Semâ, fânîlik içinde bekâ zevkini tatmak,Allah’ın sırrına aracısız ulaşmak, Allah’la buluşmak, Aşkı kucaklayıp bağrına basmaktır.”

Mevlâna Celaleddin-i Rumi

Semâ, Mevlâna denince ilk akla gelen, görselliği ve estetiği ile seyreden herkesi etkileyen bir araçtır. Öyle ki, yüzyıllar boyunca olduğu gibi günümüzde de gerek ülkemizde ve gerekse tüm dünyada ilgi uyandırmaktadır.

Mevlâna’nın döneminden günümüze kadar sadece Sultan IV. Murad zamanında 18 yıl yasaklanmış.

Semâ, Türk kültürünün de önemli bir tanıtım unsuru olmuştur.

Mevlâna, Semâyı tarif ederken;

“fânîlik içinde bekâ zevkini tatmak, Allah’ın sırrına aracısız ulaşmak, Allah’la buluşmak ve aşkı kucaklayıp bağrına basmak”

İşte sadece ‘gözle seyredildiğinde bile insanları etkileyen ve 800 yıla yakın bir tarihi geçmişi olan bu ‘anlamlı dönüş

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından da koruma altına alınmış ve dejenere olmadan gelecek kuşaklara doğru bir şekilde aktarılması ve usûlüne göre yapılması konusunda çalışmalara başlanmıştır.

UNESCO?nun Kasım 2005 tarihinde aldığı bu tarihî kararla da Semâ, Somut Olmayan Kültürel Dünya Mirası listesine alınarak günümüz küresel dünya kültürü arasında resmî olarak yerini almış oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığımız da 22 Ekim 2008 tarihinde bir genelge yayınlayarak bu mânâlı ‘dönüş’ün aslına uygun mekânlarda ve ehil kişiler tarafından yapılması yönünde ilgilileri uyardı.(alıntı)

Konuk olduğum programlarda defalarca söylemişimdir, yazılarımda da pek çok defasında yazmışımdır.

Mevlana ve Şems adlı müzikal yazdığımı da çeşitli defalar dile getirmişimdir…

Mevlana benim yol ışığımdır. Hoş görmeyi, hoş bakmayı, kin tutmamayı, insanları sevmeyi, değer vermeyi, sevgimi ve ilgimi sunarken; dozunu abartacağım diye korkmamayı, gül düşünüp gülüstanlıkta olmayı, insanların giysileri ile değerlendirmemeyi, bana söylenen sözlerin yani canımı sıkacak olanların

Hz.Mevlana’nın söylediği:

“Her adama söyleyecek lafımız vardır lakin önce lafa bakarım laf mı diye sonra adama bakarım adam mı diye”

Düşünürüm ona göre gönlümün kırılmasına ve üzülmesine izin veririm.

Hoşgörüm arttı derken yine ondan esinlenirim. Onun söylediklerini dikkate alırım. Elimden geldiği kadar, nefsimin ve sabrımın yettiği kadar uygulamaya çalışırım. Mesela o derki:

Sevgide güneş gibi ol,

Sevgiyi; kendimde temel yasa ilan ettim. Sevginin yapım gücünün çok olduğunu gördüm ve inandım. Sevdikçe büyüdüm, sevdikçe güçlendim, sevdikçe bilir kişi oldum ve sevildim.


Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,

Dostluğa çok önem verirdim zaten. Ben insanları çok severim. Kardeşlerim benim başımın tacıdır onlar için hiç düşünmeden ölürüm. Çocuklarımda bin defa olacağı gibi… Akarsu gibiyim tabiki. Bu kadar hoş görülümüydüm? Hayır değildim. Katı kurallarım vardı. Katı düşünüyordum. Bilmeden etrafıma zarar verirken en çok kendime zarar veriyormuşum. Üzdüklerimden ziyade üzüldüğüm için dünyayı kendime kahr ediyordum. Bunun olmayacağını, bunun yapılmayacağını öğrendim… Kimseyi kırmamanın asl olduğunu dostluğun ve kardeşliğin kutsal olduğunun bilincine vardım…


Hataları örtmede gece gibi ol,

Bunu biliyordum. Bu da ailemin bizi terbiyesinden kaynaklanıyordu. Allah rahmet eylesin, Nur içinde yatsın babam. Dedikodunun çok kötü olduğunu affının olmadığını en büyük ahlaksızlıklardan birinin sayıldığını bize küçük yaşta öğretti. Başkalarına saygı duymayı bildiğimiz için hatalarını görmemeyi gördüklerimizi de onun hatası olarak kabul etmeyi ve yüzlerine vurmamayı öğrendik. Babamda ciddi bir Mevlana sevdalısı olduğu için onunda sözleri bizler için hep iyi olarak, yapılması gerekir olarak düşündüklerimizden olmuştur.


Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,

Her ne olursan ol,

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.

