Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

Düşünceye Takılanlar

Düşünceye Takılanlar
 

Ölümü kabullendiğin an, ölümün sana en çok yaklaştığı andır.


*Hani seninle sözleşmiştik; birimiz darda kalınca diğerimiz bunu hissedip derhal yardıma koşacaktı! Ben sana gidemedim, sen de bana gelemedin. Her anımda ettiğimiz yemini, verdiğimiz sözü hatırlıyorum ve bekliyorum çaresizce. Desem ki sana, yeter artık! Ya sen gel bana, ya da yerini bildir...

*Kalp göz göz olmuş, hicran gönlümü kaplamış; yiten sevgi bir hatıra, yitirilen sevgili bir roman olmuş...

*O kadar azametli bir gururun var ki, bırak sana yaklaşmayı; senin bulunduğun şehirde dahi yaşamaktan korkuyorum. N’olur yükseklerden biraz aşağılara in! Ayaklarının altına bir bak, bakalım orada ne göreceksin...

*Yıldızların öpüştüğü, güneşlerin tek tek söndüğü , ayın göz yaşlarını saklamak için buluttan gözlük taktığı o geceyi, evet o geceyi hatırlıyor musun? Sen neşe saçarken, ben hüzün doluydum; sen kahkaha atarken ben kan ağlıyordum. Takdir-i ilâhi her şeyde olduğu gibi bunda da nasıl dengeyi sağlamıştı: Zira o gece, ben mesutken , sen mutsuzluktan söz ediyordun...

*Ses geldi göklerden, ışık geldi sonsuz uzaklardan; karşılığında sevgim, aşkım alındı; kefaret çok ağır ödendi, ama doğrusu değdi...

*Kervancı dur artık! Baksana çöl bitti, güneş battı, Han karşıda duruyor, merkep yorgun, develer yorgun, insanlarsa bitkin... Onun için dur artık! Kervancı, kervancı! Ne yapıyorsun? Çölü bitirmişken neden tekrar çöle döndün, yoksa kum fırtınalarına mı aşıksın?

*Hain gül, sen çıktıktan sonra aşka kan düştü...

*Yeşilliğe, tomurcuğa, meyveye, çiçeğe hayranlığını hiç bitirme. Onların her birinde yaratılışın sırrı saklı. Düzenleyen öyle güzel düzenlemiş, planlayan öyle detaylı planlamış ki , en ufak bir tesadüfe bile yer bırakmamış. Doğa kanunlarını bildiğini sananlar hem kendilerini hem de bizi kandırmış yıllardır, çünkü bunlardan bir tanesine bile aslında vâkıf olamamışlar. Onun için yaratılışın sırrını çözmeye uğraşmak yerine yaratılanlara hayranlık duymak insanoğlunun sahip olabileceği en büyük erdem ve bilgi demektir.

*Bu dergâha gönlünde yalnız sevgi olanlar girerler ve bu dergâhtan gönlünde sevgi olanlar çıkabilirler. Çünkü dergâhın kapısını açan anahtar sevgiden yapılmıştır.

*Yazgı, yazgı dedikleri nedir ki! İnsanoğlunun yıllardır başına gelen kötü olayların sorumluluğunu yıktıkları, olur olmaz suçladıkları bu yazgı denen şey ne ola ki! Değiştirememekten, iyileştirememekten söz ederiz yazgımızı... Doğru. Bunu yapabilme güç ya da yeteneğimiz maalesef yok. Biz zavallı yaratıklar ancak yazgımızın izin verdiği sınırlar çerçevesinde hareket edebilir, bir şeyler yapabiliriz. Çoğu yazar bu sınırı demir bir çemberin belirlediğini söylese de bu çember değil bir kementtir. Boynumuza takılı kemendin ucu da meçhul bir uzaklığa bağlanmıştır. Aslında bu mesafe bize çok uzak olduğu kadar, çok da yakındır. Kişi bunu yakınlaştırabilir veya uzaklaştırabilir. Ayrıca yazgımız, diğer insanlarla da ilgilidir. Tüm yazgılar iç içe geçmiş daireler oluştururlar. Yalnız çapları birbirinden farklıdır. İsyan edip yazgımızı, dairesel dünyamızı değiştirmek istediğimizde boynumuzdaki kement de daralmaya başlar. ”Bu yazgıyı ben istemedim, ben doğmadan evvel yazılmış. Onu değiştirmek için savaşacağım.” gibi savunmalar da durumu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Acaba yazgı, rast gele mi çizilmiştir, insan da acımasızca karalanmış mıdır?

*Ektiğiniz “umut” tohumlarının yeşermediğini görürseniz bir kez daha ekiniz, eğer yine yeşermezse tekrar ekiniz. gene mi yeşermedi, vazgeçmek yok: Bir kez daha ekiniz...

