Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Dupnisa Mağarasından İğneada'ya

Dupnisa Mağarasından İğneada'ya
 

Hafta sonu ablamın gelecek olması İstanbul'dan kaçış için imkan sağladı bize. Tüm hafta nereye gitsek, ne yapsak, biraz uzak bir yer seçip 1 gece kalsak mı düşünceleriyle geçti. Karar verildi İğneada'ya gideceğiz. Internetten araştırma yapıldı, güzergah belirlendi ve hazırlıklar tamamlandı.

Cumartesi sabah düştük yollara. Güzergah, İstanbul-Çerkezköy-Saray-Vize-Demirköy-Sarpdere ve ilk durağımız Dupnisa Mağarası.

Otoyoldan çıkıp devam ettiğimiz yolda sağlı sollu tarlalarda olgunlaşmış hasadı bekleyen günebakanlar karşıladı bizi. Gökçeada’ya giderken güneşi takip ederek yüzlerini güneşe doğru kaldıran günebakanlar, olgunlaşmanın ağırlığı ile yüzlerini toprağa dönmüşler. Yol kenarında bir tarlanın yanına çektik arabamızı ve dayanamayıp bir tane kopardık. Göz hakkı derler ya ona sığınarak.

Saray ve Vize’yi geçtikten sonra başladık Istrancaları tırmanmaya. Sabah saatleri olmasının etkisi de yadsınamaz ama İstanbul’dan yola çıktığımızda 25-26 derece okuduğumuz hava sıcaklığı 15 derecelere indi. Hem bol oksijenli havayı ciğerlerimize doldurmak hem de çeşme başı keyfi yapmak için küçük bir mola verdik. Yola devam edince anladık ki yol boyunca göreceğimiz çeşmelerin ilkiymiş bu çeşme. Suya dokununca öncelikle irkiliyor arkasından ferahlama yaşıyor insan.

Başlangıçta biraz rahatsız eden stabilize bir yol ile saat öğleye yaklaştığında ulaştık Dupnisa’ya. Arabaların çokluğunu görünce de şaşırmadık desek yalan olur. Sonradan anladık ki mağara yanındaki piknik alanı içinmiş bu kalabalık. Yakılırken mangallar yavaş yavaş açılmaya başlanmış piknik çantaları, masalar kurulmakta. Park yerinde bir araba tesadüf buya tam da bizim park ettiğimiz yerin yanı. Haşlanmış mısır satıyor yaşlı bir teyze ve amca. Dönüşte alalım diyerek asıl hedefimize yöneliyoruz.

Ağaçlık bir alanda yürüyerek önce bir dere kenarına ulaşıyoruz. Yolumuza doğal bir köprü çıkıyor. Sanki taşlardan yapılmış eski çağ köprüsü. Dikkatli bakınca köprünün insan yapımı olmadığını anlıyoruz, şaşkınlığımız biraz daha artıyor.

Ve mağaradayız. İlk aklıma gelen arabada bıraktığım montumu almadığıma pişman olmak. Burası ne kadar serin böyle yok yok serin değil düpedüz soğuk burası. Mağara Bogaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü üyelerince hizmete açılmış. İki bölümden oluşuyor “ıslak” ve “kuru” olarak. Yapılan ışıklandırmalarla oluşan ışık oyunları daha da etkileyici kılıyor manzarayı. Bazı bölümler Pamukkale travertenleri gibi. Ziyaretçilerin gezmesine izin verilen bölümün bitiminde merdivenler çıkıyor karşımıza. Tırmandıkça tırmanılan, sonuna bir türlü ulaşılmayacak gibi duran dik merdivenler. Nefes nefese nihayet yukarıdayız. “Kuru mağara”. Buranın ev sahipleri seslerden rahatsız oluyor sanırım. Sürekli uçuşmakta. Ne kadar da hızlı hareket ediyorlar. Kolumu uzatsam dokunacağım kadar yakından geçti biri. Yarasaların varlığı başta tedirgin etse de mekanın asıl sahiplerinin onlar olduğunu hatırlayıp, doğada zarar vermediğin hiçbir canlıdan zarar görmeyeceğin düşüncesi ile rahatlayıp devam ediyoruz gezmeye.

Mağaranın sonunda gün ışığı karşılıyor bizi. Ya geldiğimiz yoldan döneceğiz ya da dönüş için dışarıdaki açık ve engebeli arazide bulacağız yolumuzu. O kadar merdiven çıktıktan sonra inmeyi gözüm hiç kesmiyor doğrusu. Bantlarla dönüş yolunu belirlediklerini anlayıp açık havada yürümeyi seçiyoruz. Kim akıl etmişse iyi akıl etmiş. Mağaradaki serinlikten eser yok dışarıda güneş kendini hakkıyla göstermekte.

