Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dünyaya olan borcumuz...

Dünyaya olan borcumuz...
 

Sıradan iş günlerinden biriydi ya da biz o saate kadar öyle sanıyorduk. Ben ve bir arkadaşım öğle tatilini erken bitirip iş yerine dönmüştük. Sohbet ediyorduk. O sırada başka bir iş arkadaşımız, yanında 30 yaşlarında esmer uzun boylu ve yapılı bir kadınla çıkageldi. Kadının kederli bir yüzü, eskimiş giysileri, başından kaymış soluk bir örtüsü vardı. Arkadaşımız ona bir sandalye gösterdi, kadın oturdu. Başı öne eğik öylece duruyordu. Onunla birlikte gelen arkadaşımız "Burada bekleyebilirsin, birazdan gelir" dedi. Anlaşılan beklediği biri vardı.

Bir süre pek konuşmadan kendi işlerimizle ilgilendik. Kadının sürekli saate baktığını gören arkadaşımız "İşin acil miydi?" diye sordu. Kadın "Yok" dedi "Sadece sizi burada oturarak fazla rahatsız etmek istemedim" Hepimiz kadına baktık, görünüşünden beklenmeyecek bir kibarlık ve düzgün bir Türkçe ile konuşan bu kadın iyice merakımızı uyandırmıştı. Onunla gelen arkadaşımız insanları çok iyi tanırdı, yıllardır iş hayatında insan yüzlerini okumayı öğrenmişti. Ona "Ne derdin var senin? Belli büyük bir derdin var. Anlat hele... Belki bir hal çaresi buluruz." dedi. Kadın kederle başını salladı "Ne sen sor, ne ben söyleyeyim" dedi. "Benim başıma gelen kimin başına gelmiştir ki?"

Merakımız iyice kabarmıştı. Kadın her birimize tek tek baktı. Biraz düşündü ve odada bulunan bu 3 hemcinsine anlatmanın zararını görmeyeceğine karar vermiş olsa gerek ki başladı anlatmaya.

" Benim 3 çocuğum var. İki kız, bir oğlan. Kızlar okula gidiyorlar, oğlan daha çok küçük. Okullar başladı, her gün ağlıyorlar. Büyük 3. sınıfta. Çantası, önlüğü paralandı garibimin. Zaten ucuz maldı, kalitesizdi. Gücümüz ona yetmişti, onu almıştık. Küçük de yeni başlıyor okula. Bir de hevesli ki görün. Ama ben de beş para yok. Bir lokma ekmeklerini zor veriyorum. Her gece ağlaya ağlaya dualar ediyorum bana yardım gönder Allah'ım diye. Çocuk hasta şimdi. Ufak olanı. Yeşilkart alacağım.Bunun için geldim buraya da zaten."

"Eşin nerede?" diye soruyorum ölmüş olmasından korkarak. Utanıyor, başı önde anlatıyor:" Müebbet hapis verdiler. Ama çocuklarımın başı üzerine yemin ederim onun bir suçu yoktu." Arkadaşım ikaz ediyor çocuklarının üzerine yemin etme diye. O ısrar ediyor: "Çocuklarımın üzerine yemin ediyorum çünkü söylediklerim doğru."

"Nasıl geçiniyorsun? Çalışıyor musun?" diye soruyoruz. Tarlalarda fıstık topladığını anlatıyor, oradan eline geçen paranın da bir evi zar zor geçindirdiğini... Gözlerinden yaşlar süzülüyor. Utanarak üzerimize başımıza bakıyoruz. Kendimize kızıyoruz. "İnsanlar böyle yaşıyorlar işte. Biz en saçma sapan yerlere paralar dökerken onlar aç karnına yatıyorlar. Küçücük çocuklar, okula gidebilmek için yalvarmak zorunda kalıyorlar. Yırtık çantalarla , önlüklerle okulda arkadaşlarının alaylarına maruz kalıyorlar. Ve bizler utanmadan iyi insanlarız, kimseye bir zararımız yok diye ortalarda dolaşıyoruz öyle mi? Yazıklar olsun bizlere...Yazıklar olsun..." İçimizden geçen bunlar, kafamıza bir balyoz gibi inen. Göğsümüze doluyor kendi iç sesimiz, boğulacak gibi oluyoruz.

"Yarın gel. Çocuklarını da getir. Olur mu?" diyoruz kadına. Aklımızdan neler geçiyor neler.Bir kişinin hayatına küçük bir aydınlık getirmek, bir kişiye, 3 küçük çocuğa azıcık da olsa rahat bir nefes aldırmak, gece huzur içinde uyumalarını sağlamak tek isteğimiz bu. Kadın gidiyor biz kederle oturuyor, gözyaşlarımızı birbirimizden saklıyoruz. Hepimiz susmuş yarın için planlar yapıyoruz. Tek düşüncemiz onların yüzündeki mutluluğu görebilmek.

Onlara çanta, önlük, defterler, kalemler, silgi, kalem açacakları ve bir ilkokul çocuğunun ihtiyacı olan herşeyi alıyoruz. En güzellerinden, en renkli, en süslülerinden. Çocukların aklı çıkıyor sevinçten. İnanmaz gözlerle bakıyorlar. Kocaman siyah gözleri ile bir bize bir ellerindekilere bakıyorlar. "Ne olacaksınız büyüyünce küçük hanımlar, söyleyin bakalım" diyorum. Biri öğretmen, biri hemşire olmak istiyormuş. Anneleri "Ne olursa olsun onları okutacağım" diyor. "Onlar benim gibi tarlalara gitmesinler. Güzel güzel giyinip işlerine gitsinler. Mutlaka okuyacaklar." Kadının azmine hayran oluyorum. Çocukları eteğinin etrafında kuşlar gibiler. Onlara sevgiyle bakıyor.Kalkıyor giderken, elindeki torbayı havaya kaldırıp:

"Allah dualarımı kabul etti.."diyor, gülümsüyor ve o küçük kuşlarını alıp gidiyor...

Arkasından bakıp düşünüyorum; Demek ki toplum için bir şeyler yapmak, illa o kocaman topluluk için birşeyler yapmak değil. Toplumun bu küçük parçaları için, bu küçük aileler için de, bireysel olarak bir şeyler yapmak pekala mümkün. Kollarımız göğsümüzde kavuşturulmuş beklerken, "Ama ben kendi başıma ne yapabilirim ki?" bahanesinden arınmalıyız artık. Bir insan pek çok şey yapabilir çünkü. Herkes kendi ölçüsüne göre bir yanından tutarsa, herkes kendi dünyasında yaşamayı bırakıp, gözünü kulağını açmayı becerebilirse, işte o zaman görecek neler yapabileceğini. Çünkü her zaman, bizim gibi tesadüf eseri, karşılaşmalar olmayabilir. Biz onu aramadık, o kendisi bizi buldu. Ve tamamen bir tesadüftü.Ama tek bir şey öğrendik; insan aramalı ve elinden geleni yapmalı. Yaşadığı dünyaya, bağlı bulunduğu insanlık ailesine bunu borçlu çünkü...

RESİM: Egon Schiele

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..