Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

Dürüstlük acaba nasıl bir şeydir?

Dürüstlük acaba nasıl bir şeydir?
 

Ustamız


Dinliyorum, izliyorum ve okuyorum. Ardından sinirlerim bozuluyor kızıyorum, hatta bağırıyorum. Bazan, tuttuğu takıma gol atılmış taraftar gibi oluyorum. Neden mi? Çünkü bu ülkede, mebzul miktarda bildiğini bilmezlikten gelen okumuş insan var.

Mesela adları aklıma gelen iki siyasetçi, (Mustafa Özyürek ve Örsan Öymen) var. Yargıtay başsavcısının açtığı dava ile ilgili olarak Ak Partililere, "Suçunuz yoksa neden korkuyorsunuz?" diyorlar. Bunu söylerken içlerindeki sevincin gözlerine yansıdığını görebiliyorum. Halbuki kazın ayağının öyle olmadığını kendileri de bal gibi biliyorlar.

Sonra, Ak Parti'yle, onun hükümetiyle, meclisteki çoğunluğuyla, Başbakan'ıyla alakalı hiçbir konuya "adalet" penceresinden baktığını göremediğim ve duyamadığım bir hukukçu (Süheyl Batum ) var. Önceki akşam bir televizyon kanalında, Avrupa'da da parti kapatıldığının örneklerini sıralıyordu. Yanındaki başka bir hukukçu, sağdan soldan duyarak benim bile öğrendiğim konulardaki, eksikliklerini hatırlatmasına rağmen o, coşkuyla bildiğini okumayı sürdürüyordu.

Bilgi edindiği kaynaklar mutlaka, Almanya'da parti kapatmanın meclisin veya hükümetin iznine bağlı olduğunu ve 1956 yılından beri de kapatma işlemi uygulanmadığını yazıyordur. Ya da İspanya'nın 2002 yılında kapattığı partinin terör örgütüyle bağlantısının önceden tesbit edildiğini... Fakat Sn. Batum ne yapsın! İşine gelmeyenleri gizlemeyince maksat hasıl olmuyor ki!

Artık bu ülkede; her şeyi bilen, herşeyi yapan, herşeye hakkı olan; yöneten, karar veren ve dizayn eden; cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin, dinin, dinsizliğin hudutlarını belirleyen; gerekirse yasaları hiçe sayarak tehdit gördüklerini hizaya sokan; devletin hücrelerine kadar işlemiş bir zümrenin varlığı kabul edilmelidir.

Bunlar için sinekten yağ çıkarmanın bin türlü yolu vardır. Canları istediğinde, ülkemiz kültürünün vazgeçilmezi olmuş; hocasından hacısına, tahsillisinden cahiline herkesin sık sık kullandığı söz ve kavramları suç konusu yaparlar. Bir de bakarsın ki, kırk yıldır tekrarlayıp durduğun "hamdolsun, inşaallah vs." kelimelerini kullanmaktan sanık olmuşsun. Bundan geçtik ardından, bazı eğitimli adamlar çıkar, bunlarla iddianame hazırlayanlara övgüler düzerler. Sanki burda yaşamıyorlardır da dün, Merihten inmişlerdir.

Kim ne derse desin 85 yıldır bu ülkeyi, iktidarlar değil bunlar yönetmiş ve yönetmektedir. Meydana getirdikleri her yıkımın faturasını, iktidarlarla halk ödemiş ve ödemektedir. Millet, kanıyla canıyla bedel öderken onlar, rahat köşelerinde, oynatacakları yeni kuklanın iskeletini kurmaktadırlar. Gene önümüze, kabarık bir fatura çıkarmak için hazırlıklar başlamıştır. Bürokratik elitlere payandalık yapanların gözü aydın olsun.

Sanırım, Eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan olacak; yakalanan sol eğilimli gençlere, " Siz kim oluyorsunuz! Eğer gerekirse bu ülkeye komünizmi de biz getiririz" diyerek, ülkeye girip çıkacak her şeyin, ancak onların eliyle olacağını açıklamıştır.

Fakat vatandaşlar onu dinlememiştir. Zamanla kimi dini serbestlik, kimi komünizm, kimi liberalizm, kimi de düşüce ve fikir hürriyeti istemiş, böylece bürokrasi ile millet arasındaki savaş devam etmiş ve hala etmektedir. 85 yıldır da kesintisiz sürmektedir.

Devlet bürokrasisi, devlet partisi, sistemin medyası ve akademyası çok sıkı bir ideolojik kenetlenme içindedirler. Araya, bir kaç demokrat insanın sızmış bulunması bu yapıyı değiştirememektedir. İşte Menderesin, Erbakanın başını yiyen, Erdoğan'ı da mutfağa doğru çeken bu zihniyettir. Karnı acıkmıştır ve "parti kapama" yemek ihtiyacındadır. Bıyık altından gülümseyerek, "suç işlemediyseniz adaletten niye korkuyorsunuz?" demek kolaydır. Çünkü geçmiş tecrübelerin sonuçlarını yaşayacak olanlar, sorunun sahipleri değildir.

Anayasa Mahkemesi Vural Savaş'ın, FP'si hakkında açtığı kapatma davasına bakarken, bir yandan da aynı şahsın talebine uygun olarak, "odak olma kriterlerini belirleyen, " Siyasi Partiler Kanunu'nun 103. maddesinin 2. fıkrasının iptalini de karara bağlamıştır. Böylece "odağın" tarifini yapmak mahkemeye kalmış, kapatma işi de bedavaya gelmiştir. Konuyla doğrudan ilgili bir dava görüşülürken, maddenin iptal edilmesinin yoruma ihtiyacı olmadığı açıktır.

Şimdi, milletin gözü önünde işlenen bu ayıpları yok sayıp, "bağımsız yargı, adil yargılama, hukuk herkese lazım, yargıya güvenelim vs" gibi hayata hiç bir zaman yansımayan, teorik kavramları tekrarlayıp durmanın ne anlamı vardır ? Bu beylik lafları ağızlarından düşürmeyenler ortaya çıkan sonucu görmüyorlar mı? Tabi ki görüyorlar. Zaten istedikleri de bu!

Rahmetli Menderes ve arkadaşları Yassıada'da yargılanırken hakime, "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" dedirten irade ile şu andakinin arasında, sadece isim ve nesil farkı vardır.

Olayın göbeğinde olan insanlara, "yargıya güvenin" demek, ellinci katta mahsur kalmış adama, "atla, ben seni tutarım" demek gibidir. Yani onlarla alay etmektir, dalga geçmektir.

Dikkatimi çeken, sosyal demokrat siyasetçiler, akademisyenler ve enteller meseleyi anlatırken çok nazikler. Hiç sinirlenip, kızmıyorlar. Kendilerinden son derece eminler. Neredeyse ağızlarından bal damlıyor. Öylesine düşünerek acaba diyorum, "zehrin altın kupayla sunulması" sadra şifa olur mu? Ya da idam cezasının infazını olabildiğince ince, nazik ve latif birinin yapması, ölümün acısını ortadan kaldırır mı?

Geri dönüşü olsa da bir denesek...

İçimdeki birinci ses "ümidini kaybetme" derken öteki, "hava bozacak" şemsiyeni aç diyor. Sizdeki ne söylüyor?

Resim: www.turkiye-online.com/restaurants/istanbul/

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..