Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '11

 
Kategori
Dünya
 

Dünyanın pislikleri

Dünyanın pislikleri
 

Rezervuar Köpekleri


Yaklaşık yarısını izlediğim bir filmin sonunda şöyle bir sahne vardı. Rakibi, kirli yollardan güç sahibi olan şahsı yakalayıp bağlamış ve tabancasını yüzüne doğrultmuştu, "Şimdi seni öldürsem, sanki dünyadaki pislikler sona mı erecek? Hayır! Aynen devam edecek!" diyordu.

Adam doğru söylüyordu. Karşısındaki herif, bu dünyadaki ne ilk ne de son pislikti. Birini temizlemekle bu alemin pisliği bitmezdi. Biri ölse, bini hortlardı!

Gerçekten de mafyayı, terör örgütlerini, hırsızları, üç kağıtçıları, acımasız katilleri, bürokrasideki rüşvet (veya komisyon) tüccarlarını, esrar, eroin ve kadın satıcılarını kökten yoketmek mümkün değildir. Çünkü birçoğunun devletle basit ya da kompleks bağlantıları vardır. Bu bağlantılar onları korur, kollar; yakalanırlarsa, dışarı çıkmalarına yardım eder. Yani devlet, bir yanıyla adaleti, huzuru ve sükunu sağlamaya çalışmakta, diğer yanıyla da emniyeti suistimal eden fesat çıkarıcılara arka çıkmaktadır. Ancak, birini aleni olarak diğerini de gizli yapmaktadır.

Bir gün bir cinayet işlenir, başka bir gün bir yere bomba konur bir çok insan ölür. Bir devlet yetkilisi çıkar, ve "maktüllerin kanı yerde kalmayacaktır" diye söz verir ama bu asla gerçekleşmez. Çünkü takip, faile veya faillere ulaşmaya bir metre kala, meçhul kişilerin emriyle sona erdirilir.

Filmi izlerken, en elim ve en dehşet verici olayları, sıradan şeylermiş gibi tepkisizce seyreden ya da dinleyen insanları hatırladım. Zihnim kabul etmek istemese de içimde, onların öngörü sahibi akıllı insanlar olabileceğine dair bir kanaat oluştu. Demek ki, bu kişiler dünyada pisliğin, şiddetin, dehşetin, işkence ve katlin asla son bulmayacağını biliyorlardı. Kendilerini buna göre hazırlamışlardı. Tepkisiz duruşlarının sebebi buydu. Halbuki ben, eskiden onlara ne kadar da kızardım. Onları adeta sığır gibi görürdüm.

Düşündüklerimden hangisini doğru olduğuna karar verebilmek için bu konuda biraz fikir yürütmem gerekiyor. Acaba insan afetleri, felaketleri, savaşları; bunların getirdiği acıları, merhametsiz güç sahiplerinin döktüğü kanları, yaptığı eziyet ve işkenceleri olağan ve sıradan olgular olarak mı karşılamalı? Başkalarının başına gelene üzülmemeli mi? Belâ, sadece kendimize ve ailemize dokunduğu zaman mı ciddiye alınmalı?

Esasen doğanın veya beşeriyyetin meydana getirdiği musibetlerin önlenemeyeceği gerçeği ya da inancı bize, felaketleri doğal karşılamamız gerektiğini değil, bu konuda tarafsız olamayacağımızı gösterir. İnsan düşünen, anlayan ve hisseden bir varlık olmasi hasebiyle, dünyadaki her elim olaydan az ya da çok etkilenir. Ancak ona, gerçek anlamda şok yaşatan hadiseler kendine veya ailesine isabet edenlerdir.

Doğrusu insan, bu dünyadaki her facia için ağlayıp üzülecek, her acıyı paylaşacak kadar imkân ve güce sahip değildir. Denemeye kalksa, hayatı acı ve ızdırap yumağına dönüşür. Bu yüzden bazı şeyleri görmezden ve duymazdan gelebilir. Ancak bu, tamamen duygusuz ve hissiz bir kişilik olma anlamına gelmez. 

İnsan, her ne kadar başkalarının başına gelen olumsuzluklara üzülüyor görünse de daha çok, şahsına ve yakınlarına isabet eden belalardan etkilenir. Üzüntüye sebep olan şey kendinden, aile ve akrabalarından ne kadar uzaksa, olaya yönelik duygu yoğunluğu da o kadar azalır. Empati, gerçeği kavramaya yardım eder ama duygusal patlama yaratamaz.

Mesela Ermeniler, tehcir sırasında atalarının ölmesine veya öldürülmesine çok üzülürler, bunu soykırım olarak göstermeye çalışırlar. Ancak, "acaba Osmanlı, yıllardır kılına dokunmadığı, "güvenilir teba" olarak nitelediği atalarımızı neden göçe zorlamıştır" diye düşünmek istemezler. Çünkü bu noktaya gelince sihir bozulur, taşnak ve hınçak çetelerinin öldürdüğü Türkler hatıra gelir.

Ya da Yahudiler, uğradıkları soykırımı en etkili biçimde dile getirirken Filistinlilere reva gördükleri vahşeti hatırlamazlar. Biz, "uğradığımız vahşete üzülüp ağlarken, aynı şeyi niçin başkalarına yapıyoruz" demezler. Kaç Filistinlinin fanatik Yahudiler tarafından evinden atıldığını, kaçının topraklarına el konulduğunu, bu arazilerden ne kadarının üzerine İsrail vatandaşları için konut yapıldığını akıllarına getirmezler. Zira bu vicdanlarını rahatsız eder.

Aynı şeyleri kendimiz için de söylemek mümkündür. Bizler de, Yunan askerlerinin kadınlarımıza, yaşlılarımıza, çocuklarımıza uyguladıkları vahşeti yalın örneklerle anlatırız ancak, onlara yaptıklarımızı es geçeriz. Tabi aynı şey, tersinden olarak Yunanlılar için de söz konusudur.

Evet biz, herkesin her olaya sadece kendi penceresinden baktığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu kısır anlayışın doğruyla yanlışı ayırabileceğini, sen ben kavgasını bitirebileceğini, mazluma hakkını verebileceğini zannetmek safdilliktir. Zira gücün hakimiyet kurduğu yerde adaletten söz edilemez.

Kısacası insanoğlunun refahı, zenginliği ve mutluluğu daha çok kendisi için istemesi, çıkarı gerektirdiğinde her türlü melaneti hoş görmeye müsait olması; pisliklerin bitmeyeceğinin ve hayal edilen adaletin bu dünyada gerçekleşmeyeceğinin delilidir.

Hesap gününü, yani ahireti inkâr etmek suretiyle, "her şey, yapanın yanına kâr kalır" felsefesini içselleştirmiş olanlara duyrulur.

Örnek: Milletvekilleri, şimdiye kadar, düşük maaşlı memur emeklilerine yönelik hiç bir düzenleme yapmadıkları halde, kendi emeklileri için bir gecede yasa çıkarmışlardır. Şimdi sen bunu gör de, kendilerinden başka kimseyi görmeyen vekillerden adalet bekle! Olacak iş mi? Bu ülkede, "düşük maaşlı memur emeklisi" diye bir türün varlığından haberdar olamayan yetkilileri Allah'a havale ediyorum.

Resim: izdiham.com

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..