Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '06

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Düşler ülkesi ve yalnız adam

Düşler ülkesi ve yalnız adam
 

Gözlerimi kapattığımda yalnızlığı hiç tanımamış bir çocuğun rüyasında buldum kendimi. Renkler şimdiki kadar soluk değil, gerçekler şimdiki kadar hayal değil. Her şey öyle çocuksu, öyle taze ki dokunmaya korkuyorum. Orta yaşlı bir adam öğleden sonra güneşinden korunmak için kendisiyle yaşıt çınarın gölgesine sığınmış, gözünü ufka dikmiş düşünmekte. İki katlı küçük evin bahçesinde kısa pantolonlarımla daha bir çocuk görünüyorum ve bu yaşlı adama doğru yürüyorum. Şakaklarındaki beyazlardan şikayetçi görünmese de hafif hafif kırışan gözleri hayata küstürmüş bu ömrünün akşamını yaşayan adamın. Hiçbir şey söylemeden bana bakıyor. Bazen sessizliğin de bir anlamı var fakat bir çocuk için bu sıkıcılıktan başka bir şey değil.

Onun bakışlarında hayatın gölgeleri, benimkinde aydınlık ufuklar var. Tekrar gözlerini ufka dikip bakmaya devam ediyor bitmek tükenmek bilmeyen sonsuzluğa. Kayıp bir derviş gibi kendini arıyor uzaklarda. Kim bilir neler geçiyor kafasından? Kısa bir bakışmadan sonra bir sigara yakıp derin bir nefes çekiyor eskimiş ciğerlerine ve elini uzatıyor, sıkıyorum. Artık bir yabancı değil, arkadaşım o benim. Gidip ona bir sandalye getirmemi istiyor. Hemen küçük eve koşuyorum ve katlanır sandalyelerden bir tane kapıp çınarın altına açıyorum. Sonra sigarasından bir nefes daha çekip cüzdanından buruşuk bir kağıt parçası çıkartıyor. Bir fotoğraf bu! Resimdekileri gösterip bana ailesini tanıtıyor. Hayata başlangıç vizesini aldığında kaybetmiş onları. Belki tekrar hayata atılıp İstanbul’un bilinmeyen bir sokağında bir gece yarısı kaybolup geceye karışmaktan korkmuş ve buraya sığınmış. Hayat bir oyun olsa da zarlar her zaman hilelidir diyor. Anlamadığımı söylüyorum fakat o gülümsüyor. Biten sigarasını umarsızca denize fırlatıyor. İşte bana da böyle bir dünya bıraktılar diyor. Sonra oturduğu yerden kalkıyor ve ben de ona eşlik ediyorum.

Rüyalarda deniz ne ifade eder bilmiyorum ama bana olmasa da bu orta yaşlı amcaya bir şeyler anlattığı kesin. Derin deniz havasını çekiyor içine hiç bırakmak istemezmiş gibi. Güneş gölgelere gömülürken bu dingin haziran akşamında yürümeye başlıyoruz. Yüzümüzü okşayan meltem huzur veriyor ikimize de. Bir süre dalga seslerini dinleyip yürümeye devam ediyoruz. İşte sessizliğin anlamı: huzur. Belki her şey o kadar da zor değildir diye düşünüyorum. Yürümeye devam ediyoruz ve eski deniz fenerinin yanından geçiyoruz. Bana hayatın sırrını vereceğini fakat bunu kimseyle paylaşmamamı öğütlüyor. Bu adam hep böyle acayip zaten. Anlamsız kelimelerle küçücük zihnimde nasıl birden bire karşıma çıkıyor, bu rüyalar kimin?

Her çocuk gibi bir sırrın peşinden koşma fikri tarifi zor bir heyecana yol açıyor ve teklifini kabul ediyorum. Ufka doğru dönüp bakıyor ve artık gitmesi gerektiğini söylüyor. Nereye? Kime? Neden? Bugün olan her şeye olduğu gibi buna da bir anlam veremiyorum. Bugün çok önemli bir şey öğrendiğimi söylüyor. Boş boş yüzüne bakıyorum. Bugün bir adamın hayata nasıl küsebileceğini, nasıl umarsızca her şeyi boş verebileceğini öğrendin diyor bana. Umut’un ne demek olduğunu öğrendin. Hayata ilk adımını attığında benim yaptığım gibi sana verilen değerleri unutma. Umudunu kaybetmezsen yenilsen de yıkılmazsın. Şimdi gidiyorum ama tekrar görüşeceğiz diyor. Sen kimsin? Nereden tanıyorsun beni?

Aklımı kurcalayan onlarca soru sanki aynı anda cevap bekliyor. Arkasını dönüp karanlıklara doğru yürümeye başlıyor. Arkasından öylece bakıyorum. Sanki içimden bir parça kopuyor her adım atışında. Bana doğru dönüp gülümsüyor. Ha bu arada, ben senin zaten bir parçanım bu kadar zorlama kendini. Bu senin rüyan, bana ihtiyacın olduğunda görüşeceğiz diyor ve yürümeye devam ediyor. Arkasından bağırmak istiyorum fakat biranda kaybolup gidiyor. Nasıl bulacağım tekrar seni, nasıl çağıracağım?

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..