Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '17

 
Kategori
Öykü
 

Düşüş...

Düşüş...
 

Gün gelir kapıyı kilitleyip çıkarsınız evinizden. Geride kalan yalnızca bir küskün ev değil, bir yaşamdır bir daha dönemeyeceğiniz. Kaçınılmaz sona doğru bir yolculuktur başlayan, bir düşüş...

- Abi, ben ambulans şoförü. Emniyet Müdürlüğü'nün önündeyim. Nereye, hangi bakımevine gidecektik.

- Özel Düşler Vadisi, 71 Evler...

Böyle insanlar için ne anlamlı bir isim? Düş mü kaldı görecek. Ya vadi...Köprüden önce son çıkışın da kaçırıldığı yere uzanıyor sanki. Kapattım telefonu. Ulaşmışlardı...

Terminalde otobüse binerek ön sıradaki yerime oturdum. İlerlemişti gece. Oldukça uzak bir yerden gelen otobüsün içindeki insan soluklarıyla ağırlaşmış hava başımı döndürdü. Safranbolu'dan gelip Aliağa'ya gidiyordu. Doğrusu pek anlam veremedim bu güzergaha. Ama ilgisizmiş gibi gözüken bu yola rağmen, hayrettir arabada boş yer yoktu. Otobüs otobanda geceye daldı; arada bir çocuk ağlaması dışında büyük bir sessizliği ve yolcuların ağır uykularını, sır vermez suskunluklarını taşıyarak ölgün iç ışıkların loşluğunda, ön panelin fosforlu yeşil gösterge ışıkları ve farların aydınlığında ıssız yolda kesik beyaz çizgileri hızla yutarak ve geceyi tırmalayarak...Buğulanmış yan cama yansıyan silik görüntü onun yüzü müydü yoksa. Terleyen ve yavaştan aşağı süzülen damlacıklar arasında bir beliren, bir karanlıkta kaybolan. Bunaltan düşüncelerden kaçıp, zihnimde rahatlatıcı bir yer arıyordum sığınmak için; çaresiz...Çocuk aravermeksizin ağlıyordu.

Telefon elimde kalakaldım. Duymadım gerisini, alt üst olan benliğimin karanlık köşelerine yuvarlandı gitti sözcükler.

- Abi çok üzgünüm...

Doktorun söyledikleri sanki telefondan fırlayan cam kırıkları gibi içime batıyor, kanatıyordu.

-Abi gelmene gerek yok. Önemli bir şey değil. Sağ elimin parmak uçlarında hafif bir uyuşma, o kadar. Serum takıp bir iki ilaç veriyorlar. Bir iki güne kadar eve çıkarım o zaman gelirsin, rahat edersin hem. Hem bu aralar çok lüfer çıkıyor haberin olsun.

-Gece otobüsüne bilet aldım. Sabaha orada olur. Görüşürüz...

-Abi...

Gece içimdeki sıkıntıyı da koyulaştırarak ve uzayarak sürüyor, karanlık bir cehenneme dönüşüp abanıyordu. Tekerleklerin yeknesak uğultusu bastırmaya yetmiyordu zihnimde peşisıra akıp giden kötücül düşüncelerin uğultusunu.

-Abi, hani biliyorsun iş yerinde konuştuğum bir kız vardı. Evlenmye karar verdik biz onunla. Ailesinden istersin değil mi?

-Ne kadar memnun oldum bilemezsin, istemez olurmuyum hiç. İste sen yeter ki.

 Yan camda silik, bölük pörçük onun görüntüsü yine. 

-Abi su çok güzel, hadi bekleme atla.

-Abi akşam iskeleye gideriz, yemleri hazırladım ben. Lüfer kudurdu bu aralar.

-Abi ikimiz birden aynı anda emekli oluyoruz eşimle. Altınoluk'a yerleşmeye karar verdik. Ev bile hazır. Gelirsiniz artık, bir güzel kafaları çeker, kutlarız.

Tekerleklerin uğultusuna takılmış akıp giden bir kırık yaşamdan kesitler de hızla akıp gidiyordu. Bir belirip, bir kayboluyordu camdaki görüntü. Bir yaşamdı akıp giden. Nereye, görünmüyordu. Bir düşüştü sanki...Gözlerim yaşarıyordu, uykusuzluktan olmalıydı.

-Abi inmiyor musun? Yarım saat molamız var.

