Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

12 Ekim '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Düşün

Düşün
 

Gün batımının kadın hali.


Yaşanan ve yaşanacak krizin suni zenginleri avladığı görülüyor. Şıracının hissesi bozacıya derken borsalar yallah aşağı. Buharlaşan paracıklar, buharlaşan kapitalist zevkler; yerine kederler, hüzünler…

Meyveyi üretirsiniz, aracı kamyonetiyle gelir alır-parası doğmaz ayın çarşambasına-, şehirlerde on katına satar, arada taş atmadan, kol yorulmadan paralar “ticaret” adı verilen soygunla cebe indirilir, üreticiye ise kol kalır.

Ortada olmayan bir mal varlığının yüz yirmi katına ortalıkta alınıp satılır.

Bu kriz zenginleri vurur, zaten paranız yoksa fazla dertlenmenize gerek yok.

Doların yükselmesi ise ironiktir.

***

Sayın Livaneli “hayat” başlıklı yazı dizisine başlamış. Güçlü bir kalem değil, sıkıştığında başka yazarlardan destek alıyor; alsın, hem insanlık birikimlerini biriktirerek konuşmak iyidir, diyorsanız sizinle anlaşamayız.

Yeni bir söyleme gereksinim var; bunlarda da ne o ruh var ne de yaratıcı zeka.

Aynı adamlar ve madamlar feodal yazım ve düşün dünyasının faşizan öğeleri olmaktan ileri gidemiyorlar; tabii sevgili okuyucu, “Yeter! Artık bizi kandırdığınız yeter!” demediği sürece. Soyadlarına bir bakıverin; akraba olduklarına anlarsınız çoğunun hemen.

Akraba fikirler arasında patolojik üreme!

İşte ülkemizin aydınlarının temel çıkmazlarından biri: çözüm üreten değil, sürekli ağdalı konuşan, gerçeğin merkezine bile yaklaşamayan öngörüsüz akraba görüşlerin çiftliği, çiftleşmesinden doğan gri fikirler.

Renksiz, yeniliksiz, havasız…

Aynı bizdeki politikacılar veya Küba’daki Fidel gibi: asla onlarsız dünyanın dönemeyeceği fikri, gibi.

Sevgili Fidel, o kadar yıl boyunca devrimci bir gençlik yetiştiremedin mi yerine geçebilecek de, kardeşine iktidar devretmeye hazırlanırsın? Devrim neci o zaman?

Devrim devrilmeyen, devinmeyen, ilerlemeyen, statükocu anlamındaydı da biz mi yanlış öğrendik?

Bizim ülke yazarları da aynı. Bildikleri bir tarz vardır Avrupa’dan araklama, asla taviz vermezler.

Örneğin, bir romanı alırsınız; sanki öyle olmalı, yazar anlatır da anlatır, anlatır da anlatır. Neyi mi? Tabii ki kendini, kimi olacak. Hayatı boyunca nefret ettiği insanları tiplerinin tüm ayrıntılarına varıncaya kadar anlatmak işin esasıymış gibi.

Diyalogları yazmak sıkar biraz. Hayat; işte hayat girer içeri o zaman.

Hayat… ya hayat işte. Sıkıştıklarında sarıldıkları büyülü kelime.

Onların anlattıkları; sürekli dır dır, vır vırlayan hayat.

Peki bizim gördüğümüz hayat neden pek konuşmaz ve sürekli eylemseldir? Neden hiç acıması olmadan yapacağını yapar eder, de, bu kalemler mızmızlıklarını üzerimize kusarlar?

Yeni anladığım bir şey belki de, oturup bir tv dizisi izler gibi açıp okumak kitapları.