*Büyük adam, asla büyüklüğünün farkında olmayan adamdır.

*Arzumuz hep yeni bir dünyadır, oysa özlediğimiz o yeni dünya da bir gün eskimeyecek mi?

*Beklediğimiz mucize gerçekleşirse ne olacak? Yaşamımız boyunca hep mucizelere umut bağlamak yanlış olsa gerek. Çünkü güneşler her gün doğuyorlar ve her gün batıyorlar. Sayısız güneşten her birisi bir mucize değil de nedir? Asıl olan güneşimizi belirleyebilmekte, seçebilmekte ve onu görebilmektedir.

*Bakışta bir davet vardı, dudakta ise bir evet...

*Göz yaşlarını sildi, ağlamaktan kapanan gözlerini biraz açtı, sisten başka bir şey görünmüyordu. Kendini zorladı, iyice açtı gözlerini ve tüm çıplaklığıyla her şeyi gördü. Değişen ya da değiştirilebilen bir şey olamazdı, onun için “elveda” bile demeden gitti, giderken artık gözünde bir damla bile yaş yoktu...

*Evinden mutluluk alamayanlara acıyorum. Orası öylesine tahkim edilmiş bir sığınaktır ki, ne bir olumsuzluk ne de bir kötülük içine girebilir. Kapısını açınca insanı saran sıcaklık, her yanında gezinen huzur ve mutluluk; yaşanan güncel sıkıntıları bir anda unutturuverir insana...

*Küllerimi dağlara, ormanlara savurun, ben oralarda yaşayacağıma ve yaşatacağıma inanıyorum. Küllerimin her zerresi başka başka yaşamların gıdası olacaktır. Ruhumun özgürlüğe olan susuzluğunu ben gideremedim, belki de o yeni canlar gidereceklerdir!

*Gökten nağme ile birlikte sevgi yağdı, kimi insanlar sırılsıklam, kimisi ise kupkuruydu....

*Teknik tanrısını bir gün mutlaka yaratacak, modern fetişizm yakında hortlayacaktır. Bu putperestlerin tanrısı da çağın şımarık oyuncağı makine olacaktır. İnsanoğlu yaptığı birkaç mekanik harikaya bakarak gururlandı; bu gururu onu tanrıya karşı isyana sevk etti, tanrıyı küçük görmesine yol açtı. ”Ben de yaratıyorum!” demek cüretini gösterdi şu günlerde. ”Benim yarattığım tanrıdır.”demek küstahlığını niçin göstermesin ileride?...

*Hey udî, udun teli koptu, sen hâlâ niçin çalıyorsun!...

*Mutluluk nedir? Maddi imkânlara sahip olmak mı, şans oyunlarından ikramiye kazanmak mı, bir makam elde etmek mi, insanlara hükmetmek mi? Gerçek mutluluk insan yaşamı boyunca geçen her andır. Durup da bir düşünelim: Bir nefes alışta, bir yaprağın nazlı nazlı düşüşünde, bir bitkinin tek bir çiçeğinde ne kadar çok mutluluk duyulacak güzellikler var...

*Şarap testisini getirme bana ey güzel; gönlüm o aşk şarabından zaten mest! Vereceksen bana şarap değil, kalbinin köşesinden bir yer ver!

*Ölümü kabullendiğin an, ölümün sana en çok yaklaştığı andır.

*Kalbinin canlılığını sanki ellerime almış gibiyim. Senin kokunu duyuyorum, ciğerlerim sevinçli; vücudunu okşuyorum, ellerim heyecanlı; tenin tenime değiyor, vücudum duyarlı. Ruhlarımız, vücutlarımız tek oluyor bütünlük etrafında. Bu mu aşk, bu mu sevgi, bu mu mutluluk, bu mu orgazm? Hayır bunlardan öte bir şey var titreyen sinirlerimin içinde... Çünkü güzele, düzenliliğe giden bir yoldayız birlik içinde...

*Rüzgârın önüne kattığı bir kâğıt parçası gibiyim. Bazen yerlerde sürünüyorum, bazen de göklerde uçuyorum. Delicesine savruluyorum, yalnızlık dünyasının sınırsızlığında. Düşüyorum, düşüyorum bataklığın tam ortasına, ah, diyorum işte şimdi sona erecek her şey; fakat ne mümkün, zalim rüzgar yükseltiyor tekrar göklere. Yükseliyorum, yükseliyorum, öyle ki değmek üzereyim mavi gökün kubbesine... Ah, diyorum eriştim gerçek cennete; ama gene o hain rüzgar her şeyi mahvediyor. Başlıyor indirmeye aşağılara... Bir çıkarıyor, bir indiriyor, sonra tekrar çıkarıyor... Ya düşüklük, ya da yücelik... Ortası bulunamaz mıydı sanki!... Zıtlıklar üzerine mi kuruluydu yaşam?...

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..