Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Düş gücü ile sınırlı bir sevda

Zindandır artık kocaman bir şehir. Kalp atışların duyulur bütün sahillerden. Daha uzağı görür gözlerin ve daha deli eser artık rüzgar. Bir mum ışığına kayar gider aklın. Ne çare? Yollar birikmiştir günahların gibi önünde...
Kokusunu çekemeden içine, dağılır gider kumdan kaleler gibi gözünün önünde. Elleri sabun köpüğü gibi kayıp gider ellerinden. Tek damla yaştır artık kirpiklerini ıslatan...

Yollar uzar. Dağılmak bilmez içinin zifiri karanlığı. Bir tutam ışığa muhtaç, gidip gelirsin bir şehirden diğerine. Yarı açık pencereden süzülüp gidersin. Özgürlüğün en mavisine kanat çırparsın hasretin en koyusunu yaşarken. Bir türlü boşalamayan bembeyaz bir bulutun, geniş martı kanatlarıyla dostluğuna şahitlik edersin. Uzaktır artık hem yeryüzü hem bilinmeyen. Yoktur aklında ölüm bile. Hem ölüm dediğin ne ki? İçtiğin şarabın sarhoşluğunu yaşayamadan daldığın uyku...
Dalları masmavi gökyüzünü yırtan, umut yeşili bir ağaç kök salar yüreğine. Söküp atamazsın solduğun havayı paylaşan ağacını bir damla yeşile muhtaçken. Hem ne zararı var ki sana, yaşamanı sağlamaktan başka...
Gözlerine inen şeffaf perdenin ardında yaşanır herşey. Utangaç sevişmelerin hayali sığınılacak limandır artık. Nasıl diner ki hasret sevdiğinin kokusunu duymadan? Ki ıslak toprak kokusuna benzer O'nun kokusu. Alıp avuçlarının arasına, saklayıp yüreğine, güneşten bile koruyup kurumamasını istersin, kaybolup gitmesin diye hayatın keşmekeşinde...
Kan kırmızısı bir gece lambasının sesi çınlar kulaklarında. Daha güneş doğmadan kapatırsın tüm gece lambalarını; zifiri karanlığın dostluğunu tatmak için. Eski korkuların gelir aklına. Gelir de gülüp geçersin. Ölüm korkusu nedir ki yalnızlığın yanında...

Birbirinin tekrarı günleri yırtıp atarsın takvim sayfalarından. Yemyeşil yosunun çağırdığı balık kokan teknelere koşarsın. Yüreğinle açarsın yelkenleri en derin denizlere, en vahşi kasırgalarda. Korku nedir bilmez ki ellerin. Ki titrememiş uzun zamandır ve dokunmamış sevdiğinin tenine.
Tuşlarının üzerindeki yazılar silinmiş eski bir daktilonun tıkırtıları çağırır seni en derin uykularından. Ve en kendini beğenmişliğinle yazılar yazarsın müsvedde kağıtlar üstüne. Bir ateş böceği sesiyle bölünür sevdan. Bölünür bin parçaya ve dokunur sevdiğinin her hücresine..
Ve sabah...
Anason kokulu sabahlarda, baş ağrısının ilacıdır artık isyan şiirleri. Ayılmanın yolu buysa eğer insan sabaha kadar sövmeli. Ve paramparça etmeli boğazına sarılan elleri...

Tahtakurularının yüzüne serptiği tozla uyanmalı şimdi. Yeni güne, yeni kesilmiş kıpkırmızı bir karpuz dilimiyle başlamalı. Öğleye doğru kulaklarında umut, sevda yüklü dalga sesleri çınlamalı. Koşmalı sahil boyunca, terin dostlarını da ıslatmalı. Akşam bir şişe şarabın dibinde uyumalı. Ve yine sabah, gün ışıyınca, yeni bir sevdaya sarılır gibi güneşe sarılmalı...
Suskunluğun sesi gitgide çatallaşırken yüreğinde ve buğulu gözlerini mezar taşlarının dibinde bırakmışken yaşamaya yeniden başlamalı.Bir tek yitip gidenlere ağlamalı mesela gökyüzü. Kalbinde kalan hep sendedir zaten. Hep elleri ellerinde, dudakları hep teninde. Bir tek sevdaların birikmişliği yük değildir insanın sırtında ve bir tek sevda molozları dökmek yasak değildir yollara...
Telefon sesiyle akord edilmiş gitarlar serseri rüzgarlar estirmeli saçlarında. Sarhoş olmalı şimdi sadece sevişerek. Kendinden geçebilmeli insan. Geçebilmeli ki kafa tutabilsin hikayesinin yazarına...
Tüm beyaz bayrakları yırtmalı şimdi. Bir kamyonun kasasında dörtnala yol almalı. Bilinmezin rüzgarı yüzüne çarparken, gözlerini kırpmadan etrafı seyredebilmeli. Hiç soluksuz yüzebilmeli şöyle bir şarap içimi zamanı. Yüzebilmeli ki balıklarla öpüşebilmeli. Midye kabuklarının, cam parçalarının ve utanmaz sevda sözlerinin açtığı yaralara bastığın tütünleri yeniden sarıp içme zamanıdır şimdi. Yüreğin tüm pisliğini dışarı atmalı artık. Ne kadar hızlı kirleniyorsa dünya o kadar hızlı temizlenmeli insan. Şimdi yıllardır dağınık, başıboş duran yatağını toplamalı ve tüm fotoğrafların tozu alınmalı. Yıllanmış bir şaraba kıymalı günün ilk saatlerinin hatırına. Şöyle bir uzanmalı uçsuz kumsalın kıyısına. Saatlerce sevişmeli gün ışığıyla. Sarılıp uyumalı incecik kumlara. Anlamalı parmaklarının arasında kalan kum tanelerinin hayatın kendisi olduğunu. Anlatmalı; çirkinliğiyle, güzelliğiyle, nefretiyle, öfkesiyle, sesiyle kanayan yüreğini. İnsan anlayıp anlatabildiği kadar yaşamalı...
Hiç tarif edemeyeceğin bir güzelliğe dalıp gitmeli gecenin bir kör vakti. Sağır, dilsiz bir kentin kalp atışlarını duymaya çalışmalı. Düş gücü ile sınırlı bir sevdanın kıyısında dolaşırken, seni daha derinlere iten elleri hep aklının bir köşesinde tutmalı. Ölümle açığa çıkacak çoğu şey ama insan yaşarken de ölümü anlamalı...
Ve en sonunda, bütün hayatını, sevdalarını, tüm insanları, kocaman bir şehri ayaklarının altına alıp çıkabildiğin kadar yükseğe çıkmalı. Kanayan yüreğini avuçlarının arasına alıp, hiç aşağıya bakmadan kendini boşluğa bırakmalı. Ve tam düşeceğin sıra, gözlerini açıp kabusuna yeniden başlamalı.

 
Toplam blog
: 23
: 579
Kayıt tarihi
: 19.04.07
 
 

30'a yakın yaştayım. Denize yakın yerde büyüdüm. Şiire yakınım, sabahın erken saatlerine uzağım. İst..