Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '07

 
Kategori
Felsefe
 

Duygu- akıl hattındaki duraklar

Duygu- akıl hattındaki duraklar
 

Doğulu toplumların, batılı toplumlara üstünlüğü olarak kabul edilen ve daha duygusal olmalarından kaynaklanan insani ilişkilerdeki sıcaklıklar, aslında onlar için bir üstünlük müdür yoksa ayaklarına bağ olan, onların rasyonel düşünmelerini ve üretmelerini engelleyen bir bariyer midir?

Bu konuda detaya girmeden önce, Mustafa Kemal Atatürk’ün pek de dillerde dolaşmayan ancak bence onun felsefesini en iyi özetleyen çok kısa bir cümlesini paylaşmak isterim sizlerle; şöyle demiştir kendisi “Memleket meselelerinde aşırı duygusallık vatana ihanettir”.

Şöyle bir yaslanalım ve de arkasından da düşünelim bu yazıyı okuduktan sonra, duygusal olmak mı, olmamak mı yoksa bunlardan daha zoru olan ikisini bir arada yürütebilmek mi daha kolay ve yapıcı sonuçlar çıkarır ortaya… Aslında duygusal olmakla, olmamak arasında sonsuz kere yapılan gidiş gelişler ve her ikisinin ortasını bulma çalışmaları Türkiye coğrafyasının kaderidir… Onu ağırlaştıran, hantallaştıran ve üretimini engelleyen de bu gidiş gelişlerdir… Aslında, Batıda çokça kullanılan “Türk gibi başlayıp, Türk gibi bitirme” sözünün ortaya çıkmasına neden olan olaylar da hep bu gidiş-gelişlerin eseridir. Nedir bu “Türk gibi başlayıp, Türk gibi bitirme” sözünün anlamı diyecek olursanız; bir işe aklımızın sesini dinleyerek çok büyük bir enerji ile başlayıp, sonrasında da duygusal tarafımızın ağır basması ve etraftan yükselen sahte yürek okşayıcı tezahüratlar sonucunda ayaklarımızın yerden kesilircesine duygusallık batağına saplanarak eldeki işi tamamlayamama meselesidir, diye cevap verebilirim…

Eğer bu ülkede demokrasi hâlâ yerine oturmamış, insanlar takım tutar gibi parti tutup, kavun-karpuz alır gibi kendilerine oy veren insanları bir yerlere yerleştirmenin mücadelesini yapmaya devam ediyorlarsa, bu bizim duygusallık bataklığında çırpındığımızı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma felsefesine inanmış çok büyük bir grubun mutsuz olduğuna işaret eder. Evet, bugüne kadar birçok iktidar partizanlık yaparak kendi yandaşlarını bir yerlere yerleştirmenin mücadelesini verdi (özellikle de 1980'den sonra Özal ile başlayan süreç, büyük bürokrat kıyımlarına yol açmıştır), ortalıktaki bu Şarklılaşma tehlikesini görmeye zaman dahi ayırmadı ve sonunda da bugünlere ulaştık…

Siyasette bu durum böyleydi de başka kurumlarda farklı mıydı? Duygusallık sarmalına giren hangimiz kendimizin, çocuklarımızın da içinde yaşadığı geminin su almasına yol açacak duygusallığımız sonucu hatalar yapmadık? Hangimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Memleket meselelerinde aşırı duygusallık vatana ihanettir” sözünün aksini uygulayarak hem kendimize hem de bizden sonra gelecek ve bu ülkede yaşayacak olan nesle ve de vatana ihanet etmedik? Hangimiz sırf bu aşırı duygusallığımız uğruna, doğru bildiğimiz doğrularımızı dahi uygulayamamanın dayanılmaz sarsıntılarını yaşama şanssızlığıyla karşı karşıya kalmadık?

Duygusallık elbette ki insan olmamızdan kaynaklanan en önemli değerimizdir, bunun aksini düşünmeye ve söylemeye kimsenin ne vicdanı ne de dili el verir… Ancak duygusal olunacak yerler vardır, olunmayacak yerler vardır işte bence Anadolu aydınlanmasının en önemli yapı taşı bu ayrımı en doğru şekilde yapabilmektir… Bir şirketi, bir kurumu, bir grubu yönetirken bence bol akıl üstü az duygusallığa ihtiyaç vardır… Özel hayatta ise duygusallığın dozu biraz daha artabilir ama bunun da dozunu iyi ayarlamak gerekebilir, yemeğe gelecek kişini özelliklerine göre… Örneğin; toplumsal meselelerde (özellik sosyal adalet ve asgari geçim koşullarının herkese sağlanması ve özellikle de eğitim ve sağlıktan herkesin eşit olarak faydalanması konularında) duygusallık ve akıl 1’e 1 oranında iyi giderken, sevgiliyle, eşle, ya da çocuklarla ilişkilerde bol duygusallık üstü akıl fena olmaz… Yalnız, burada da duygusallığı öyle dengeli kullanmak gerekir ki daha sonradan duygusal olarak bağlı bulunduğumuz bu insanların topluma katılma aşamasında kendi koyduğumuz ve devlet meseleleriyle alakalı, duygusallık götürmeyecek konularda kendimizle çelişip, o güne kadar yaptığımız hatalarımızı tekrar etmeyelim…

Özel sektör nasıl adam alırken en yüksek verimi alacağı kişiyi arayıp bulma çabası içerisine giriyorsa, hoş Türkiye’de yer yer sistemin açıklarını ve zavallı insanların saflıklarını zorlayacak uyanıkların tercih edildiği bilinmektedir, Kamu kurum/kuruluşları da eleman alırken en yüksek verimi alacağı kişileri tercih etmek zorundadır… Aslında, Özel Sektör’ün pratik olarak duygusal davranma lüksü daha çok vardır, çünkü bir şirket batarsa, duygusal davranan kişi sadece ve sadece kendi şirketini batırmış olacaktır. Kamu kurum/kuruluşlarında ise bu durum hepimizin içinde yaşadığı geminin batmasına neden olacağı için, kamuya eleman alınırken hele hele kilit konumlara eleman alınırken duygusallığa kesinlikle yer olmamalıdır…

Bir öğle yemeği sırasında dostlarla yapılan küçük bir fikir alışverişi sonucu tetiklenen bazı düşüncelerin rahatsızlık vermemesi için dışa vurulması için yazılan bir yazıdır bu aslında… Ancak aynı zamanda da amaç, fikirlerin/düşüncelerin paylaşıldıkça değerleneceğini görüp mümkün olduğunca fazla sayıda insana ulaştırma arzusunun/isteğinin dışa vurumudur.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..