Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '06

 
Kategori
Felsefe
 

Düşünen insan ve düşüncenin evrimi

Düşünen insan ve düşüncenin evrimi
 

Düşüncelerimizi geliştirmek zorundayız. Ufkumuzun genişliği düşüncelerimizin ve düşlerimizin boyutu kadardır. Bu gelişim inanılmaz bir enerji gerektirir. Bilinmeyene yola çıkarken sahip olduğumuz gücün büyük bir bölümünü düşlerimizi oluştururken harcarız. O yüzden, bizden önce, sayısız konuda, düşlerini düşünceleriyle birleştiren ve hayatlarını, o felsefi sistemin bir parçası yapan insanlar bizim için çok önemli bir kaynak oluştururlar. İşte, bu insanların düşüncelerinden aldığımız ilham ve cesaret bizim için çok büyük bir enerji tasarrufudur. Yani, o düşünceler olmasaydı bizim kendi düşlerimizi gerçek yapmak için ortaya koyduğumuz düşünceler çok ilkel bir boyutta olacaktı. Çünkü o düşünürlerin geldiği noktaya ulaşmak için harcayacağımız güç yüzünden, ulaşmayı amaçladığımız hedef için daha henüz yola çıkmamış olacaktık.

Bu olay, yeryüzünden fırlatılan bir uzay aracının yerçekiminin etkisinden kurtulmak için atmosferin katmanlarını geçip uzaya doğru yol alırken ortaya çıkan o inanılmaz boyuttaki enerji harcamasına benzetilebilir. Uzay aracı yerçekiminin etkisinden kurtulduğu andan itibaren boşlukta hız kazanır. Gerçekte daha yolculuk yeni başladığı halde yerçekiminden kurtuluncaya kadar uzay aracı yakıtının büyük kısmını da bitirmiş olur.

O bakımdan diğer insanların ürettiği düşünceler ve bizim o düşünceler üzerine eklediğimiz herşey, düşüncelerimizin gelişmesinin sınırlarını belirler. Ve o insanların düşünceleri bizim için çok büyük önem taşır. Düşüncenin evrimini gerçekleştirmek insanların tek başlarına yapabilecekleri bir eylem değildir. Ve bu evrimin, sonu olmasa gerek. Tanrı, insanoğluna öyle inanılmaz bir güç vermiştir ki, o güç, onu yaradılışının amacına ve kendini yaratana yönlendirir. Soyut olan herşeyin boyutu, somut olanının çok ötesinde olduğuna göre, düşüncenin boyutunun evrenden de büyük olduğunu söylemek doğrudur.

Bilimadamları düşüncenin somut boyutlarını belirlemeye, ilgili hipotez ve varsayımları kanıtlamaya çalışırken, düşüncenin soyut varlığını ve gücünü hep gözardı ediyorlar. Aslında, ölümcül hastalığa tutulmuş pek çok insanın sağlıklarına kavuşmalarının ya da hala yaşamlarını sürdürmelerinin en önemli nedeni, bence, düşünce gücünü çok büyük bir kapasiteyle kullanmalarıdır. Medyada her gün bu tür insanlar hakkında çok şeyler duyuyoruz. Kadere inanmakla beraber, bu insanların yaşama bütün varlıklarıyla sarılmalarının, aslında hastalıkları sırasında düşünce ve duygularını, bedenlerinin etki alanından çıkarmalarından ve çok farklı bir boyuta girmelerinden kaynaklandığına inanıyorum. Tıp biliminin beyin ve düşünce dünyası arasındaki ilişki ve boyut farkıyla ilgili hala pek çok soruya henüz cevap bulamadığı da bir gerçektir. Teorileri, dahası, bilimsel kanunları bile kökünden sarsacak bir düşüncenin (düşüncelerin) fizyolojik gerçekleri ve kaderin işleyiş şeklinde çok önemli bir etken olduğunu söylemek yanlış olmaz.

