Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

DV / tatil

DV / tatil
 

Alaçatı'ya vardığımda görkemli bir kutlama töreni ile karşılandım. Havayi fişekler, konserler falan. Meğer o gün Alaçatı'nın kurtuluşunun bilmem kaçıncı yıldönümüymüş. Bozuntuya vermedim. Bir keresinde de Nişantaşı'nda yürürken bir kaç liseli kız önümü kesip fotoğrafımı çekmek istemişti. Bu ilginin sebebini merak etmiştim. Arkamdan Beyaz da yürüyordu. Acaba ikimizi aynı kareye sığdırma telaşında mıydılar? Bilemiyorum ve bu sorunun cevabını sanırım asla öğrenemeyeceğim...

Alaçatı'nın merkezdeki çay bahçesinde oturduk ailece. Orayı çok seviyorum. Kutlama çerçevesinde verilen konserlerde Sibel Can sahneye çıkmış, o özelliksiz ama kulağa itici gelmeyen sesiyle şarkılar söylüyor. Daha doğrusu, tüm "özelliksiz" şarkıcılar gibi, sanki aynı şarkıyı tekrar tekrar söylüyor. Ada çayı içip sakızlı un kurabiyesi yerken birden beldenin o sakin, cana yakın köpekleri asabileşip havlayarak kaçışmaya başladılar. Biraz sonra Kıraç şarkı söylemeye başladı. Gelen şarkıcıyı (felaketi) önceden kestiren ıslak burunlu uysal köpişler bir kere daha insanları uyarma vazifelerini eksiksiz yaptılar fakat anlayan kim? Ben de anlamadım.

Berbat söylüyordu ve bu bir sürpriz değildi. Ve fakat yüzlerce kişi ve Alaçatı sokaklarını dolduran insanların hiç birisi durumun vehametini farkında değil gibiydiler. Oysa sokaklarda bir tane bile köpek kalmamıştı. Acaba hayvanların müzik zevki insanlarınkinden daha mı gelişmiş?

***

Çok güzel yüzüyorum otelin havuzunda. Kulaçlarımın ardı arkası kesilmiyor ve bir yandan da bana bakan "ne de güzel yüzüyor" diyen kız var mı diye kesikler atıyorum koltuk altımdan. Sene 1993 civarı olmalı. Elbetteki benden başkası yok artık havuzda. Geç olmuş vakit. İnsanlar akşam yemeğine hazırlanıyorlar. Ben de sıkılıyorum ve duruyorum. Ayağımı havuzun tabanına basıyorum ve ayak parmaklarıma bir şey takılıyor. dalıp elime alıyorum o şeyi ve ne göreyim, bir altın yüzük. Hem de iricesinden. Üzerinde koskaca harflerle "KADRİ" yazıyor.

O zamanlar gitar almak için para biriktiriyorum. Pek de hevesliyim. Babamdan istesem verecek para ama ben nedense kendim biriktirmeyi seçmişim... Yüzüğü kimseye göstermiyorum. Çantaya atıyorum.

İstanbul'da kuyumcuya götürüyorum yüzüğü. Sivelceli bir tipim. Adımın da Kadri olmadığı anlımda yazıyor sanki. "Senin adın ne" diyor kuyumcu. Yüzüğü çaldığımı düşünebileceğini hiç aklıma getirmemiştim ve aslında yüzük bir nevi "çalıntı" sayılabileceğinden ötürü feci kızarıyorum. Yüzüğü kapıp dükkandan kaçıyorum.

Sonrasını hatırlamıyorum, bir şekilde bozdurdum ama altını ve gitarımı aldım. Sonra o gitarı satıp başka gitar aldım ve sonra bir tane daha ve şu anda elimde bulunan gitarın da mayasında o yüzük var gerçekten.

Tüm şarkılarım senin için Kadri Abi!

