Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '08

 
Kategori
Öykü
 

Düşü olmayan nasırlı eller...

Düşü olmayan nasırlı eller...
 

milliyet.com.tr


“Hiç düş kurmadım ben” dedi adam. Yanında bağdaş kurmuş kadının saçlarını okşayarak. Kocaman minderlerin üzerinde oturmuş, dışarıdan vuran elektrik lambasının ölü ışığı altında hüzün kokan sohbetteydiler. Her zamanki tutkulu, kahkahalı değildi bu sohbet. Kadın, daha birkaç ay öncesinde hayatına girdiği adamın nasırlı ellerini sorguluyordu. Kendisi İstanbul’da büyümüş, İstanbul gibi yerde yaşayan bu yakışıklı, güldükçe gözlerinin içi gülen, saçlarına hafif aklar düşmüş adama tutulmuş, hiç köy hayatı bilmediğinden adamın nasırlı elleri hep dikkatini çekmişti.

“Hatta sen bile düşlerimle gelmedin. Düş nedir ki? olmayanı olmayacak zamanda istemek. Hâlbuki ben düşün ne olduğunu öğrendiğimde; düşsüz hayatın içinde gerçeklerimle yaşadığımı gördüm. Çok ama çok kalabalık bir ailede büyüdüm ben. Çocukluğum düş kurmaktan çok, gerçeğin karşısında yaşamayı öğrenmem gerektiğini, onun için de savaşmam gerektiğini anlamakla geçti. İnsan düşleriyle çocukluğunda tanışırmış. Ben ise gerçeğin içinde yaşıyordum. Bir parça kuru yufkanın peşinde gerçektim. Bir parça çorba suyunun peşinde, gerçek kaşıktım. Karnımı doyurmam, çok ama çok kalabalık ailede bir kaşık sahibi olmam için, sabahtan akşama kadar çocuk kalbimle, çocuk ellerimle gerçeği yani ekmeği kazanmamdı. Kazanıyordum, yoruluyordum, uyuyordum. Gerçeğin bir köşesinden tutup yorganın ucunu üzerime çekiyordum. Çünkü üşüyordum. Gecenin ayazında sıcak soba başında kıvrılıp uyumadım hiç. Bilirdim ki gerçek olan soğuktu. O da üstüme çekebildiğim kadar gelen yorganın ucuydu. Gerçek bu kadınım. Çocuk kalbimle sabahtan akşama dek elinde çekiç, taş kıran sonra da bu taşı satıp, onca çocuğun boğazına ekmek götürmeye uğraşan babama taş toplardı bu eller. Onun ellerini görmedin hiç. Güneşten sabahtan akşama kapkara olmuş, eziklerle dolu, çiziklerle dolu. Taş toplarken gerçektim çünkü tepemde kocaman güneş vardı ve ben cılız kollarımla kaldırabildiğim kadar taşı babama götürmek için terliyordum. Terlemezsem doyamazdım. Tıpkı kardeşlerim gibi, annem gibi, ritmik şekilde taşları kesen babam gibi… Başka seçeneğimiz yoktu, kıldan siyah bir çadırın altında, büyük kardeşlerim ve annem dâhil hepimiz sabahtan akşama taş kırar, taşırdık. Çoğu zaman taş keserdi elimizi, kanardı kimi zaman, kimi zaman ayağımıza düşer, bacağımız morarırdı. Acıdan katılaşmıştı çocuk yüreğim. Ağlamak nedir ki? Hayatımda bir çok kez ağladım belki ama gerçeğin içinde değil. Taş yontan esmer, zayıf, tütün kokan babamın bindirdiği, ilk kez görüp korktuğum, camları kirli trende, hiç bilmediğim hiç görmediğim diğer gerçeğe doğru yol alışımda ağladım ilk. Taşlarla olan gerçeğim o gün bitti, gerçeğin birinden ayrıldım diğer gerçeğe doğru yol aldım. Bir yanda hayata tutunmam için okumam, diğer yanda gurbeti öğrenmem gerekiyordu…

Böyleydi yaşam, bu benim seçimim değildi, madem seçimim değildi, seçimim olmayan hayat gerçekti, o günlerden bana kalan nasırlı ellerimle gerçeği kavramamdı…

Düş nedir ki? Hayatın diğer yakasında bulmak mıdır kendimizi yoksa… bilmiyorum ki bebeğim. Düşlerim hiç olmadı benim. Gerçeğin içinden seni buldum. Ekmeğimi, aşımı, evimi buldum. Her şeyden önemlisi artık yorganımın ucundan değil, senin sıcaklığında uykuyu buldum.” Sözlerini tamamladığında adamın nasırlı ellerini avucunda tutan kadın ağlıyor, adam ağlıyordu…



Not:Tayfun Talipoğlu'nun 08.08.2008 tarihinde "Bamteli"programında yayımlanan ekmeğini taştan kazanan ailelere atfen...

 
Toplam blog
: 359
: 1593
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

Deli-dolu, akıllı,  yalandan yere çamura yatan, normal değerlerde zekalı, esprili, şakacı, kendin..