Diyorum ki o yüzden, kadınların düşün dünyasına daha çok girmeleri zamanı, daha çok yazmaları ve samimiyetlerinin zamanı. Başka çıkış görünmüyor bu ereksel yapının çürüğünün içinde erimekten kurtulmanın yolu. Üretmek için dünyaya bırakılmış kadınların artık kalemlerine daha çok sahip çıkmalarının vaktidir. Sürekli okuyucu tarafından kaldıklarının farkında değiller belki ama bahsettiğim yazarlar onları çok iyi biliyorlar ve onları avlayarak masallar anlatıyorlar.

Desturmuş: “sen ondan daha mı iyi bileceksin?” Yapma ya; neden? Neyi fazlaymış?

Adam aşk romanı yazıyor, ihtiyar delikanlı bir gazeteci-bak, o adam hayatın damarını yakalamış. Her devirde kendi devri- soruyor, “Çapkın mısınız?” O mu? Vahim bir yanıt veriyor: “Değilim.” Şöyle bir yanıt ne güzel olurdu: erkeğin kadına duyduğu yakınlaşma arzusu günübirlikse adı çapkınlık olur, işim olmaz. Halbuki ben insanım ve duygularım var, bir ruh taşıyorum onun gibi… işte o yüzden değilim; akranlaşmayı tercih ederim.

Akranlaşmak: sevdiği şeye karşı yakınlaşmak, aynı noktalara gelmek.

Aşk: aşık olunanı yaşamak. Onu hissetmek ve ulaşılmadıkça;

Dünyanın en uyuz köpeğine yalvarmak; n’olur yer değişelim. Dayanılmaz.

Tüm bunları bilmeden, bilemeden yazmak. Kaleme ihanet.

Kadınlar daha çok yazmalı o yüzden. Pasif direnişlerinden çıkıp, kabullenen güvenli ortamlarından çıkıp düşünen başlarını göstermeliler.

***

Hayat yanıtlar arıyor yeni oyunlarında. Yeni, gıcır gıcır…

İçinde bol savaşların, yoklukların, acıların upgrade edilmiş yeni versiyonlarıyla geliyor.

Oysa:

Çehov’un düş bahçelerinde insan kusmukları…

Bana bildiğin ve görebildiğin gerçekleri anlat, kıvırma.

Gel akranlaşalım, nedir bildiğin, başka yazarların örümcek ağlarını yırtıp tozlanmış fikirleriyle gelip hayatı sakın anlatma!

Yoksa bunun sonu;

“Bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan,

Hayatın yorgunuyum ben,

Rahat vurgunuyum ben.”

Olur.

Bir ülkenin entelektüelleri karanlıkta hayatı arıyorlarsa, çok güneşler batar orada.

***

Kızgınım.

Kızgınım çünkü her gün bu güzelim ülkenin güzel insanları kandırılıyor, avutuluyor, uyutuluyor.

İşin en kötü tarafı ise gerçekleri söylemenin ciddi cesaret istediği.

Avrupa birliği yasaları düşüncenin üzerine karabulut gibi çökerken yanlış sarf edeceğiniz bir kelime uğruna bir ömür çürütebileceğiniz tehditleri içeriyor. İnsan sevgisini, insan anlayış ve hoşgörüsünü yitirerek düzene gireceksek, insan olmaya gerek yokki zaten.

Kalabalıklaşarak azalmaya devam ederiz, hepsi bu.

Her şey birer alışkanlıklardan ibaret olur; hepsi bu.

Mutlu pazarlar, sağlıcakla kalın.

not: sayın yazarlar, okuyucuyla konuşun, aşın bu kafdağlarını.

***

Not: Sayın İbrahim Kaya öğretmene UPS kargoyla gönderdiğim kitapları Kahta’da bir şahıs imzalayarak alıyor ve öğretmenimiz o insanı tanımıyor. İşin ilginç tarafı UPS de bunu kabul ediyor. Peki, ne iş, biri adına gönderilen paketi bilinmeyen iyi saatte olsunlara bu şirket teslim ediyor? Bu hafta öğreneceğim, neymiş mesele.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..