Ben bu konuda zaten bayağı bir şeyleri yazacağım…

Hz. Mevlana diyorki:

Mümkün olduğunca, elimden geldiğince, sabrımın izin verdiğince:

Sakin olmaya,

Sabretmeye,

Kızmamaya,

İnsan olduğumu unutmamaya çalışıyorum…

En önemlisi:

Ne isem öyle görünmeye gayret ediyorum… Bu benim yaşamım, ben neden bunları anlatıyorum. Ben yazı yazanım. Belki bir iki kişiye yazdıklarım; tecrübelerimden dolayı azda olsa bir yol gösterir. Bütün bunlar yaşanılarak ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin sözlerini değer vererek oluşuyor. Okuyarak onun her sözünün altını çizerek oluyor.

Ben Hz. Mevlana’nın, yol göstermesi ile olmaya başlanmış, inşallah azda olsa başarmış, bir yaşamım o kadar.

Yine Hz. Mevlana’nın şu sözlerine de kulak verelim istiyorum ki benim için gerçekten çok önemli:

 

Gerek yok her sözü, laf ile beyana… Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana...”


Bir yerde şöyle yazıyor:

Mevlânâ ile tanınan ve Mevlânâ'nın vefatından sonra onun adına tesis edilen Mevleviliğin tamamen tarikat âyinine âlem olan semâ'; aslında Arapça semâ' kökünden sama' ve sima' gibi mastar ve isim olup lügatte; dinlemek, işitmek, kulak vermek, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma gibi anlamlara gelir...

Terim olarak ise; mûsikî nağmelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip harekette bulunmaya, kendinden geçmeye, oynayıp raksetmeye, tasavvuf ehlinin cezbe haliyle ayakta zikretmelerine verilen isim olmuştur.

Anadolu’da yedi yüzyıldır Sema yapılıyor. Anadolu’dan tüm dünyaya yayılmış olan Sema mukaddes bir danstır…

Coşkudur,

Tasavvufda cezbe haliyle ayakta zikretmeye verilen isimdir…

Semayı izlemek başka bir boyutta olmak gibi,

Semayı izlemek ruha hediyeler vermek gibi,

Semayı izlemek dünya ile ahiret arısında bir köprü gibi…

Bedenin temizlği gibi…

Sema dönüşü sizi düşündürür.

Nasıl dersiniz! Nasıl bu kadar süre dönebiliyorlar.

Dönerler çünkü orada bedenlerinin değil ruhlarının komutası altındadırlar…

Mısır kabartmalarında ney’e benzer çalgılar varmış.

Göktürk kabartmalarında da dönen insan figörleri varmış.

Bu gösteriyorki Sema ve Ney-in çok eski tarihlere dayanan bir geçmişi var.

Bizler Sema’yı mevlana Celaleddin-i rumi ile öğrenmişiz yâ da öyle biliriz. Bir yerde Mevlana’dan çok önce bazı sufilerin de sema yapar gibi dönerek zikir yaptakları anlatılıyormuş.

Sema ile dönmek, dans etmek:

Gönlüne aşk ışığı düşmesi ile gerçekleşirmiş.

Bu her yerde olabilirmiş.

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ilk sema yapmasının bir sokakta olduğunu biliriz, bir kuyumcunun altın varaka vurma seslerinden ilham alınarak yaptığını ve dönmeye başladığını öğrenmişizdir.

Mevleviliği, Mevlana vefat ettikten sonra oğlu Sultan Veled kurmuş.

Bu mevlevilik adı ile kurulan bir tarikatmış.

Tabi burada semayı da sistemli bir hale getirerek kurumsallaştımış.

Sema-da:

Semazenler sağ ayak baş parmaklarını sol ayak baş parmağı üzerine koyuyorlarmış. Buna ayak mühürlenmesi deniliyormuş.

Yarı secde eder gibi birbirleriyle selamlaşıyorlarmış.

Bunada baş kesme deniliyormuş.

Kuran-ı Kerim okunuyormuş.

1. Bölüm: Mûsıkisiz olarak okunan Nât-ı Şerîf, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’in anılması;

2. Bölüm: Ney taksimi ile ilâhî nefesi temsil, yani beden olarak topraktan yaratılan insanın can olarak Allahtan bir parça olduğunun vurgulanması;

3. Bölüm: İlk iki Bölümü huşû ile oturarak dinleyen Semâzenlerin ayağa kalkarak dairesel bir döngüyle birbirleriyle selamlaşmaları. Bu da onların birbirlerini selamlıyor gibi görünse de Allah katından bir can taşımaları sebebiyle Yaradan?ın anılışıdır, Ona selamdır;

4. Bölüm: Kendi içerisinde 4 Selamı barındıran bu Bölüm, Semâzenlerin kısa aralıklarla Semâya kalkmasıdır. İlkinde Yaradanın yüceliği kavranarak kulluğun acziyetinin daha iyi anlaşılması, ikincisinde Allahın yarattıklarının muhasebesi yapılıp Onun büyüklüğünün idrak edilmesi, üçüncüsünde aşk ateşiyle benliğini yakıp bütün uzuvlarında Allahı hissetmesi (Fenâfillâh) vurgulanır. Bu esnada ise Semâzenler bedeni ile dönerken kalbi ve dili ile de Allahı zikreder (Zikr-i Celâl). Semâzenbaşı ise aralarında gezinerek birbirlerine olan mesafenin korunması konusunda onlara yardımcı olur. Post-nişîn olarak da 3 adlandırılan ve Mevlânayı temsil eden kişi ise (Şeyh Efendi) kırmızı postun ucunda ayakta durarak içinden dualar okur. Semânın bittiği dördüncü Selamda ise Semâzenler, kulluk vazifesini yapmanın verdiği zevk ve huzur ile yerlerine otururlarken Kurân-ı Kerîmden bir Âyet okunur ve Post-nişînin duasıyla Semâ son bulur.

