Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

17 Nisan '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Düşeyazmak (Bitirdim)

Düşeyazmak (Bitirdim)
 

İkinci romanımı bitirdim ve bugün yayınevine gönderdim.

On beş gün sürdü. Her zaman inandığım gibi, eğer anlattığınız olay 30 yılda geçiyorsa amenna, onun dışında kısa sürede yazılmalı bir roman. Kelimeleri aşırı derecede okşamak değildir bence edebi bir yazının sırrı. Tarafsız bir gözle yazabilmektir diğer işin sırrı. Anılarınızı yazarsanız da pek hoş olmaz. Hayal, hayal, hayal… İşte elinizdeki en önemli anahtar. Kapıların hangisinden geçeceğine siz karar verirsiniz. Bu kez merak edip alanlarınız olursa kitabımı, elinden bırakamayacağını söylemeliyim. Aşağıdaki bölüm yedinci bölümün girişidir. Diyalog ise beşinci bölümden.

<ı>Düşeyazmak 7,7

Kan damlası yolculuğunun sonuna gelmişti. Zaman, kendi içindeki tohumu parçalamıştı.

Hücreleri şifreleyen DNA molekülünün üzerine yazılmış yaşam yollarında düz bir çizgi yoktur. Her şey kendine dönen çember bir yoldan yürürken, Oğuz için yeniden kendine dönme zamanı gelmekteydi. Zaman kendi içindeki tohumunu gösterdi Oğuz’a. Her şey birbirini örterek içine nüfuz ederken, en çok örtüşen yalnız insandı. Her şey bir düş ise, en büyük paylaşımlarından birini yaşamıştı kendiyle.

Sanıyorum kendi yalnızlığını en iyi paylaşan ve en yüksek düzeyde keyiflendiren çocukların oyuncaklarıyla kendi kendilerine oynadıkları andır. Bir yandan mırıldanırken, konuşurlar kendileriyle. Ama hep barış vardır. Büyüdükçe ve kirli olduğunu öğrenince dünyayı, keyifli birlikteliklerimiz azalır kendimizle. İbni Tufeyl’in bin yakzan kitabında veya Robinson Cruzo da yalnız insanın doğaya yaklaşırken, insan kavramından uzaklaşmasını hissedersiniz. Öğretilen insandır uzaklaşılan. Başka biçime bürünürken, ilkelliğimizde bile o denli yalnız olamayız. Özünde insan hiçbir zaman yalnız olamaz aslında. Tekil olduğunda kederli düşünceler onu yalnız bırakmadığı gibi, keyif alıyorsa da mutluluğu yalnız bırakmaz. Yalnızlık kalabalıklar arasında sıkıntıyla giderilir. Yalnız, içinde yaşadığımız hep bizi peşinden zorla sürükleyen zamandır. ”An” ise zamanın platonik aşkı olabilir.

Fark edişler an içinde gerçeği bize söylerken, sınırlarını ötelediğiniz çemberinizin ovalleştiğini fark etmeye başlarız. Uzayan kenarlar geçmişte bıraktığınız zamanları anlatır. Yaklaşan kenarlar yaşamın hiçliğinin yaklaşmasıdır. Kelimeler, sözler, hazlar uygun dolduruşlarda ve oyunlarda; yalanlara da inanarak size mutluluk anahtarını verir. Mutluluk ulaşılması kolaylaştıkça ızdıraba dönüşür zamanla. Ulaşılmasını kolaylaştıran her yol bedelleriyle geri alır verdiklerini. Bir rastlantı, bir denk gelme dışında acıdan daha zordur ulaşılması. Acıdan mutluluğa ulaşabilmek için uzun yollar gitmeli, ama mutluluktan acıya kısalırken yol; bir kötü sözle başlayan hafızlarımızda hazır tuttuğumuz kötülük kinlerimiz kollarını uzatır, aydınlığa çıkar.

İnsan için en değerli şeyin yaşamı olduğu bilinirken, en çaresiz tanımlar hayat üzerine yapılmıştır. Mutlaka en iyi tanımları bile çürütecek birileri çıkacaktır. Gizem buradadır. İki tanım, yön, iki bakışla açıklana gelir. Uyum sağlama yeteneği ve şekilsizliği. İlki insanın ahlaksız yönüdür. Ayakta kalma adına verilen tüm mücadeleler başka canlıların yaşamlarından çalmaktır. Doğaya ve yaşama karşı ahlaki değildir. Diğeri şekilsizliğidir. Bir çeşit bizi farklılaştırıp doğadan uzaklaştıran yönümüzdür ki, iki ayakta dik durabilmeyi normal sayarız. Bu durumda doğada örtüşebileceğimiz bir canlı yoktur. Ağaçlar uyumak için geceleri yere uzanmadıklarına göre... Şekilsiz oluşumuzu bize diğer canlılar söyler. Kendi aramızda hayallerimizin kurgularında düzeltmeler yaparız yine kendimiz hakkında. İnsan özgür düşünmeye yaklaştıkça kendine bağımlığı artacaktır. Buna insanın şekilsizliği diyeceğim. Özgür düşünce adına verilenlerden verilmeyeni çıkarmaya başladıkça, keşiflerin tatlarını aldıkça doğanın uyumundan uzaklaşacak ki, hatta doğayı az miktarda da olsa kontrolüne alacağından, şimdiki yaşadığımız şekilsizliğe bizi götürecektir. Örneğin telefon bir şekilsizliktir. Birine çift söz edebilme uğruna, ona ulaşmak adına aylarca yolculuk eden insanın devingenliği, yolculuk merakı, sonunda ulaşması, verdiği yorucu emeğe saygıdan ötürü söylediklerinin sabırla dinlenmesi yerine, şekilsizliği.