‘A Beautiful Mind’ (‘Güzel Akıl’ ya da sinemalarda kullanılan adıyla ‘Akıl Oyunları’ ) adlı filmde insan aklının deha boyutunda olduğunda normal işleyişinin çok ötesine gittiğini ve o akla sahip olan bir insanın kendi gerçeği ve bilgi arasındaki boyut farkında kaybolduğuna tanık oluyoruz. Filmde bir matematik dehası, sahip olduğu bilgi yoğunluğunu kontrol edemiyor ve dış etkenlerin baskısı yüzünden de hafızasını dolduran o bilgileri nasıl ve neye hizmet etmek için kullacağı konusundaki koca bir ikilem içine düşüyor. Gerçekte, çok iyi ve zeki olan bir insanın akıl hastanesine kadar giden dramını izlerken, insanın düşünce gücü ve bu gücün sadece birazını kullanması durumunda bile neleri yapabileceğini, ama aynı zamanda insan bedeninin, düşünce gücüne etkisi ve depolanan bilgilerin yorumlanması, nerede ve nasıl kullanilması gerektiği konusunda büyük sorunlar yaşadığına tanık oluyoruz..

Hürriyet gazetesinden Sayın Cüneyt Ülsever, Ufuksuzluk kötü şey! adlı 5.03.2003 tarihli köşe yazısının bir bölümünde, bu filmle ilgili olarak şöyle diyor:

"İNSANOĞLU; gerek kendisi için, gerek çevresi için karar verirken aşağıdaki sorulara cevap aramak zorundadır.
1) Hangi koşullarla karşı karşıyayım?
2) Bu koşulların hangilerini, nasıl etkileyebilirim?
3) Hangi koşullar benim etki alanım dışındadır?
4) Denetimim dışında gelişen olgulara nasıl uyum gösterebilirim?
5) Koşulları zorlamanın maliyeti nedir?
6) Koşullara uyum göstermenin artı ve eksileri nelerdir?
...........................
Görüyorum ki; çok değişkenli ve inter-aktif tepkili dünyada, çok az insan Nobel ödüllü
Matematikçi John F. Nash'in hayatını anlatan ‘‘Oyun Teorisi’’ne akıl yormuş."

Filmde görüldüğü gibi, bir insan, deha bile olsa, o edindiği bilgileri hazmedecek ve kaldıracak kapasite ve yeteneğe sahip değilse kişilik bunalımına giriyor. Psikolojik yapısı allak bullak oluyor. Yukarıda sorulan sorulara cevap vermekte zorlanıyor.