(bu şekilde yırtabilir miyim bilemiyorum tabi)

***

Ellerim su topladı, kafa derim yanmayı başardı. Günde 5-6 saat boyunca sörf yapabilecek kadar öğrenebildiğim için bu işi çok mutluyum. Yani sonunda... Doğa sporlarıyla uğraşırken doğanın bir parçası olup bir çok şeyden kopmak ne kadar güzel oluyor. Salı günü otele döndüğümde telefonumda 9 cevapsız çağrı vardı ve hiç bir arkadaşımla konuşabilecek dahi gücüm kalmamıştı. Ertesi sabah yine ilk iş olarak sörfe çıktım ve dönüğümde 17 çağrı ve bazısı pornografik içerikli olarak türlü mesajlarım vardı.

Arkadaşlarım, kusuruma bakmayın. Benim de bir kötü huyum bu. Sudayken kimseyi tanımam. Babamı bile!

***

İşte o yüzüğü bozdurduğumun senenin ertesi yılıydı. Tatil beldesine gitarımı götürmek gibi bir hata yapmıştım. Kumsal gitaristi değilim netice itibarıyla ve gitarı duyan her tip ışığa gelen sivri sinek gibi geliyor yanıma. Ben de bırakıyorum çalmayı çaresiz.

Fakat ben artık çalmıyor olsam da bir şekilde bir kalabalık toplanıvermiş oluyor çevremde. Sonra oradan bir muhabbet devam ediyor. Bazısı gitarı alıp kurcalıyor falan. Mecburen sosyalleşiyorum, ne fena.

Ben o zaman çat pat almanca biliyorum. Tipsiz, tıfıl bir oğlan arkadaşım oldu nasıl olduysa. Yanında da bir alman genç kız. Çocuk kızla takılmaya çalışıyor ve fakat kız ingilizce bilmiyor bizim delikanlının da almancası yok. Nereden çıktıysa ağzımdan ben almanca biliyorum biraz diyiverdim... Sonrasında o muhabbette iyice gerekli oldum. Ghost filmindeki kahin gibi yani, ya da bir çeşit çevirmen gibi, oldum. Muhabbet etrafımda şekilleniyor.

Beklemediğim bir şey oldu, ben de kızı beğendim. (Ne olacak şimdi Kerem efendi?)

Ne olacağı var mı canım, sohbetin hasını kendime sakladım. Artık ikinci gün Julia (idi adı) ile ben kendi aramızda gülüşüyoruz ve o tuhaf çocuk (neydi adı yaa) kolumdan çekip "ne dedi" diye dürtüyor ve benim hiç umurumda değil artık o çocuk. Sonrasında üçüncü gün düştü yakamızdan.

Dördüncü gün Julia ile aramızda bir şeyler olabilirdi, ben evime dönmemiş olsaydım...

Şöyle de bir şarkı olmuştu devamındaki günlerde,

Bak bugün ne fark ettim
isteseydik sen ve ben
ne çok eğlenirdik uzaklarda
evlerimizden...

***

Bu yılki kadar kafam dinlenik, kendimle ilgili çok şey fark ettiğim ve bir çoğuyla da barışık döndüğüm bir tatil daha hatırlamıyorum. Senede 300 gün ve toplam 95 yıl daha tatil yaparsam tüm sorunlarımı çözmüş olabilirim. Haydi hayırlısı...

***

Bir keresinde Antalya'da bir otele gitmiştik. Artık nasıl bir oteldiyse... Bir lezbiyen çift vardı. Belçikalı'lardı. İkisi de üstsüz güneşleniyorlardı. Ben onları dikizlerken acaba erkek karakterli olanı (ki çok belirgindi) dikizlersem "gay" sayılır mıyım diye tereddütler geçiriyordum. O sebepe daha çok dişi olan kadını dikizlilyordum. Fakat bu da hiç adil değildi çünkü erkeksi kadının memeleri daha güzleldi. Her neyse.

