Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Düş kuşağı

Düş kuşağı
 

Bu gök kuşağı adı oldum olası ters gelir bana... Kuşak bir şeyi saran bir nesnedir... Göğü sarmaz ki gök kuşağı... Altında bulut varsa bulut kuşağı demek lazım belki... Alaimi sema desem daha bir anlamlı olur, gizemli(!) gelir bana... Semanın can canlı, caf caflı görünmesi gibi bir şeyler... Aslında ben biliyorum onun adını... O bana göre cennet kapısı yada hayal kapısı gibi bir şey... Altından geçersek, sanki tüm düşlerimize ulaşabileceğiz. Cennet dediğimiz her şey o kapıdan geçersek gerçekleşecek... Eski Roma’da zafer kazanan komutanlara yapılan Tak’lara benzetirim bazen de...

Altından bir geçebilsek sanki zafer kazandığımız tescillenecek... Neyin zaferi ise artık?

Ben bunları konuşuyordum... Anlatıyordum demek yerine sayıklıyordum diyelim... Hani epey aldıktan sonra mazotu(!), takılırsında, aynı şeyi (karşındaki salak sanki) durmadan anlatırsın... Vurgulamak içinde başka başka örneklerle baştan alırsın yaaa... İşte öyle durumdaydım anlayacağınız...

‘’Haydi’’ dedi... ‘’Ne bekliyoruz o zaman? Hadisene ne bekliyorsun?.. Bak orada işte! Hadi kıpırda ağzına sıçtığımın dünyasında hiç olmazsa bu şeyin altından geçersek, kafamızdaki cennete ulaşabileceğimiz inancımız bari olsun! Neyi hayal etsem, ona verecek cevabımın hazır olmasından bıktım! Bir hayal, bir masalsı yan bende de olsun... Bir mucizeye de ben inanayım... Buna köpekler kadar açım... Hadisene, ne bekliyorsun, sür şu lanet arabayı!’’

’’Geçelim şu kuşağın altından..’’ diye bağırdı bana…

İkimizde bunalmıştı... İşsizdik aylardır, umutsuzduk, yenilmiştik... Kötü tarafı bizden o kadar şey bekleniyordu ki, akıllara ziyan...

O an anlamıştım... Yapmam gerekiyordu... Yürü dedim kendime... Gidebildiğin kadar hızlı git...

Büyükçekmece’den Çatalca’ya doğru hızla yol almaya başladık... Çatalca’yı geçtik... Aziz Nesin Vakfının oralara geldiğimizde umutlandım hatta, altından geçebileceğiz diye…

Daha bir hızlandım... Sonra onun ağladığını gördüm... Şuursuzca ama... Ses çıkarmadan... Gözlerinden yağmur gibi dökülüyordu göz yaşları…

Baktım ufka doğru, evet yoktu o lanet kapı... Bir anda kayboluvermişti ortadan güneşle birlikte... Oralarda mağaralarında ilk insanlarında yaşadığı söylenen İnceğiz vardır bildiğim... Oraya gittik... Dere kenarına çektik arabayı... Yeterince bira stokumuz vardı zaten... Arabanın camlarını açtık... Bir kez daha galip gelmişti gerçeklik, kafamızda... Tılsım, mucize, giz, sır... Bir an acabamı demiştik? Olabilir mi demiştik hepsi oydu? Camlarını açtık iyice arabanın, yağan yağmurla kafalarımız ıslandı iyice..

Ben ayakkabıları ve çorapları çıkardığım ayağımı uzattım kapıdan aşağıya, yerde biriken yağmur suyunda ıslatmak için... O ise külotlu çorabını bileğinden kesti ve paçalarını sıvayıp derede yürüdü uzun süre... Üşüdük mü bilmiyorum? Hala hatırlayamadığım şeyse, o kadar şişe nasıl bitti? Bizim camları kim kapattı, üstümüze battaniye nasıl geldi?

Sabaha doğru çiş için uyandık.. Daha doğrusu o uyanmış, ben onun sesine uyandım..

Dinlenmiştik... Gözlerimizde bir pırıltı vardı karanlıkta bile gözüken... Karanlıktan korkmuyorduk...

Karanlığın arkasını biliyorduk... Karanlıktan gelen sesleri tanıyorduk... İyi ki inli-cinli insanlar eğiliz deyip doyasıya güldük...

 
Toplam blog
: 615
: 948
Kayıt tarihi
: 25.06.10
 
 

1959 Denizli doğumluyum.. İ.Ü. İktisat Mezunuyum.. Emekliyim ve hala çalışıyorum.. Yaşam bizden önce..