Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

E-günlüğüm çok cana yakın

Heeey! trafikten anlayan birisi gelsin de şu Suadiye'nin yollarına baksın. Ara sokaklara bile ışık koymaya başladılar, yolların hepsi girilmez oldu. Alt sokağa gitmek için neredeyse Kadıköyden dönüp geleceğim...

Merhaba e-günlüğüm, yerden göğe kadar haklısın. Yakında levhalara uyarsak, eve işe gidemeyeceğiz. İşin içinde bu kadar anlamsızlık varsa, yine birileri kazanıyor demektir.
Milletimizin ne kadar cana yakın ve samimi olduğunu hep söyler dururum. Bu öyle bir samimiyet, öyle bir cana yakınlık duygusu ki, hastalık derecesinde. Eminim herkes karşılaşmıştır. İşte bir örnek:

Cumartesi akşamı, bahçede oturuyorum, yalnızım, (arkadaşımın da annesi hastanede yatıyor ve o da hafta sonları onu ziyarete gidiyor) ışık yakmıyorum ve saat 22:00 sıraları. Yanımda da Boss oturuyor. Bir taraftan, ocakta ki lapayı yanmasın diye kontrol ediyor, bir taraftan rakımı yudumluyorum. Bedavadanda oksijen almaya çalışıyorum... Bahçe kapısının önünde bir hatun kişi, hapishane koridorlarında ki gibi volta atıp duruyor. Çaktırmadan izliyorum. Neredeyse köpeklerin yemeği yanacak. Derken voltalama bitti ve hatun kişi tam bahçe kapısının önündeki kaldırıma oturdu. İçeri girip yanmadan yemeğin altını kapattım ve tekrar dışarı çıktım. Halen orada oturuyordu. Yardımseverlik duygularım kabardı ve yanına gittim. Hani filmlerde hep görürüz ya. Sorarlar "yardımcı olabilir miyim?" diye. Ben de öyle yaptım. Hatta biraz uzattım ve "arzu ederseniz buyrun" deyip balkona davet ettim.

Hemen düşünmeden geldi. Hızlı hızlı bir sigara çıkardı, ben de hızlı bir şekilde çakmağa sarılıp sigarasını yaktım. (eskilerden kim kaldı?) İçerden sandalye getirdim ama oturmadı. Sanırım taşları seviyor... Adımı söyledim, adını söyledi (yine filmlerde ki gibi) "Bir şey içermisin" dedim ve seçenekleri sıraladım. İstemedi. Anladım ki acilen birisi ile konuşması gerek. Açılmasını sağlamak çok kolay ama, gıcıklık olsun diye sessiz kaldım. Aradan iki dakika geçmeden sohbet etmeye başladı ve klasik sorular sordu. "burada mı yaşıyorsunuz?" (yok burayı köpeklerim için tuttum, ben Paris'te yaşıyorum) "yalnız mısınız" gibi bir kaç sorunun ardından, aynı soruları sanki ben de ona sormuşum gibi anlatmaya başladı. "ben karşı binada oturuyorum, sizi sık sık görüyorum, ileride iş yeriniz var, akşamları köpeklerle oynuyor ve onları gezmeye çıkarıyorsunuz." (günlüklerimi okumasına hiç gerek yok) Sonra sohbet derinleşti. "bri bira içebilir miyim" oldu...

Nişanlsında (nişanlısı olmasını istiyor) kalıyormuş, hemşire imiş, hafta sonları babasını ve annesini görmeye geliyor muş. (nişanlınla gelsene) Bu akşam nişanlısı ile tartışmış ve sevgisinin azaldığını hissetmiş. Konu çok önemsizmiş ama tekrar onu aramamış. Saat 00:00 a kadar oturdu. (sadece oturduk) Sonra "ben artık eve gireyim" dedi ve kalktı. Elini uzatıp "tanıştığımıza çok memnun oldum" dedi ve gitti. Arkasından seans ücreti isteyecektim ama kendi kendime "bir daha ki sefere" dedim. Dediğim gibi çok cana yakın, çok samimi bir milletiz... (daha neler anlattı neler, fazla uzamasın diye yazmıyorum, mahallede bilmediğim çok şey varmış...)

Değerli e-günlüğüm; sonra ben biraz daha oturup, yattım. (Boss bu kıza havlamadı) Pazar sabahı işlerimi halledip, caddeye yürüyüşe çıktım ve yürüyüş sonrası, istasyon büfe'ye uğradım. Orada Tan ile sohbet edip birkaç çay içip eve döndüm.

Annemi aradım, sesi iyi geliyordu. Cuma akşamı kulağına "hiç bir yere gidemezsin sana daha ihtiyacımız var çabuk iyileş " diye fısıldamıştım. Telefon da ben iyileştim, bir kaç gün sonra yürüyerek yanına geleceğim" dedi... Bu arada ben de fazla birikimden dolayı akşamları hafif ateşleniyor ve sabah zor kalkıyorum. Kendi özel bakımımı yapıyor ve şimdilik ayakta kalmayı başarıyorum. Pazar günü dinlenmek için fırsat oldu. Şimdi daha iyiyim.
Sabah işe geldim ve normal pazartesi hareketliliği yaşadım. İş yerine yeni geldim ve yeni oturabildim. Bir solukta da yazdım bütün olanları... (14:30)

Eyvah! York Düşesi Sarah abla yetimhaneleri gezmiş. Ben de ablam tezini hazırlarken bundan yirmi beş sene önce gezmiştim ama ortalık bu kadar ayaklanmamıştı. Değişen hiç bir şey olmamış. Haberi okurken yirmi beş sene önce gördüklerim gözümün önüne geldi. Şim di yapmamız gereken bir kaç savunma var. 1- "Görüntüler gerçek değil montaj" demek. (bu arada her şeyi düzeltip "gelin bir daha bakın" demeliyiz) 2- "durumun farkındayız, zaten soruşturma başlatmıştık" diyebiliriz, 3- "o kurumlar devlete ait değil, düşes yanlış yerleri gezmiş. oralar gecekondu mahalleleri, olayı araştırıyoruz, gereken yapılacaktır" demek (bu güzel oldu) Aslında pişkin bir şekilde "ne var yani, siz iki yüz sene önce köleleri satıp, çalıştırmıyor muydunuz" bile bir açıklama da yapabiliriz...

Pazartesi hareketliliği devam ediyor ve yine gidip gelip yazıyorum e-günlüğüm... (15:30)

Bu akşam evin eksikleri var onları tamamlamak için en ucuz marketi tespit etmem gerek. Burası zaten maketler semti. Bütün marketlerin bir- iki şubesi var. Şimdi yemek saatim geldi, birazdan geliyorum.

Evet e-günlüğüm, yemeğimizi de yedik. Artık vedalaşabiliriz. Araya doğalgazdan sonra elektrik zammı falan gibi haberler sokmayacağım nasılsa.
Yarın yazışmak üzere. Hoşçakal.

Biliyor musun? O kadar çok karbon taşırız ki, 9000 adet kurşun kalem yapabilir mişiz. 2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sülfürümüz, bir kaşık dolusu muz magnezyumumuz, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz var mış...
Güzel söz: "Sis, yelpaze ile dağıtılmaz." Japon arkadaşların atasözü.

 
Toplam blog
: 512
: 549
Kayıt tarihi
: 06.02.08
 
 

Bir varmış, bir yokmuş... Sağlık, huzur, mutluluk. Başka hiç bir şeye önem vermem bu hayatta. Bu yüz..