Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '17

 
Kategori
Sosyoloji
 

Durkheim ve İntihar. Erkek İntiharının Nedenleri

Durkheim ve İntihar. Erkek İntiharının Nedenleri
 

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de intihar oranları giderek artıyor. Yine bilimsel araştırmalara göre ölümle sonuçlanan intiharlar kadınlara göre, erkeklerde üç kat daha fazladır. Yani bilinenin aksine erkekler intihara daha yatkındır.  

Kadın;   genellikle birilerine ceza vermek, ders vermek, çektiği acıların anlaşılmasını sağlamak ve öç almak için intihara teşebbüs ediyor. Amaç, hayatına son vermekten ziyade, birilerine mesaj vermektir.

Erkek ise; genellikle iş ve evlilikte başarısızlık durumunda, çaresiz kaldığında, gideceği yollar tükendiğinde intihara başvurur. Hayatın güçlükleri karşısında yalnız bırakıldığında, hissettiği kaygıyı tek başına yaşadığında canına kıyıyor. Ekonomik olarak yüksek standartlardan ani olarak daha düşük bir seviyeye düştüğünde; kendisine göre tamiri imkânsız bir hata işlediğinde gerçekten hayatına son vermek istiyor. Geri dönmek istemiyor.

Her iki cinsi intihara götüren ortak etken ise, inanç zayıflığı, huzurlu bir evlilik hayatının olmaması ve hayata yükledikleri anlam eksikliğidir.

Konuya bu perspektiften baktığımızda erkek intiharlarının değerler erozyonu yaşayan günümüz Türkiye’sinde neden daha fazla olduğu da kendiliğinden anlaşılıyor. Çünkü yukarıda saydığım intihar nedenlerine dikkatlice bakıldığında, sosyal çöküntü yıllarının erkek intiharı için maalesef uygun bir zemin oluşturduğu görülecektir.  Durkheim’a göre de “Belirli bir toplumun herhangi bir dönemindeki intihar sayısını, o toplumun, o dönemdeki ahlâk yapısı belirler”

Ayrıca erkek, yaratılışından ve zaman içerisinde kendisine yüklenen sorumluluklardan dolayı başarı, güç, onur ve şeref odaklı bir hayat anlayışı geliştirmiştir. Bunların yara alması durumunda, ciddi bir desteği yoksa hayatının bir anlamı kalmadığına inanır.

Bu perspektiften de baktığımızda günümüz Türkiye’sinde genç erkeklerin hayat felsefesi intihara adeta davetiye çıkarıyor. Çünkü sistem ve medya insanlara bir taraftan vahşi kapitalizmin değerlerini dayatılmış ederken, diğer taraftan da insanın toplumda kabul görme ölçüsü olarak yine o değerleri sunuyor.

Bundan dolayı özellikle üst gelir gurubundan olan ve iyi bir eğitim alan gençler, biraz eğitimlerine, biraz da babalarının çevresine güvenerek sabit bir maaş yerine, haklı olarak ticarete atılıyorlar. Ancak bu gençler, argo tabiriyle bir anda   ‘köşeyi döneceklerine’ inanıyorlar. İnanmanın da ötesinde şehvetle, tutkuyla bunu istiyorlar.

Gençler, ticari bir deneyim olmadan, aza kanaat etmeksizin kısa zamanda uluslararası ticarete başlıyor, bir değil birkaç şirket birden kuruyorlar. Aynı zamanda birbiriyle alakasız farklı farklı alanlarda aynı anda alakasız işler yapmaya başlıyorlar.

Ancak deneyim eksikliği ve Kapitalizmin doymak bilmeyen para kazanma, sermaye biriktirme hırsı bunları tüketiyor. Çünkü daha deneyimli ve daha büyük sermayeli kapitalistler,  piyasanın kanununa uyarak bunlara yaşama hakkı tanımıyor.  “Hep bana, yine bana” kuralını işletiyor ve kısa zamanda genç girişimcileri iflasın eşiğine getiriyorlar.

Genç girişimciler, bir süre baba mirası ve çevrenin sınırlı maddi desteği ile ayakta kalsalar da sonunda başarısızlık tekrar ediyor. İşte burada gurur ve onur devreye girip, maalesef hayatına son vermeye kadar götürebiliyor.

Bu gençlerin bir diğer özelliği ise, evliliği ya geciktirmeleri yâda kısa süreli bir- iki evlilik yapmalarıdır. Ve daha da önemlisi, yaşları ve işleri gereği aileleri ile değil de tek başlarına bir evde bekâr yaşamalarıdır. Yani, düzensiz ve sevgisiz bir hayat sürmeleridir.

Evlerine gelip gidenler, sadece özel günlerde bir iki yakın arkadaşları, bir de hafta bir temizliğe gelen hanımlardır.

Kişinin evli ve sağlam bir aile hayatının olmaması tek başına belki intihar nedeni olmayabilir, ancak intiharı önlemde en güçlü etki, sağlam bir dini inanç yanında bu iki kurumdur: Evlilik ve Aile kurumu. Bu üç şey yoksa veya zayıfsa, hayatın yükü karşısında başarısızlığa uğramış bir genci ölümden vaz geçirecek başka bir etken de gözükmüyor.

Çünkü öncelikli olarak sağlam bir ahiret inancı, kişiye çektiği sıkıntılar ne kadar fazla olursa olsun, Allah’ın emaneti olan cana kıymayacağını söyler. Sıkıntılı günlerinde uhrevi mükâfatını düşünerek sabırla ve ümitle beklemesini bilir.

Aynı şekilde evlilik, kişileri ruhsal açıdan sakinleştirmekle beraber, duygu paylaşımı ile sıkıntılarını azaltır. En azından sıkıntılı ruhsal durumun fark edilip, kısa zamanda müdahale edilmesini sağlayabilir. Veya toplumun ve anne-babanın birey üzerinde kontrolünün artık etkisiz kaldığı bir dönemde kişiyi ancak bir eş kontrol edebilir.

Bediüzzaman,  evlilikle ilgili ayetleri yorumlarken, işte bu noktalara parmak basıyor ve neden evlenilmesi gerektiğini anlatıyor.

 “Evet, insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, taraflar, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet (yardımlaşma) suretiyle yapabilsinler… Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla(eşi)olur.”

Bugün değerler eğitimine ve insanı insan yapan değerlere toplum olarak sahip çıkmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var…

Allah, hiçbir anne-babaya da evlat acısı göstermesin. Gösterirse de sabır versin.

 

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..