Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '09

 
Kategori
Dünya
 

Duvara yazı yazanların ebeveynlerine bir çift söz

Duvara yazı yazanların ebeveynlerine bir çift söz
 

20-21 yaşlarında dört gencimiz, önceki gece bazı işyerleri ve okulların duvarlarına “İşgalci TC-Türk Ordusu Defol” sloganları yazarken suçüstü yakalandılar. Bu gençler, 1974’te Türkiye askeri müdahalede bulunurken henüz doğmamışlardı. Belki anne-babaları bile o tarihlerde küçük birer çocuktular. Ama ailede bir kuşak geriye gidildiğinde, 1955’te başlayan EOKA terörüne, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hangi koşullarda yıkıldığına, Türk askerinin Ada’ya neden geldiğine ve neden dönemediğine hepsi tanıklık etmişlerdir. Bugün hemen her Kıbrıs Türk’ünün yakınları arasında mutlaka bir şehit, bir kayıp, bir mücahit bulunuyordur. Öyleyse insan düşünüyor, o dönemleri yaşamamış olanların Türkiye’ye, Türk askerine bu kinleri, nefretleri nereden kaynaklanıyor diye…Elbette, genç beyinlerin şekillenmesinde ailelerin, siyasi iktidarların uygulamalarının, eğitim sisteminin ve propaganda faaliyetlerinin etkisi çok büyük. Ancak, bir de tarihi gerçekler var ki, ne kadar üstünü örtmeye çalışsanız da belgeler, fotoğraflar, yaşayanların anıları capcanlı duruyor. Bugün biraz geçmişe gidip, bunları hatırlatmak istedim.

TARİHİ BİR HATIRLATMA

Bakın, son bir yüzyılda kendisi küçük sorunları büyük bu Ada’da neler olmuş?Ada’nın fiili egemenliğinin İngiltere’ye geçtiği 1878’den itibaren, Kıbrıs Türkleri, Ada’dan toplu göçe zorlanmış, 1912’de Rumların ilk kitlesel ve kanlı saldırılarına uğramış, Türk mallarına el konmaya başlanmış. 1921’de ve 1950’de Kilise öncülüğünde Enosis Plebisitleri, 1931’de Enosis ayaklanması gerçekleştirilmiş. 1955’te ise, Yunanistan’ın yönlendirmesiyle EOKA terör örgütü faaliyete geçmiş. 1960’da Kıbrıs Türkleri ve Rumların siyasi eşitliğine dayalı olarak kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti” de Rum saldırıları nedeniyle ancak 3 yıl yaşayabilmiş. Dönemin Rum Cumhurbaşkanı Makarios, 1963’ten itibaren Anayasa’da Kıbrıs Türklerinin hak ve yetkilerini kısıtlayacak düzenlemelere gitmek istemiş, Türklerin Ada’dan atılmasını ve imhasını öngören “Akritas Planı” uygulamaya konmuş. Kıbrıs Türkleri, 21 Aralık 1963’te “Kanlı Noel” olarak bilinen Rum saldırılarından itibaren katliamlara tabi tutulmuş, köylerini terk etmek zorunda bırakılmışlar. Her türlü iletişim ve insani yardımdan yoksun bir şekilde Ada’nın yüzde 3’lük bölümünde yaşamaya mahkûm edilmişler. EOKA lideri Nikos Sampson, 15 Temmuz 1974’te Ada’yı Yunanistan’a bağlamak amacıyla, Yunan Cuntası destekli bir darbeyle iktidarı ele geçirmiş. Türkiye ise, Kıbrıs'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kasteden bu hareket karşısında 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde 20 Temmuz 1974’te Barış Harekatı’nı gerçekleştirmiş.

“1974 ÖNCESİ VE SONRASI”

Bu nedenle, sorunu “1974 öncesi ve sonrası” diye iki döneme ayırarak incelemek gerekiyor. Çünkü, Ada’da 1974’e kadar geçen bir yüzyıl boyunca kan ve gözyaşı dökülmüş… Kıbrıs Türkleri yerlerinden edilmiş, mallarına el konmuş, göçe zorlanmış, katliamlara ve soykırıma tabi tutulmuşlar. Türkiye’nin 1960 Garanti Antlaşması’na dayanan askeri müdahalesi, sorunu yaratan değil, aslında var olan bu sorunu sona erdirmeyi amaçlayan ve siyasi bir çözüm bulunması kapısını açan bir dönüm noktası oluşturmuş. Nitekim, aradan geçen 34 yılda Ada’da siyasi ve teknik olarak bir sorun mevcut olsa da “barış” hakim olmuş…

ÇİFTTE STANDART

Ancak, maalesef, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin ürettiği belge ve kararlar ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarının temelinde de “Kıbrıs sorununun 1974’de Türkiye’nin askeri müdahalesiyle başladığı” yanılgısının egemen olduğunu görüyoruz. Uluslararası toplum, Kıbrıs sorunu ile ilgili değerlendirmelerinde; az once sıraladığımız tüm bu gelişmeleri hiç hatırlamak istemiyor. Türkiye’yi 1974 Harekatı’nı yapmaya zorlayan ve bugün de askeri varlık bulundurmasını gerekli kılan gelişmeleri, Harekat’ın hukuki çerçeve ve dayanaklarını göz ardı ediyor. Rumların en büyük propagandası da, Kıbrıs sorununun “Türkiye’nin işgalinden ve müdahalesinden” kaynaklandığı yönünde. Ancak bugünkü sorun, bir işgalden kaynaklanıyorsa; kökenini Türkiye’nin 1960 Garanti ve İttifak Anlaşması’ndan kaynaklanan 1974 müdahalesinde değil, daha önceki tarihlerde aramak gerekiyor. Kıbrıs sorunu, bir “işgal sorunu” ise, Barış Harekatı’ndan 10 yıl önce Ada’ya 20 bin askerini yığan Yunanistan’ın işgali söz konusu değil mi? Kıbrıs sorunu, bir “müdahale sorunu” ise, 15 Temmuz 1974’de Ada’da darbeyle yönetime el koyan Yunan subaylarının müdahalesi söz konusu değil mi?

YUNANİSTAN DARBESİ İŞGALDİR

Bizzat dönemin Rum Cumhurbaşkanı Makarios, Ada’daki Yunan darbesinden 4 gün sonra 19 Temmuz 1974’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir konuşma yapıyor ve şunları söylüyor: “15 Temmuz darbesi, Yunanistan devleti tarafından yapılmıştır ve Ada’nın bağımsızlığını ve egemenliğini ihlâl eden bir ‘işgal’ hareketidir”…Yunan Yüksek Mahkemesi’nin 21 Mart 1979 tarihli kararına baktığımızda ise; orada da, “Türk Ordusu’nun Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır, suç Yunan subaylarına aittir” deniliyor. Rum-Yunan kaynaklarına dayanan bu iki belge dahi, gerçek “işgalcinin” kim olduğunu kanıtlamıyor mu? Duvarlara bu yazıları yazan gençlerimiz, o dönemleri yaşamadılarsa, hiç tarihlerini de okumuyorlar mı? Etkisi altında kaldıkları Rumların eski Cumhurbaşkanı Makarios’un bu sözlerinden de haberdar değiller mi? (10 Eylül 2008)

 
Toplam blog
: 40
: 708
Kayıt tarihi
: 08.02.09
 
 

SEFA KARAHASAN, 1997’den beri gazeteci milletinin aktif üyesi. Gazeteciliğe halen Milliyet gazete..