-Edremit'e giriyorsunuz değil mi? Ne kadar yolumuz kaldı.

-Giriyoruz elbet. Ortalama beş saat çeker.

İçeridekiler uykularını aralayarak indiler. Kar vardı, ayaz kesiyordu.

Sonra yeniden gecenin içinde. Yollar, akıp giden bir ömürün yolları. Belki bir daha geçilmeyecek hiç. Otobüs geldi sabahın dördünde Edremit terminaline girdi. İndim. Benimle birlikte üç kişi daha. Hızlı adımlarla geceye karıştılar. Kalakaldım. Hafiften yağmur çiseliyordu. Caddeye çıktım, in cin top oynuyordu. Belki bir otel görürüm diye yürümeye başladım. Bu saatte hastanaye gidilmezdi ki...Işıkları yanan bir fırına girdim. Sıcaklık ve ekmek kokusu bir tanıdık gibi karşıladı.

-Selam, bu yakınlarda bir otel var mı?

-Abi caddeyi yürü aşağıya, ilk sağa sapan sokağa gir, otuz metre kadar solda görrürsün. Dev Otel.

-İsmi de iyiymiş hani.

 Kapının camını tıkırdattım.Resepsiyondaki kanapeye uzanmış, battaniyeyi çekmiş uyuyordu. Üçüncü çalışımda kalktı. Esnedi uzun uzun. Geldi açtı kapıyı. Girdim. Soğuk ve gece dışarda kaldı.

-Yeriniz var mı?

-Ne kadar kalacaksın?

-Fazla uzun değil.

Yüzüm karmakarışıktı. Uykusuzluktan zor duruyordum ayakta. Yüzüme bir tuhaf baktı. Ya da bana öyle geldi.

-Kimlik, aldı; alışkın hareketlerle fotokopisini çekti. Ücreti peşin alıyoruz.

-Ne kadar?

-Elli...

Çıkarıp verdim. Arkasındaki panodan bir anahtar aldı. Önüme düştü. Karanlık bir merdivenden üçüncü kata çıktık. 312 no lu kapıyı açtı. Işığı yaktı. Klimayı çalıştırdı. Bir şey söylemeden döndü arkasını çıktı. Soğuktu oda. Kiçük bir komodinin üstünde bulanık bir sürahi, ters çevrilmiş bir kirli bardak. Hemen üstünde duvarda sırları dökülmüş, sır saklayan bir ayna. Yatağın önünde plastik tokyolar. Yan durunca anca sığınılan küçük bir tuvalet, lavaboda minyatür markasız bir sabun ve asılı cılk pembe bir havlu. Duvarlarda daha önce kalanların hatıraları, dertleri, yalnızlıkları ve hüzünleri ve kalın perdelere asılı kalmış belki umutları; sessizdiler... Klimayı kapattım. Cızırdıyordu çok. Olduğum gibi yatağa girip dertop oldum. Soğuktu. Deli bir yağmur başlamıştı bardaktan boşanırcasına. Camları döğüyordu. Uyumak ne mümkün. Üstelik titriyordum. Soğuktan mı...

-Şimdi iyi görünüyorsun ama, bu işin nereye uzanacağı belli olmaz. Burası bu karda kışta gelip gitmesi zor bir yer. Bir kadın tutsanız madem çıkaracaklar iki güne. Sezinliyor olmalıydı bir şeyleri.

-Abi bakımevi gibi bir yere ne dersin?

-Madem sen açtın söyleyeyim, çok daha iyi olur.

Konuşması bozulmuştu, sağ el ve ayağını kullanamıyordu neredeyse. Zayıflamıştı.

-Burası çok iyi oldu abi. Tertemiz, yemekleri güzel. En önemlisi personeli güleryüzlü ve candan. Daha ne olsun?

-Ben yine gelirim...

-Hiç sıkıntıya girme. Rahatımız iyi. Her şey için sağ ol.

Onları bıraktım eşiyle, kaderleriyle başbaşa, çıktım. Kaldılar. Benim bir büyük parçam da... Özel düşler ha... Düş mü kaldı. Yaşam titrek bir mum aleviydi artık. Hızlı tren büyük bir hızla ileri atılıyordu. Eskişehir arkada kalmıştı. Ve ne çok şey. Kar yağıyordu...

 Akın Yazıcı

6 Şubat 2017/zmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..