Kendini bir “şeye” feda edişlerde huzuru yakaladığını düşünür insan. Büyük düşünceler, sanat huzursuzluklardan beslenir.

Saf olana yaklaşırken insan arındıkça beyazlaşır, kirlenmemek için çok daha fazla çaba sarf eder, huzursuzluğu artar. Bütün renkler aynı anda kirletilseydi, sonuncu gelmeliydi huzursuz beyaz.

O yüzden iyi ve kötüden oluşmaz insan. İyi kötü, güzel çirkin, kirli temiz; bir yönde duruyorsa, diğeri iradesidir insanın. İradesi dışındakiler ona öğretilen, bazen dayatılan, işine geldiği için kabullendikleri, keyfi veya değil yönleriyken, iradesi şekilsizliği olacaktır. Şekilsizlik doğal olmayandır. Otuz yıllık bir ömür insan için üst sınırda doğaya uygunken bunun katlarına çıkmasıdır şekilsizliği. İradeyle zorlanan akıl ve gelişen zekasıdır bunu başaran. Bu durumda, Oğuz’u iradesine yönelten, mantığının ve zekasının ona direttiklerinden çok bir arınma çabası gibi görülüyor. Damla yere çarptığında elinden alınacak olan iradesi dışında, tüm yaşamının bir düş olmasıydı belki de.

...

“Birçok sinemanın sokak başlarından geçtik az önce. Altmışlı yıllarda sekiz kamera tekniğiyle dev perdelerde gösterilmesi için filmler çekilmeye başlanmış. Perde konkav, genişmiş. Özellikle doğa görüntülerindeki etkileyicilik insanları başını döndürüyormuş. Tıpkı seyircinin sabit kaldığı ama sahnenin dev bir platformun hareket ederek değiştiği tiyatro sahnesindeki gibi, insanlar perdedeki görüntülerden büyülenmişler. Her şey iyi gidiyormuş. Sinema sanatında büyük çığır açmış. Sonra ne olmuş biliyor musun; aktristler perdede küçük kaldıklarını söylemeye başlamışlar. Güzel yüzleri tam boy görüntüde bile küçük kalıyormuş perdeye göre. Ardından aktörler destek vermişler onlara. Ekran çok geniş olduğundan perdede küçük kalıyoruz demişler. Karizmalarımız çiziliyor demişler. Daha sonra nemi olmuş, o güzelim buluş çöpe gitmiş tabii. Evet, yanlış duymadın, sinema tarihinin en büyük buluşundan ikincisi çöpe gitmiş. Birincisi kendinin bulunması(sinemanın), ikincisi sekiz kamera tekniğiyle çekilen devasa filmler.”

O sırada Çiçek pasajının önünden geçiyorlardı.

“Bütün bunları sana anlatma nedenime gelince. Evren ne kadar büyük olursa olsun merkezine biz oturmak istiyoruz. Hatta her şeyin varlık nedeninin yine biz olduğumuzu düşünüyoruz. Mozart’ı düşün. Kim yazabilir o eserleri? Beethoven’ın evrende eşi olabilir mi? Kim Paganini gibi keman çalabilir? Sıradan dediğin bir piyanistin ellerini ve parmaklarını Rahmaninov çalarken hızından göremezsin. Peki, bunca matematiği, fiziği, kimyayı, biyolojiyi hatasız bilen insana ne diyeceksin. Güneş tutulmasını saniyelerle zamanını bilen insanı küçümseyebilir misin? Tüm bu inanılmaz şeyleri başarmış insanın kader adı verilen, nereden geleceği dahi asla öngörülemeyen başına gelenlere ne demeli? Eğer yaşıyorsam ve bu hayat da bana aitse, neden merkezine oturmayayım?”

“Sinemanın gelişimini insanın yücelişi adına dahi olsa azınlık bir grubun keyfi çıkarları adına durdurmayı haklı görüyorsun. Ölümde bile ayrıcalık istiyorsun, ha? Bahsettiklerin gördüklerindir. Doğrudur, insan büyük işler başarmıştır. Ancak unutmadığın ama bilerek atladığın noktanın söylediği gibi, gerekirse insanlığın tüm birikimini reddederek söylüyorum, barış yerine çevresini tüketerek, yok ederek var olabileceğini düşünen insanın bencilliği sonumuzu hazırlamışsa? Her şeyin merkezinde olmadığı halde, tüm bencilliğiyle ortasına oturarak içine eden insandan söz ediyorum. İşte benim gördüklerim de bunlar.”

not: kitabımdaki en sıkıcı bölümlerdi, onları çıkarıp koydum.

not:

http://www.youtube.com/watch?v=SzRh6Oe9BYg&feature=related

http://www.youtube.com/watch?v=PRb8KKyenSY

http://www.youtube.com/watch?v=F5fITrKYJnc

http://www.youtube.com/watch?v=ILB0yIn6jBg

kitaptaki müziklerden.

http://www.youtube.com/watch?v=TbDLc1uKWEo&feature=related bu da benden...

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..