Animasyon vakti olacak tabi ve oldu da nitekim... Futbol oynaycağız. Baktık bu erkeksi lezbiyen kadında geldi. "Cinsel tercihlerin özgürce yaşanabildiği ve ötekilerin olmadığı bir dünya" gibi sloganların ve dünya görüşünün bir karşılığı, bir manası yok daha kafamda ama yinede insan ayırmıyorum, annemden öyle öğrenmişim.

Gelsin tabi lezbuş kadında bizle oynasın ama üstsüz oynaması biraz tuhaf kaçtı. Kadınlığını ve dolayısıyla memelerini de reddeden bir hali vardı. Topa hiç konsentre olamadım ne yalan söyleyeyim. Acaba bende mi bir tuhaflık var diyerek (ne de olsa türküz) alman takım arkadaşıma danıştım. "Bu hiç de olağan değil" dedi. Elin Almanı böyle diyorsa ben topuma bakarım arkadaş diyip oyuna devam ettim. Lakin bir güzüm topda, diğeri ikizlerde resmen şaşı oldum.

Allah'ı var, güzelde oynuyordu kadın. Kız gibi oynamıyordu, Necati Ateş'e "erkek gibi oynama dersi" verebilirdi misal.

Maç berabere giderken bu kadın bana güzel bir pas çıkardı, ben de bir şekilde attım golü ve maç bitti.

HURRAA diye sevindik gavur askerler gibi. Sonra bu gelip bana sarıldı golü kutlamak için. Ben de üstsüzdüm, o da üstsüzdü ve Alman dostumun dediği gibi; bu durum hiç de olağan değildi...

***

Son beş yıldır Alaçatı'ya gidiyorum tatile. Seviyorum. Kuzey egeden gelen havayı soluyorum. Taş evlerine bayılıyorum. Hem spor yapıyorum hem çok güzel dinleniyorum. Her döndüğümde kendimi kaybetmiş oluyorum. Bu sefer böyle yapmayacağım ama dedim. 2 gün dayandım ama 3. gün şu soruyu yine sormadan edemedim ;

"Sene de 8 ay burada yaşamak için ne yapmam gerekiyor?"

Malesef dostlarım, bu sorunun bir cevabı yok. Olsaydı bulurdum. Tüm soruların cevabını kimse bulamaz elbette ama ben bu konuda o kadar çok düşündüm ki, eğer bir çıkar yol olsa mutlaka ulaşırdım o cevaba.

Sporcu oluup orada yaşayabilmek için bir on sene geç kaldım. 10 yıl önce böyle bir vizyon veya hedef koyamazdım, şimdi ise bunu demek A milli takım futbolcusu olacağım demek gibi bir şey.

Kafedir, oteldir o tarz bir şeyler işletmek iki temel şey gerektiriyor; sermaye ve beceri... Bende ikisi de yok.

O zaman geriye de fazla bir şey kalmıyor, şunu diyebilmekten başka. Bir hedef koy Kerem efendi; yaş 50 ! Nasıl? Çok mu kötümser? Çok mu geç? Çok geç değil, en azından k.çım tam pörsümemiş olur. En azından, hala spor yapacak kıvamda tutarım kendimi. 50 yaşıma kadar bir taş ev parası ve emeklilik sermayesi ayırabilirim belki, neden olmasın?

50 yaşıma kadar dilenci vapuru yazarım (senede 50 diyelim, 20 senede bin adet DV!) ve belki de kendimi yazarak o kadar geliştiririm ki, en azından DV leri yazan bir kaptan olarak para kazanırım o yaşta biraz, yani harçlık çıkaracak kadar canım! Olamaz mı?

Olabilir...

***

Kafam pek kıyak, Alaçatı göğü gibi bulutsuz, parlak bir lacivert bu günlerde. Her gören beni öpmek istiyor, tam o moddayım yani. Seviyorum ve öpüyorum hepinizi.

(Sarhoş değilim)

(Valla)

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..