Bazı bilim adamları Semâ yapılan yeri (Semâhâne) yuvarlak olmasından dolayı dünyaya, Post-nişîni güneşe, Semâzenbaşı’nı aya ve Semâzenleri de gezegenlere benzeterek Semânın güneş sisteminin bir anlatımı olduğunu vurgularken, bazı bilim adamları da bu konsepti atoma benzetir.

Post-nişîn ve Semâzenbaşının Atom Çekirdeğini (Nucleus) oluşturan Nötron ve Protonları, Semâzenler de bu çekirdeğin etrafında dönen Elektronları temsil ettiğinin tespitini yaparlar. Bu tespit ilk bakışta hayalî gibi gelse de Mevlâna, en önemli eseri Mesnevîde zerrekelimesini açıklarken bugünkü teknolojiyle kanıtlanabilen atomun (zerre) patlayabileceğini söylemesi bu tespiti kısmen hayal olmaktan çıkarmakta ve kendisine karşı olan hayranlığı bir kat daha artırmaktadır...

Semâ’nın bu tarzlardaki vasıflandırılmasının yanı sıra, hakkında tıbbî açıdan bazı araştırmalar da yapılmıştır. Bu araştırmalar neticesinde; Semâzenlerin törenler dışında da her gün egzersiz (meşk) yapması sebebiyle kalp-damar hastalıklarına sebep olan kolesterol, serum lipit ve trigliserid gibi kan değerlerinin normal derecelerde olduğu; Semâ esnasındaki baş ve bedenlerinin açısı nedeniyle baş dönmesi meydana gelmediği ve Semâdan alınan zevk, neşe ve girilen trans (cezbe) halinin de psikolojik olarak kendilerini rahatlattığı sonucuna ulaşılmıştır..

Semâzen kıyafetinin bugünkü haliyle ne zamandan beri kullanıldığı veya bu tarzın hangi yüzyılda benimsendiği konusunda net bir bilgi mevcut değildir. Ancak, Mevlevîlik geleneğinde belirginleştirilen bir usûlün öyle kolay - kolay bozulmadığını hatırlatırsak kıyafetteki bu tarzın da çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz.

Buna göre bir Semâzen kıyafetinin parçaları:

Bir düşman gibi kapkara olan nefsi temsil eden; bundan dolayı insanın bütün bedenini kaplar büyüklükte olan ve Semâya başlarken çıkarılan (arınılan) Hırka;

Ölünce başucuna dikilen mezar taşını temsil eden külâh (Sikke);

İçine giyilen gömlek; onun üstüne giyilen uzun kollu yelek (Destegül);

Bele bağlanan kemer (Elîf-i nemed; Elfî nemed);

Dar paçalı pantolon; son yüzyıllarda kullanılmaya başlanan ve dönüşü (çark)

Tabanı köselesiz yumuşak deriden yapılmış mes;

Semâ ederken daire şeklinde açılmasıyla gözlerden gönle mesajlar ileten Tennure.

Bu da ‘ölmeden önce öldüm ve sana geldim ey Rabbim’

Mesajını içerir ve beyaz olması sebebiyle de kefeni temsil eder.

Ayrıca tarihte padişahlar ve büyük kişiler tarafından özel kişilere hediye edilen elbiselere (hıl‘at)

İthafen bu mânâ çerçevesinde de değerlendirilir ve mânevî makâmdan giydirilen bir kıyafet olarak telâkki edilir.

Semâzen kıyafetinin içerdiği bu anlamlar yanında, Semâya başlamadan Semâzenin kollarının iki omzuna değecek şekilde çapraz durması (Niyaz),

Arap harfleriyle yazılımda ‘Allah’ kelimesinin ‘

Elifini; Semâya başladıktan sonra kollarını iki yana açarak sağdan sola, yani

‘Gönledoğru dönmesi, kâinatı bütün kalbiyle kucaklaması;

Yaygın bir kanaatle yukarı dönük olan sağ avucu ile Hak’tan aldığını,

Avuca yere dönük olan sol eli ile halka dağıtması anlamlarını barındırır.

Ayrıca Semâzenin Semâ ederken ellerini iki yana açması yine Arapça’da:

‘lâyani yoktur;

“Lâ İlâhe İllallâh”ın (Allah’tan başka İlâh yoktur) ifadesidir.(alıntı)

İnsaf et, aşk güzel bir iştir!
Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın kötü niyetli oluşundandır.
Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın;
Hâlbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.

Hz. Mevlana

 

Nazan Şara Şatana

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....