Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '07

 
Kategori
Felsefe
 

Düşünce özgür değilse hiçbir şey güvende değildir

Düşünce özgür değilse hiçbir şey güvende değildir
 

İnsan soyunun varoluş mücadelesi büyük ölçüde "düşünce özgürlüğü" üzerinedir.

"Düşünce" dünya düzeneği içinde en büyük güçtür.

Maddi temeldeki tüm üretimin yapı taşında zihin vardır. Atomu iyi ya da kötü amaçlı kullanma bir etik seçenek olarak görünse de, maddenin parçalanması ve tümlenmesi de dahil her sıralı dönüşümün çekirdeği insan zihni ve düşüncesidir.

Tabii, insan, çağlar boyu kültür üretmiş, gelenekleri ve eğitimine uygun olarak küçüğünden büyüğüne doğru yaşam alanlarında konumunu belirlemiştir. Yasalı ve kurallı yaşamak, yalnız üretimin değil soyun devamını da güvence altına alacak bir edim olarak belirmiştir.

İnsan, ateşten kinetik enerjiye, buharın keşfinden açık denizlere, o doğasının iteklemesiyle bir yandan doğaya hakim olmak istemiş bir diğer yandan da kıt kaynaklar üzerinden yerel ve yabancı köleler ile yönetenler sınıfı olarak yerkürede serpilmiştir.

Doyumun ve doygunluğun sınırlarını çizmek daima zor olmuştur.

Ancak, derebeyliklerden kent yönetimlerine, yerel birliklerden imparatorluklara ve ulus devletlerden uluslar üstü kurumlara varan süreçte kimi temel saikler ve karakteristik özellikler, özüne bağlı olarak evrimleşmiştir.

Bir yöneten(ler) yapısı, belli bir üretim dinamiği, korunma refleksinin silahlı güven unsuruna bağlı olması, yasalılık… Bunların orasında burasında gelişen ticaret ve sürgün veren endüstri toplumları ile nihayet iletişim devrimine varan serüven yaşanmıştır.

O arada ve yanı sıra sosyal dünya, dinsel inanış başta, yer kabuğunun soğumasına inat farklı kültürlerin etkileşimiyle kah ısınan ve ama bazen de çıkar çatışmaları nedeniyle sürtünmeye varan karşıtlıklarla belirlenmiştir.

Evet bazı şeyler değişmemiştir: Temel ihtiyaçlar kategorisinde korunma, barınma, doyma, saygı duyulma ve birer geleceği olma, dilleri ve renkleri aşan bir ortak payda olarak dimağlardadır. Genetiktir de, dağılamaz şekilde klonlanmıştır, belki de…

Bunların sıradanlaşması sıra döngüsünün zaman zaman yer değiştirmesine neden olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, zengin için olduğu kadar yoksul için de düşünce yaşamın nirenği noktasını oluşturmaktadır. Biri ‘daha’sını bir diğeri birazını isteyebilmek, dilenmek, diretmek, çalmak ya da hakça paylaştırmak için, düşünceye muhtaçtır. Hem de ekmek kadar!

Buna karşılık dünyayı şekillendiren elbette gücün dağılımıdır, toplumsal yaşamı biçimlendiren de egemen kültürün işaret fişekleridir elbet.. ama.. büyük ölçüde!

Daha metafiziğin temel bilimlerle örtük çarpıştığı ve mesela modernizm ile post-modernizmin kendi kaçamak alanlarını yarattığı momentler vardır, ki, onlar egemenin fişlemesini beklemeksizin, şifrelerle de halka ulaşabilmektedirler. Neye mi yarar: Onu zaman kanıtlar.

Romanya’da Çavuşesku’nun yıkılışını bir çığlığın başlattığı, 11 Eylül’ün aslında CIA ve MOSSAD’ın (bazı kesimlerinin) bilgisi dahilinde olduğunu dile getirecek kertede bir hesaplaşmayı getiren dünyadayız.

Evet, her türlü sansüre karşın! Düşünce en büyük güçtür. Ve sansürle bazen daha da güçlenir.

Gelelim Türkiye’ye… Matbaanın verimini iki asırca öteleyen bu topraklar, kendi kozmopolit dehasında, Rum, Ermeni, Yahudi, Boşnak devşirme ve nicelerine payitaht merkezli de olsa kültürel beceriler sergileme olanağı sağlamıştı. Cumhuriyet onun aynı zamanda gazetecilik de yapan Başöğretmeninin sayesinde hem halkına, Türk’e, kendi evinde okuyup yazabileceği kurumların kapılarını hem de değişik uygarlıklara, pozitif bilimlerde, bu topluma da değer katmalarının yapı yollarını açtı.

