Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '11

 
Kategori
Anılar
 

Dünyanın kaderini değiştiren Kürt: A.Gülaman!

Dünyanın kaderini değiştiren Kürt: A.Gülaman!
 

Gülaman Bakırmaden arasında krom taşıyan havai hat.


Sevgili Tülin Aksoy’un 'Rüya' başlıklı son yazısında bahsettiği ortası delik para, bana önce çocukluğumdaki madencilik serüvenimi, sonra da dünya tarihinin akışını değiştiren ilginç bir olayı hatırlattı. 

17. yy.dan itibaren hızla sanayileşen Avrupa devletlerinin çok büyük bir derdi vardı: Avrupa’da yeterli maden ve petrol yatakları yoktu! 

Başta İngiltere olmak üzere ekonomisi güçlü emperyalist ülkelerin jeologları, bilinmeyen yerleri keşfetme adı altında dünyanın maden ve petrol yataklarını aramaya çıktılar. İlk hedefleri Afrika’ydı. Yerlilere verilmek üzere hediyelik eşyayla doldurulan sandıklar birkaç ay sonra, dağlardan toplanmış maden numuneleriyle dolu olarak Avrupa’daki laboratuarların yolunu tutuyordu. 

Sonuçta 18. yy.ın sonlarında Avrupa devletleri masaya yaydıkları harita üzerinde, sınırlarını cetvelle çizerek, Avrupa’nın 5 katı büyüklüğündeki Afrika’yı aralarında bölüştüler. Aslan payını Osmanlının egemenliğindeki Ortadoğu ve Mısır’ın Jura yaşlı formasyonlarında petrol yatakları olduğunu keşfeden İngiltere aldı. Fransa’nın payına Cezayir ve Fas, İtalya’nın payına Libya ve Habeşistan, Belçika ve Hollanda’nın payına Orta ve güney Afrika toprakları düşmüştü. Aralarında bölüştükleri topraklara; Fransız Cezayiri, Belçika Kongosu gibi isimler verdiler… 

Afrika paylaşımından pay alamayan Almanya ise Osmanlıyla ittifak kurup, Anadolu’daki maden yataklarını ve Ortadoğu petrollerini İngilizlerden önce ele geçirmenin peşine düştü. 

Avrupa’da bunlar olurken; yüzlerce yıl egemenliğindeki topraklardan aldığı vergilerle yaşayıp çağın ve bilimsel gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlı, birer ikişer kaybettiği sömürgelerinden sonra Alman imparatorluğunun ittifak teklifine sarılmakta gecikmedi. 

O sıralarda İngiltere, Sultan II. Abdülhamid’i Ortadoğu’ya giden bir demiryolu yapımı için ikna etmeye çalışıyor(1), ancak İngiliz’e güvenmeyen Osmanlı, Almanya ile anlaşma yapıyordu. Bağdat demiryolu hem ticareti canlandıracak, hem de Mekke’ye giden hacılar için güvenli yolculuk sağlayacaktı. Demiryolunun geçtiği yerlerde tarımsal üretim artacak, ekonomi canlanacaktı.(2) 

Anlaşmaya göre bütün masrafı Almanya karşılayacak, karşılığında ise; yolun iki yanında, 20 km. genişliğindeki topraklarda bulunan bütün madenlerin işletme imtiyazı ve bulunacak arkeolojik eserler Almanya’ya verileceği gibi, devlet ormanlarından bedava yararlanmak gibi daha pek çok ayrıcalık tanınmıştı. (3) 

Oysa daha üç yıl önce bir Alman bilim adamı Osmanlı toprakları için şöyle diyordu: "Doğu, ihtiraslı milletlerin denetimine girmeyen tek yerdir. Kolonileşmek için şahane bir alandır. Almanya bu fırsatı kaçırmazsa, dünyanın paylaşımında en iyi payı almış olacaktır." (4) 

Alman emperyalizminin ideologlarından A. Sprenger de, "... Şark, sömürgecilik için en güzel alandır./…/Şark'ın sömürgeleştirilmesi, Alman halkının bütün sınıf ve tabakalarına yarar sağlayacaktır." diyordu. (5) 

Heyhat! İttihatçı Osmanlı paşaları Almanya’yı güvenilir bir askeri müttefik olarak görürken, Almanya Osmanlıyı, topraklarını zengin bir hammadde deposu ve mallarını satacağı geniş bir pazar olarak görüyordu! 

Almanlar 1899’da demiryolunun yapımına başladı. Güzergâhı (tabii ki, maden yataklarının yakınından geçecek şekilde!) Alman Jeologlar tayin ediyordu. Diğer ülkeleri huylandırmamak için, Osmanlı ordusunda görev yapan diğer Alman subaylar gibi, demiryolunun yapımına nezaret eden Alman subay ve jeologlar da Osmanlı üniforması giyiyordu. 

Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, yapılan hesapları da, demiryolunun yapımını da altüst etti. 

Bizde, Emin Oktay’ın resmi tarihi yüzünden tarih bilinci dumura uğramış olanlar, Çanakkale savaşını Kurtuluş savaşıyla karıştırır (oysa aralarında yaklaşık 2 yıl vardır!) ve 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlıyı emperyalizme karşı direnen mazlum ülke sanırlar... Oysa o dönemde Osmanlı İmparatorluğu da emperyalist bir devletti ve emperyalizmin uluslararası kavgasında Almanya’nın safında yer almıştı! M. Kemal buna başından beri şiddetle karşı çıkmış ama sözünü dinletememişti. Hatta bizim tarihçiler ağızlarına almazlar ama Çanakkale cephesinde Miralay Mustafa Kemal'in komutanı bile bir Alman'dı. O kadar da değil, ordumuzun genelkurmay başkanı da bir Almandı: General Bronsart von Schellendorf. 

Osmanlı’nın askeri ve siyasi diktatörü, İttihatçı Enver Paşa, bu savaşta Almanya'ya yaranmak amacıyla Rus ordusunu oyalayıp, Alman ordusunun elini rahatlatmak için bir yandan doğu cephesine göz göre göre kışlık melbusatı dahi olmayan 90.000 asker gönderirken, diğer yandan Galiçya cephesine de 15. Kolordu'yu gönderdi. 12 bin şehit de hiç alakamızın olmadığı bu Galiçya topraklarında verdik. Sonuçta Osmanlı yenildi. Ne yazık ki, basiretsiz İttihatçı paşaların vebalini, canları ve mahvolan hayatlarıyla suçsuz günahsız Anadolu halkları ödedi. 

1930’lu yıllara geldiğimizde Hitler, 2. büyük savaşa hazırlanırken, Alman savaş endüstrisinin acil ihtiyacı olan madenler için Türkiye’nin kapısını çalmakta gecikmedi. Almanya, İngiliz’e kaptırdığı Ortadoğu yerine, gözünü bu sefer Hazar gölü petrollerine çevirmişti. Kars demiryolundan bir kol Elazığ’a, oradan Diyarbakır’a uzatıldı. Alman jeologlar Elazığ’ın o zamanki ismi Ergani Bakır Madeni olan ilçesinde yeni rezervler bulmak ve kalkopirit-bakır yataklarını işletmek için bir izabe fabrikası kurmaya başladılar. 

Şimdi gelelim öykümüze. 

Bu küçük ilçede, 1934 senesinde bir yaz günü, Alman ve Türk mühendisler yolun kenarındaki bir kahvehanenin önünde, alçak hasır iskemlelere oturmuş sohbet ediyordu. Bir köylü, odun yüklü katırlarıyla gelip tam karşılarındaki fırının önünde durduğunda vakit öğlen olmuştu. Fırın sahibiyle pazarlık yapan köylü, katırların sırtından odunları indirirken yükün dengede durması için çeki taşı niyetine kullandığı bir taşı yolun kenarına atıverdi. 

Köylüyü seyreden Alman Jeologlardan biri bütün dikkatiyle yere atılan taşa bakmaya başladığında dünyanın en önemli maden yataklarından birini keşfetmek üzere olduğunu hayal bile etmiyordu. 

Yerinden kalkıp karşıya geçti. Oduncunun yere attığı taşı alıp incelemeye başladı. Cebinden lupunu çıkarıp taşın yüzeyindeki minerallere daha yakından baktı. Hiç kuşkusu yoktu. Bu yeşil benekli siyah renkli taş, mineraloji derslerinde gördüğü bir taşın aynısıydı! 

Büyük bir heyecanla, biri Almanca'dan, diğeri Kürtçeden Türkçeye çeviri yapan tercümanları yanına çağırdı. Onlara, köylüye bu taşı nereden getirdiğini sormalarını söyledi. 

Köylü, Almanın neden heyecanlandığını anlamamıştı. Tercümana; 

“Odunları da taşı da Gülaman köyünden getirdim.” dedi.
“Adın nedir?”
“Abdullah Gülaman.”
“Bu taştan daha var mı orada?”
“Vardır! Kıyamet gibidir!”
 

Alman jeolog duyduklarına inanamıyordu. Sevincini gizlemeye çalışarak tercümana sordurdu; 

“Bizi oraya götürür müsün?”
“Götürürüm, lakin uzaktır!”
“Ne kadar?”
“Yolu yoktur. Katırla üç-dört saat çeker!”
 

Alman jeolog hemen bir işçi göndererek işletmenin tavlasından at istedi. Tercümanları da yanına alarak köylüyle birlikte yola koyuldu. O kadar heyecanlı ve sabırsızdı ki, ertesi günü bekleyememişti!.. 

