Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Düşünenlerin düşüncesi...

Düşünenlerin düşüncesi...
 

Canı sıkılıyordu çocuğun… Evde akşama kadar bilgisayarın başında oyun oynamaktan usanmıştı. Hava sıcak ve bunaltıcıydı… Sokakta eskisi gibi arkadaşları da olmuyordu bu günlerde…

Yine de bir ümit, topunu aldı ve annesinden izin isteyerek dışarı çıktı… Dışarıda sıcaklık daha da fazlaydı. Ve tahmin ettiği gibi ortalıkta kimsecikler görünmüyordu.

Kırgınlık ve kızgınlıkla topu yere attı, bir iki sektirdikten sonra olanca gücüyle gelişine bir vurdu. Sanki özel olarak nişanlanmış gibi top gitti mahallenin en sevilmeyen adamı Necati beylerin camını şangır şungur yere indirdi.

Allah’tan kimse bu sıcakta yerinden kıpırdayıp “ne oluyor?” diye pencereye çıkmamıştı. Ya da çocuk öyle zannetmişti. Necati beyler tatildelerdi.

Çocuk sessizce eve geri döndü. Annesi “kimse yok muydu sokakta yavrum” diye seslendi mutfaktan… “Yoktu anne” dedi çocuk usulca ve odasına girip yeniden bilgisayarındaki oyunlara gömüldü.

Akşama kadar beyninde fırtınalar esti çocuğun… Babası gelince yaptığı yaramazlığı söylemeli miydi, yoksa ardan biraz zaman geçsin diye beklemeli miydi? Ne yapacağını bilemez vaziyette saatler boyu bunu düşündü çocuk…

*****

Genç kız “ya kazanamazsam” korkusuyla girdiği sınavda, hocanın sorduğu zor sorular karşısında boncuk boncuk terlemeye başladı. Eğer bu dersi de veremezse, üniversitede bir yılını kaybedecekti.

Okula ilk başladığı günler geldi aklına… Zor şartlarda eğitim hayatına devam edebiliyordu zaten… Anne babasının çaresizlik içinde nasıl ezildiğini, ne meşakkatlere katlanarak onu okutmaya çalıştıklarını biliyordu.

Fazladan bir yıl daha onlara yük olmak, daha da önemlisi her yıl düzenli sınıfını geçerek 4 yılda okulu tamamlamak üzere verdiği sözü tutamamak, onu kahrediyordu.

Halbuki iyi de çalışmıştı. Birçok yerden gelecek sorular için verecek cevabı, söyleyecek bir şeyleri vardı ama, içindeki lanet sesin “buradan çıkmaz” diye sürekli es geçtiği sayfalardan sorulacağını hiç aklına getirmemişti.

Basit olduğu için mi, zor olduğu için mi böyle bir karara varmıştı, onu da pek hatırlamıyordu.

Oturduğu yerde epeyce kıvrandı. Hayatı boyunca hiç tevessül etmediği kopya çekmek bile şu anda mümkün olsa yapardı. Umutsuzca arkadaşlarına baktı, kimsenin ona faydası olacak gibi görünmüyordu.

Tek bildiği soruyu yazsın mı, boş mu bıraksın karar veremedi. Çünkü o bildiği soru zaten 15 puanlıktı.

“Beş dakikanız var çocuklar” diye uyardı gözetmenlerden biri. Her şey mahvolmuştu, bu dersten kalması, dolayısıyla yıl kaybı kesinleşmişti. Her şey kâbus gibi üstüne çöktü genç kızın ve günlerce bu durumu ailesine nasıl açıklayacağını düşündü.

****

İşten eve döndüğünde adam asansörde bir bayanla karşılaştı. Bütün güzel kadınların sürdüğü bir parfüm kokusu geldi burnuna. Ve tahmin ettiğinden çok daha güzeldi kadın.

Güzellik izafi bir kavram tabii. Her ne kadar genelgeçer kurallar varsa da, dünya güzeli seçilenleri bile beğenmezdi adam. Ama bu kadını beğenmişti. “Merhaba, iyi akşamlar” derken, bir taraftan da “kime geliyor acaba, kimin misafiri diye düşünüyordu.

İkisi de aynı katta indiler. Şaşırmıştı adam. “Ben buraya yeni taşındım” dedi kadın. Karşı daireye birilerinin taşınacağını biliyordu ama, böyle bir şey beklemiyordu. Nasıl bir şey mi? Yani böyle görür görmez kanının kaynayacağı, sanki yıllardır tanırmış gibi samimi ve sevimli bulacağı biriyle karşılaşmayı ummamıştı hiç.

“Kısmet ayağıma mı geldi acaba?” diyordu kendi kendine… Acaba ciddi bir girişimde bulunsam mı bulunmasam mı diye günlerce düşündü.

*****

Ailece bir iftara gitmişlerdi o akşam. Giderken eli boş gidilmez diye bir şeyler de almışlardı. Gidecekleri yer otobüs menzilinin dışında kaldığı için mecburen taksiye binmişlerdi.