Şimdi geldiğimiz noktada, çok partili süreçte yeterince "terbiye" edilmemiş bir dağınıklığa karşın, çağın kapılarını çalan, bizleriz. Bilim insanı, sanatçı, iş adamı ve mavi-beyaz yakalı kalifiye adamlar yetişiyor…

Yeterli mi? : Hayır! Ekonomi ve politiğin dinamikleri açısından kendi standardını yaratacak ve dünya ile yarışacak yeni buluşlardan, denizlere açılmaktan yoksunuz ve elbet halen en yetersiz olduğumuz alanda: orada ve burada çağa uymayan siyasi yapılanmalar-ın eliyle, pazarlık masalarından masallarla kalkarak biraz da içimize kapanmaya mahkum edilmiş gibiyiz.

Ve bir olay, eski senaryosunda ete kemiğe bürünüyor: Hrant vuruluyor mesela güpe gündüz hem de “bağıra bağıra” geldiği söylenen bir cinayetle, aramızdan koparılıyor. Daha bir gün öncesinde 301’i arkalayanlar, "evet çok fazla faşizan kışkırtma kokuyor bastığımız zemin" diyorlar. İstikrar noktasında siyaset bir kez daha toplumun gerisine düşüyor. Kendi otantik güvensizlik ritüeline gömülüyor.

Bir yerlerde mesela, vergi toplamada geliri dağıtmada kusurlu tulumbanın, gecekondusunu seçime kadar okşama seçimden sonra yıkma tehdidiyle yanaştığı yerlerden çıkan çaresizliğe eğitim vermeden iş verme vaadiyle kandırmasında olduğu gibi sorunların temeline inilmiyor.

Ancak yine de Türkiye yürüyor. Düşünce üretmenin bedelini canlarıyla ödeyen aydınlar gibi, kalan ve yetişen diğerlerinin de çabasıyla "neyin/nasıl/ neden/ niçin" olmadığını ve olacağını açıklamaya ve anlatmaya adanmış ipek böceklerini kozalarında barındırıyor.

Sivas’ta madımakta, biraz öncesi Çorum’da, Kahramanmaraş’ta ikisinden daha sonrası İstanbul Beyoğlu’nda ve bunların yanı sıra Ankara’da şimdiki Uğur Mumcu sokağında, ecelsiz alınan canlarına ağıtlar yakarak da olsa kan ter içinde ilerliyor.

Ve bu olup bitenin hepsinin ama hepsinin özünün, "ileriye ya da geriye gitmek (veya yerinde saymak)" kavgasından kaynaklandığını bilerek, ateşin üzerinde çıplak ayakla yürüyerek, bir halk geleceğini arıyor.

Şimdi iki şey var: aydın ile halkı daha da kaynaştırmak… Ve güvenlik ile özgürlüğü bir diğerine feda etmeyen bir kıvamda, düşünceyi, şiddet içermeyen her düşünceyi yapıcı bir anlayışla ifade edilebilir kılmak.

Bu olmazsa eğer, yani düşünce bir zamanların koloni anlayışında olduğu gibi, tutsaklanmaya ya da saray işi entrikalarla manipüle edilmeye ya da mütareke dönemindeki gibi satın alınmaya çalışılırsa eğer, her şey öyle yavanlaşır her taraf öyle yoksullaşır ki…Kırılır tarihin tekerliği düz yolda.

Gerçek hayatta kimse de güvende olamaz. Ne emek ne sermaye! Ne ölen ne geride kalan ne de daha doğmamış olan.

O zaman, aslolan hem güvenlik hem demokrasi, hem yasallık hem hakkaniyet, hem insanın bulduğuna uyumu hem de yeniyi, daha iyiyi serbestçe araması...

Gelin bu toprakları, bin yıllarla ölçtüğümüz ama aslında paha biçilemez bir uygarlığa dayanan görkemine yaraşır şekilde, özgür düşüncenin verimiyle daha fazla buluşturalım.

İnanın buna değer; insanca, hakça, refah içinde bir yaşam… Kardeşçe ve birlik içinde!

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..