Akşama doğru, Gülaman köyünün kuzeye bakan eteklerine vardıklarında sevincini gizleyemedi. Uçsuz bucaksız bu dağ başında göz alabildiğine her yer, yeşil benekli siyah taşlarla doluydu! O gece Abdullah Gülaman’a misafir oldular. Alman jeolog ertesi sabah ilçeye geri döndü. Hiç vakit geçirmeden Ankara’daki Almanya büyükelçiliğine iki kelimelik şifreli bir telgraf çekti; 

“Krom buldum!”  

Alman Jeolog o güne kadar Anadolu’da henüz rastlanmayan, ağır silah sanayinin en önemli madenini bulmuştu! 

Hitler, kendisine müjde veren Ankara büyükelçisine, kromun çıkarılıp Almanya’ya gönderilmesi için gerekli anlaşmaların derhal yapılmasını emrederken, Türk hükümetine de yapılacak bütün masrafların Almanya tarafından karşılanacağını taahhüt ettiğini bildirdi. 

Çok geçmeden, Alman mühendisler Gülaman köyünün 3 km. aşağısında, Sosin mevkiinde öğütme ünitesi olan bir lavar, kışın yağan metrelerce karda bile nakliyat yapabilecek bir havai hat, lojmanlar ve atölyelerin inşasına başladılar. 

Aradan iki yıl geçmeden; lavarda öğütülüp, taşından ayıklanarak zenginleştirilen krom cevheri; havai hatla Bakır Maden’e, oradan da bakırla birlikte trenlerle Almanya’ya sevk edilmeye başlanmıştı bile. Üstelik, bir vagon dolusu %53 tenörlü zenginleştirilmiş krom cevheri, Almanya’ya sadece ve sadece bir çuval şeker fiatına gönderiliyordu! 

Ben, yıllar sonra o işletmede doğdum. İlkokula gittiğim yıllarda Abdullah Gülaman’ı birkaç kez gördüğümü hatırlıyorum. Herkes onu kromu bulan adam diye işaret ederdi. Altmış yaşlarında, uzun boylu, yapılı bir adamdı. Yaz tatillerinde arkadaşlarımla çevreden topladığımız kromları lavara giden yolun kenarına yığar, bir kamyonu dolduracak kadar olunca da işletmenin maden çavuşuna satardık. Hiç unutmam, adam başı ortası delik 2.5 kuruş alırdık. Bir kutu kibrit parası! 

Kromu bulan Alman jeologun adını hiçbir zaman öğrenemedim. Alman mühendislerin hepsi savaş başlamadan Almanya’ya çağrılmış, daha sonra da kendilerinden bir haber alınamamıştı. Abdullah Gülaman’ın öyküsünü çeşitli vesilelerle, o yıllarda lavarın elektrik şefi olan babamdan dinlemiştim. 

2. Dünya savaşı başladığında Almanya, Türkiye’den gizlice gönderilen kromla savaş sanayisini öylesine güçlendirmişti ki, müttefiklerin yoğun bombardımanına karşın savaş meydanlarına sürdüğü top, tank ve silahların ardı arkası kesilmiyordu. Müteffik devletlerin savaş uzmanları, Almanya’nın en fazla 2 yıl içinde silah yapacak takatinin kalmayacağını hesaplamışlar, ama savaşın ortalarına gelindiğinde, Almanların nasıl olup da hâlâ silah üretebildiğine akıl erdirememişlerdi. Krom’un Almanya’ya Türkiye’den gönderildiği ise savaş bittikten çok sonra ortaya çıkacaktı! 50 milyon insanın hayatına mal olan bu savaş, A. Gülaman’ın bulunmasına vesile olduğu krom yüzünden 2 yıl süreceğine 4 yıl sürmüştü. 

Gelecek yazının konusu: İnanılmaz bir keşif sahtekârlığı, “Kromu ben buldum” diyen mühendis; A. Hüsrev Gülaman! 

(1) O tarihlerde, İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Henry Layard için bkz: Yuluğ Tekin Kurat, Henry Layard'ın İstanbul Elçiliği:1877-1880, Ankara, s:180) 

Ayrıca H. Layard için bkz: aşağıdaki blogumun giriş kısmı: 

http://blog.milliyet.com.tr/Hola_Melek%c3%aa_Tavus__Hola___1_/Blog/?BlogNo=260267)- 

(2) İ.Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman nüfuzu, 1983, s:79 ve s:102, İstanbul 

(3) A. Gavriel, Anadolu ve Bağdat demiryolları idaresinin içyüzü, Dersaadet, s:1 ve s:92 

(4) E. Ulubelen İngiliz belgelerinde Türkiye, 1982, s:14 

(5) D. Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, 1969, s:22 Ankara. 

Ayrıca bkz: Erol Muhelen, İngiliz Belgelerinde Türkiye, s. 14 ve Yedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara, 1970, s: 156-157. 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..