Dünyada okumuş ve alanında adeta deha düzeyine çıkmış bir sürü insan var. Ancak edindiği bilgilerle insanlığın yararına ve geleceğine gerçek anlamda hizmet eden ya da edebilecek çok az insan var. Çağımızda, teknoloji insanların bilgi edinmesini çok kolay hale getirdiği ve eğitim kurumlarının ürünleri de artık sadece ekonomi, iş ve siyaset bilimlerinin birer alt ürünleri haline geldiği için, milyonlarca eğitimli insan, düşünce yapılarındaki ‘hormonlu’ ya da ‘silikonlu’ zeka düzeyleriyle günlük yaşamdaki problemlerine ‘İnsani çözümler’ bulmakta zorlanıyorlar. Ortada, bilgiler, davranışlar ve olaylar arasında olması gereken ‘düşünme gücü’nün sağlıklı bir şekilde kullanılması aşaması ya da süreci yok. Hormonlu ya da Silikon Zekalılık ve Habis Düşünce, Düşünce Özürlülüğü sorunları çağımızda okur-yazarlık sorununun boyutunu değiştirmiştir. Okur-yazarlıkla ilgili cehalet azalırken, belli bir konuda bireylerin uzmanlaşmasıyla ortaya çıkan aşırı bilgi yükünün, insanların genel ya da günlük yaşamda gereksinim duydukları temel konulardaki düşünce gücünü ve yorumlama kapasitesini azaltmıştır. Dünyada eğitim alt düzey sınırı artık üniversite (lisans) olmuştur. Su gibi okuma-yazmayı bilen, fabrikadan çıkar gibi akademik yayınlar yapan insanların düşünce düzeyinin hala cehalet sınırına yakın olması ya da ülkeleri ve dünyayı yöneten insanların bile kişilik gelişimlerini henüz tamamlamamış olmaları ve her konuda uzmanlaşmış etraflarındaki danışmanlara rağmen bu kadar düşünce özürlü olmaları son derece düşündürücü bir konudur. Ayrıca okuduğunu anladığı halde yorum yapamayan, ya da yaptığı yorumda düşünce fakirliği ya da habis düşünce sendromu gösteren aydın, entellektüel, sanatçı ve eğitimci kesim, toplumları ve bireyleri daha büyük sıkıntılara sokuyorlar. Dünya milletlerini, toplumsal kitleleri ve bireyleri birbirine düşman eden ve Tanrı adını değişik şekillerde amaçları doğrultusunda kullanarak insanlığa ihanet eden dini konulardaki bağnazlık ve örümcek kafalılık yanında paraya, maddeye ve fiziksel güzelliğe tapınılan, haklıyla haksızın, dürüstle yalancının, çalışkanla tembelin, suçluyla suçsuzun yer değiştirdiği bir materyalist ‘sahte dünya’ düzeni felsefesinin de, aslında, temelde bu ‘düşünce gücü’ kullanımı ve ‘düşüncenin evrimi’yle çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu artık görmek gerekiyor.

Düşünce evrimi, her insan için ayrı ayrı uygulanması gereken bir süreç olmakla beraber bireyler arasındaki iletişimden doğru orantılı olarak etkilenmektedir. Bireylere neyi, neden ve nasıl öğrettiğimizi, hem kendimize hem de eğittiğimiz bireylere anlatmak zorundayız. Ve dahası, verdiğimiz bilgilerin, bireylerin düşlerindeki dünyayla bağlantılı olarak ürettikleri düşünce boyutuna nasıl bir insani yön kazandıracağını da bilmek zorundayız. Düşünce evriminin oluşturulmasında eğitimcilere büyük sorumluluklar düşüyor. Bilgi mi gerekli, yoksa karekter gelişimi mi? Yoksa her ikisini dengeleyip integre bir şekilde ve sağlıklı olarak çalışmasını sağlayacak bir düşünce gücü mü? Bizden önce üretilen düşünceleri anlayıp yorumladıktan sonra kendi düşüncelerimizi üretip geliştirmek zorundayız. O bakımdan, bireylerin genel anlamda düşünme eğiliminde olması da çok büyük önem taşıyor.

Düşünce evrimini başlatacak ateşleyici, Düşünce Devrimi’dir. Dünyanın sonunu getirecek olan insanoğlunun düşünce gücü, bu sonu geciktirecek ya da kendinden kaynaklanmayacak hale getirecek kapasiteye sahiptir. Dogmatik ve tutucu akımları yaratan ve dünyayı birbirine katarak bireylerin yaşamlarını ve içinde yaşadıkları dünyayı zindana çeviren o beyinlere düşünme gücünü İNSANLIK adına ve yararına kullanma yetisi kazandırmak gerek. Gerçekten de Ufuksuzluk Kötü Şey... Peki, ya ‘Ufku kötü’ olmak? Düşünce gücünü, insaoğlunun hakettiği İNSANLIK düzeyinde yaşamasını sağlayacak ortamı ancak düşünce evrimi sağlayacaktır. Evrimleşmek, ‘insanlık yararına’ ve ‘olumlu değişim’ şeklinde olduğu sürece, düşünce gücünün insanoğlunu kendini yaratana ve varoluş amacına yakınlaştıracağı kesindir.

Alp İçöz
Eğitimci Yazar ve Şair
JOURNALTA
Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..