Bir hayli acıkmış olarak mağara yolcuğunda başladığımız yere döndük. Yiyecek bulabildiğimiz tek yer gözleme ve sucuk ekmek satıyor. Çeşit olmaması başta hayal kırıklığı oluştursa da kısa zamanda fikrimiz değişiyor. Peynirli gözleme yiyenin de sucuk ekmek yiyenin de tadı damağında kalıyor. Ayran ise başka bir güzel, el yapımı. Servis yapan ailenin ilkokul çağındaki kızları.Tatil döneminde aileye özellikle annesine yardım ediyor. Ağaçlar altında yenen bu lezzetli yemekten sonra yerimizden kıpırdamak bile istemiyoruz. Harekete geçmeliyiz daha görülecek çok yer var. Dupnisa’ya giderseniz mağara girişinin yan tarafında satılan peynirli gözleme ve sucuk ekmeğin tadına bakın. 2. porsiyon sipariş vereceğinizi garanti ederim.

İğneada’ya doğru tekrardan yola koyuluyoruz. Demirköy’deki dökümhane görülecekler arasında. Sorarak ve tabelaları takip ederek ulaşıyoruz dökümhaneye. Daha doğrusu dökümhaneden geriye kalan kalıntılara ve ayakta durmaya çalışan dökümhane bacasına. Fatih Sultan Mehmet'in Bizans surlarını dövdüğü gülleler harabe halindeki bu dökümhanede yapılmış. Dökümhane ile ilgili edindiğim bu bilgiler beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı, yıkıldığını görmek hayal kırıklığına uğrattı beni.

Karadenizin batı ucundaki cennet olarak anılan İğneada’dayız. Fazlasıyla kalabalık, ve curcuna var. Hemen karar vermeyelim diyerek telkinde bulunuyoruz kendimize. Karadeniz’in dalgası belki denize girerim hayallerimi alıp götürüyor. Sahilin kalabalığından uzaklaşmak için yola devam ediyoruz. Geze geze giderken birden yol bitiyor, önümüzde sınır karakolu. Bulgaristan sınırındayız. Bu kadar yakın mıydı şaşkınlığı içinde geriye dönüyoruz.

İğneada hayalimizdeki gibi değil. Çok yorulduk, bu kadar yolu geri dönemeyiz. Kalacak yer bakalım diyoruz. Gittiğimiz her yerden aldığımız cevap aynı “DOLUYUZ” ya da “YERİMİZ YOK”. Kalınacak yer olarak bir iki otel ve ev pansiyonculuğu var burada. Yaz dönemi hafta sonu için gidecekseniz mutlaka rezervasyon yaptırın. Tüm İğneada’da kalınacak her yere baktıktan sonra liman tarafında yemek yiyerek dönmeye karar veriyoruz. Kalacak yer bulmayı da geçtik de, insanların burada ki tavırlar Bodrum, Marmaris gibi popüler yerlerde bile yok.

Hafta sonu İstanbulluların gelişi ile her yerde olduğu gibi burada da fiyatların artmış olduğunu görüyoruz. Deniz sezonu dışında geldiğimizde farklı bir keyif alabileceğimiz yer sevimsiz bir anıya dönüşken ayrılıyoruz İğneada’dan.

Vize’ye geldiğimizde yol üzerinde bir otel görüyoruz. Hepimizin aklından geçen burada bir gece konaklayıp, Pazar günü Kıyıköy’e gitmek. Vize’deki otelde de “YERİMİZ YOK” cevabını alınca daha fazla zorlamanın bir anlamı olmadığı kararı ile eve dönüyoruz. Dönüşte hepimizin aklında Vize’de bile kalacak yer bulamamak var.

Sıkıştırılmış İğneada turumuzda orada kalamamak değil de Longoz (su basar) ormanlarını ve göllerini göremeden dönmek dokundu bana.

Pazartesi gazetede okuduğum haberle taşlar yerine oturdu. Hafta sonu Vize’de Uğukan Erez’in annesi için yaptırdığı okulun açılışı varmış, açılış kapsamında da bir defile yapılmış. Vize’nin en popüler olduğu hafta sonunu bulmuşuz anlaşılan.

İğneada’yı bilmem ama Dupnisa’ya mutlaka gidin. Istrancaların havasıyla da ciğerlerinize bayram ettirin.

 
Toplam blog
: 67
: 1640
Kayıt tarihi
: 18.10.06
 
 

Biz Tiryaki ailesi gezmeyi ve gördüğümüz yerlerin fotograflarını çekmeyi çok seviyoruz. Blogumuzda, ..