Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '11

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Duygusal Krizler, nasıl aşılır?

Neden böyle bir konuyu seçtim, çünkü iş yerlerinde fazlasıyla bu krizleri ya yaşıyoruz ya da etkisi altına giriyoruz. 

Elbette her zaman olduğu gibi, psikolog, psikiyatrist olmadığımı, burada sizlerle sadece kendi şahsi görüşlerimi paylaşacağımı hatırlatmak istiyorum. 

Öncelikle, başlıktaki her bir kelimeden ne anladığımı ifade etmek isterim: 

Duygusal: Hisler dünyası, en basit fiziksel dürtülerden, heyecanlara, tutkulara ve duygulara uzanan geniş bir çerçeveyi kapsar. Açlık kızgınlık yaratabilir, tuttuğumuz takımın maçını izlerken heyecana kapılabiliriz, hatta galeyana gelip, stadı yakabiliriz, kendi fikirlerimizin dışındakilere öfkelenebiliriz ya da “sev kardeşim, elini ver bana” diyebiliriz :-) Psyche, Grekçe ruh demektir ve psikoloji kelimesi de buradan doğmuştur. Dolayısıyla, ruha ait herşey hislerin kapsamı içerisindedir: Kin, nefret, kıskançlık, korku, kaygı, aşk, neşe, merhamet, …gibi. 

Kriz: Bir sistemin çalışmasını engelleyen/bloke eden, hayatımızın normal akışını etkileyen sorundur, soruna çözüm bulunamaması durumudur. Krizler, kötü gibi algılansa da bizi uyaran, harekete sevkeden, geliştiren durumlardır. Henüz aşamadığımız ama aştığımızda tecrübe ve güç getirendir. Sorunun, bizi kontrol etmesi durumudur. 

Aşmak: Başarmak, iyiye ve ileriye doğru taşımak, kilitleyen durumdan kurtulmak, hayatımızı tekrar düzene oturmaktır. Sorunu, bizim kontrol ettiğimiz durumdur. 

Şimdi başlığımızdaki soruyu yanıtlamaya çalışalım: 

Elbette herkesin kendine has yöntemleri vardır ve eminim bu satırları okurken ama bu da bir yöntem deyip, ilaveler yapacaksınızdır. Zaten aşağıda yazılanlar sizlere ilham olması içindir. 

En iyisi, hiç krize girmemektir, yani “ben geliyorum” diyen krizin ayak seslerini duyup, proaktif davranmaktır. Ama maalesef, bu sesleri, sinyalleri net algılayamadığımız çok zamanlar oluyor. 

Bir diğer öncelikle bilinmesi gereken şey: yanlış hatırlamıyorsam; K. Gustav Jung’un bir cümlesi idi: “Hiçbir kriz bulunduğu bilinç seviyesi ile aşılamaz.” Bu nedenle, sen x ben kavgasına girmeden evvel, öncelikle bilinci açmak gereklidir. Buna, halk arasında “kendime telkin ettim” de denir. 

Diğer öncelikli bilinmesi gereken konu ise sorunun sebebini dışarıda aramamak gerekliliğidir ki bu en sık yaptığımız hatadır. “Başıma gelenler senin yüzünden, sen suçlusun” v.b. gibi bahaneleri bırakıp, gerçekle yüz yüze gelmek için cesaretimizi toplayalım. Aksi halde, hayatımızdan dış mihrakları çıkartsak bile, hayat bize benzer sahneleri defalarca, ta ki biz öğreninceye kadar önümüze getirecektir. 

Dedik ya, herkesin çözümleri farklı olabilir, ama ben burada birkaçını size ilham olması için sıralıyorum: 

Sorunun “gerçek” sebebini bulmaya çalışmak
Kontrolü ele almak için yöntem düşünmek,
Sukunet içerisinde düşünmek
Düşünemeyecek bir durumdaysak, bir süreliğine ertelemek
Günlük krizler ile hayati krizleri ayırtetmek
Karar vermek, hedef koymak
Sabırlı olmak
Konuyla ilgili bilgilenmek, “bilgi cehaleti yener.”
Sorunun üzerine cesaret ve istikrarla gitmek,
Hoşgörü, anlayış geliştirmek
Bilinçli sohbetler etmek, arkadaşlıklar kurmak, farkındalığı yüksek toplum içinde bulunmayı seçmek
Spor yapmak
Sevgi ile aşmaya çalışmak
Yazımı hepinizin bildiği, küçük bir hikaye ile bitirmek istiyorum. “BARDAK OLMA, GÖL OL” 

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. 

- “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle: 

- “Acı” diye cevap verdi. 

Usta bu defa da çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: 

- “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak. 

- “Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam, “Hayır” diye cevapladı çırağı. 

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: 

- “Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.. 

Duygusal krizlerinizde, göl olmayı hatırlamanızı dilerim. 

Bu yazı, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği'ndeki felsefi sohbetler ışığında, Bursa Hakimiyet Gazetesi İnsan Kaynakları için hazırlanmıştır. 

 
Toplam blog
: 68
: 2603
Kayıt tarihi
: 27.05.11
 
 

Çoklu paydaş ortamında çalışma yeteneği, özellikle inovasyon ve kümelenmeyi teşvik etmek için kamu k..