Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Düş bozumu yazması

Düş bozumu yazması
 

fotoğraf: Orhan Alptürk


İçimin odalarını her kolaçan ettiğimde, pusuda bekleyen, adeta gerilmiş bir yaydan her an fırlayacakmış gibi duran hayallerimle karşılaşıyordum. Onlarla baş edemeyeceğimi hissediyor, hatta özgür bırakmanın çarelerini arıyordum. Kâğıttan kayıklar yapıyordum.

Hayallerin gölgesi düşmemiş insanlara baktığımda ise, canından önce ruhu yokluğa göçmüş bedenleri görüyordum. Çıkan ses ise, sadece kendilerini tutsak kıldıkları zindanların kapılarını kilitlemekte kullandıkları anahtarların mekanik çıngırtısına aitti.

Kâğıttan kayıklar yapıyordum, bıkıp usanmadan. Bazen içerisine gözlerimi bırakıyordum, onları engin denizlere salıyor, açıldıkça, düşlerimi uzaklara taşıyacağını, benden uzaklaştıkça onların özgürleştiğini göreceğimi kurguluyordum. Modern insanın kendini doğadan ayıklayıp, kapattığı dört duvarlı mekânlarından dışarıya açılabilmesinin, bildiğim en gizemli yoluydu, dizginlemeksizin hayal etmek. Bu titreşimin ışığında devinimsizken bile, kanatlandığım ufuklardan güç alarak eyleme geçebilmek. İçinde yaşadığımız kutucuklarda, düşlerimizin bir parçasını elle tutulur bir eyleme dönüştürme, kalkıp gitme isteğinin bir çeşit somutlaştırdığım simgesiydi kâğıttan kayıklarım. Belki de çaresizliğimin göstergesi.

Vahşi doğanın acımasızlığı imajlarıma ayrıcalık göstermiyordu elbette. Hangi denize saldıysam kâğıttan kayıklarımı, su ve dalga hızla onları eritiyor, içine katıyordu. Her defasında dağılan kayıklarım denize karıştıkça, ben dibe batıyordum.

Sürekli bir eylem haline getirdiğim katlama işlemi sonucunda, giderek çoğalan, aslında nesnelerin yuvası olan evimin her yerinde onlarla karşılaşıyordum. Kitaplarımın arasında, çarşıdan aldığım gıdaları taşıdığım torbanın içerisinde, yol hazırlığına durmuşken valizimde, giysilerimin cebinde, çekmecelerimde, bazen de ekmeğimi yediğim masamda, onlar… Kedimin arsız doğasının parçaladığı kuşumun kafesinde bile onlarla boğuştum… Çok su verdiğim için çürüyen çiçeğimin karıştığı bir avuç torağa saplanmış halde bulduğum bile oldu. Kısılıp kaldığım odalarda, doğaya ait düşlerim ve onun amansız mücadelesi arasında çatışmalarımdan yorulduğum çok oldu…

Bir gün hepsini bir kutuya hapsedip, görünmez yerlere kapatmayı, saklamayı denedim. Adeta temizlik yaparcasına. Ben tıka basa kara kutuma doldurdukça, kayıklarım bendinden taşıyordu. Odalarda ellerim dolu halde yürüdükçe, arkamda bulunmak üzere bıraktığım izler gibi, kendiliğinden etrafa saçılan beyaz parçacıkları değerlendirmenin daha verimli bir yolu olmalıydı… Düşlerimle bu şekilde baş edemeyeceğimi, onları daha iletken bir yeteneğe dönüştürmem gerektiğini anlamam çok zaman aldı. Ama denedim…

Boş kâğıtları katlamaksızın, onların üzerine yazmayı deniyorum artık. Paylaşmanın geçirgen katmanlarında kurduğum bu kullanışlı yetenek en az okumak kadar beni çoğaltıyor. Yazdıkça ruhumun özgür titreşimindeki salıncağın beni, kâh engin denizlere, kâh kırlara savurduğunu, dalgalanan saçlarımda görüyorum. Kapalı mekânlardan çıkıp gökyüzüne bakmayı, orada uçan martılarla konuşmayı, rengarenk balıklar ile denize dalıp, bilge denizatının anlattığı destanları dinlemeyi, yazma öncesi yaratma zamanlarımdaki hazzı hissetmeyi dalgalandırmak üzere, kendime izin verdim… Bozgun yemiş düşlerimin odalara kapatılamayacağını öğrendim…

not: bu yazıma esin kaynağı olan, orhan alptürk'ün "düş bozan" isimli fotoğraf sergisi, 11 nisan tarihine dek, 50. yıl köşkü sanat galerisi - izmir, adresinde izleyici ile buluşmaya devam edecektir...

 
Toplam blog
: 25
: 1059
Kayıt tarihi
: 16.01.08
 
 

İşletmecilik eğitimi ve sonrasında finans sektöründe bir dönem profesyönel çalışmanın dışında, 19..