Dönüşleri de aynı şekilde taksiyle oldu, Eve geldiklerinde saat 12’ye beş filan vardı. “Gece tarifesine kalmadan geldik” diye sevindi aile reisi… Günün zor ekonomik şartları, 3-5 kuruşun bile hesabını yaptırıyordu insana…

“Mesela bu akşamki iftar bize epeyce pahalıya mal oldu” diye geçirdi içinden baba… Bu parayla evde kalabalık bir iftar bile verilebilirdi.

Sahura kalkılacağı için fazla oyalanmadan yatmaya hazırlandılar. Çocuk çoktan iyi geceler deyip çekilmişti odasına.

Telefonun alarmını 3.45’e ayarlayıp başucuna koydu baba… Tam uzanacaktı ki telefon çaldı. “Gecenin bu saatinde genellikle tatsız haberler için aranır insanlar, hayırdır inşallah” deyip actı:

“- Alooo!”

“- Aloo!”

“- Buyrun, kimi aramıştınız?”

“Eee, Takside Samsung marka bir cep telefonu, bulduk da, ‘babam’ diye bu numara vardı üzerinde…”

Anlamıştı olayı baba… Taksiyle giderken çocuk cep telefonunu düşürmüştü demek ki… Taksicinin anlattıklarını dinlerken, “Hayret, müşterilerden biri almamış, bu saate kadar takside kalmış, taksici de iyi bir insanmış ki bizi arıyor” diye geçirdi içinden baba…

“- Ben şu anda Yeşilköy Havalimanı’ndayım, isterseniz hemen getirebilirim, 50 lira filan tutar” diyordu taksici…

Durup dururken bir 50 lira daha gidecekti bu zor zamanda… Aklından bir sürü karmaşık duygular gelip geçen baba:

“ - Size zahmet olmasın bu saatte, durağa bağlı çalışıyorsanız, oraya bıraksanız ben yarın gelip alabilirim, yani bu saatte…” falan diye bir şeyler geveledi baba… Taksici kararlı bir şekilde:

“- Ne olacak abi, bu saatte trafik açık, 15 dakikada gelirim ben, dediğim gibi 50 lira falan tutar” diye yineledi cevabını…. Hani “50 liraya telefon sahibi olacaksınız, değmez mi, ben de iş yapmış olacağım” der gibiydi.

Taksiciye hak verdi baba ve:

“- Tamam, dedi. Size zahmet olacak ama, gelirseniz sevinirim.”

Annenin kafasından geçenler de pek farklı değildi. İkisi di hiç konuşmadan sessizce beklediler. On beş dakikaya kalmadı, taksici geldi. Çok teşekkür etti baba, “çocuk düşürmüş telefonu ama farkında bile değil, biz de bilmiyorduk, yatmaya hazırlanıyorduk” dedi.

Taksici bir iyilik yapmanın gururyla:

“- Abi sizden sonra 4 müşteri aldım, biri görüp atsaydı cebine bulmak mümkün değildi. Yani bir gün takside bir şey düşürür veya unutursanız, taksinin plakasını da aldıysanız, sorduğunuzda şoför size ben bir şey görmedim derse, inanın yani… Ben de diğer şoför arkadaşa işi devretmeden arabayı bir yıkayayım dedim, paspasın altından çıktı.

Tabi hangi müşteriden düştüğünü bilemedim. En son sizin gibi bir çocuklu aile daha almıştım, onlar düşürdü sandım ama, sizmişsiniz.”

Baba telefonu aldı ve tekrar tekrar teşekkür ettikten sonra “ne kadar borcumuz” diye sordu. “Ben 50 tutar demiştim ya abi dedi taksici. Belli ki taksimetreyi açmamıştı. Baba cebinde 3 adet 20’lik çıkartıp verdi ve yeniden teşekkür etti.

Paranın üstünü almayı beklemedi, taksici de zaten “hakkını helal et abi” diyerek vermek istemediğini belli etti.

Eve geldiğinde, “kısa günün kârı canım” dedi eşine… 350 liralık telefonu 60 liraya kurtardık!..

“- Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?” diye sordu eşi biraz merakla ve şaşkınlıkla…

“- Başka nasıl düşünebilirim ki, dedi adam… Taksici bizi aramasaydı kaybımız 350 lira olmayacak mıydı?”

Başka bir şey söylemeden yatağa uzandılar. İkisi de yaşadıklarını anlamaya ve çözmeye çalışırken, acaba niye böyle bir olay yaşadık diye düşünüyorlardı.

*****

70 milyon insanın kafasında daha buna benzer ne düşünceler var. Kimi kriz bahanesiyle işten çıkarılmış, acaba yarın ekmek parası bulabilecek miyim diye düşünüyor, kimi şu kriz ortamında gelen son parti maldan ne kadar vurgun vurabilirim diye düşünüyor.

Kimi işyerindeki arkadaşının ayağını nasıl kaydırabilirim, kimi patronu nasıl kandırabilirim, kimi işçiyi nasıl çıkartabilirim, kimi şu kızı nasıl yatağa atabilirim, kimi şu sırnaşık heriften nasıl kurtulabilirim diye düşünüyor

Bu arada, “ülkedeki terörü nasıl yok ederim, barışı nasıl sağlarım, memleketin huzurunu nasıl temin ederim, anaların acısını nasıl dindiririm, dalyan gibi evlâtlarımızın şehit olmasını nasıl engellerim” diye düşünenler de var, biliyor musunuz?...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..