Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '20

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ebru Şallı’yı Anlamak!

Magazin dünyasında adını sıklıkla duyuran Ebru Şallı’nın sekiz yaşındaki oğlu Pars,  geçtiğimiz hafta Lenfoma kanserinden dolayı vefa etti. Dünyada bir insanın yaşayacağı en büyük acı ve hüzün evlat acısıdır. Bundan dolayı masum yavruya rahmet dilerken , başta anne ve babası olmak üzere ailesine sabır diliyorum. Allah dayanma gücü versin.

Şallı, yaptığı işler ve sosyal hayatı ile medyada sıklıkla yer aldığı için de çocuğunun vefatı geniş bir kesimde yankı buldu.  Sosyal medyanın pervasızlığı içinde dinimize, kültürümüze, ahlakımıza ve insanlığa yakışmayan söylemlere de muhatap oldu.  Bu kadar büyük bir insani acıya karşılık, nasıl bu kadar hissiz kesildiğimiz, düşünmeden, incelemeden linç kültürünün birer kölesi haline geldiğimiz ayrı bir inceleme konusudur. Sosyologlarımız ve sosyal psikologlarımız eminim bu konuyu araştırırlar.

Bize düşen öncelikle Ebru Şallı’nın acısını paylaşmak ve onun yaşadığı bu travma üzerinden hayatın gerçekleri, anlamı üzerine bir kez daha düşünmektir.

İnsanoğlunun en büyük güdülerinden biri de başta kendisi olmak üzere çocuklarının hayatını korumak, güzelleştirmek, garanti altına almaktır. Çocuklarımız ve hayatımızla ilgili şöyle bir yanılsamamız var: Bu hayat bizim olduğuna ve çocukları da biz dünyaya getirdiğimize göre, çalışır ve çok para kazanırsak, onları iyi okullara göndeririz. Yüksek korunaklı villalarda İngiliz mürebbiyelerin ellerinde doğrudan İngilizce’yi de öğretirsek onların hayatlarını garanti altına alabilir ve onları mutlu edebiliriz.

Hastalanırlarsa, ülkenin en gelişmiş hastanelerine götürür, olmazsa Amerika’ya gider orada tedavilerini yaptırırız. Çünkü iyi para kazandığımız için bizim maddi olarak buna gücümüz yettiği gibi, Amerika’nın gelişmiş tıp ilminin de artık her türlü hastalığı tedavi edebilecek gücü vardır. Üniversiteyi bitirdiklerinde iş bulma dertleri de olmaz, hiçbir yerde iş bulamazlarsa bir şirket kurar onları işin başına geçiririz veya zenginliğimiz ve şöhretimizi kullanarak çocuklarımızı da kısa yoldan bol para kazanan mankenliğe ve dizi oyunculuğuna atarız.

Normalde böyle bir insan için ne gelecek kaygısı ne de ölüm ve hastalık korkusu olamaz, olmamalıdır. Çünkü bunları geçersiz kılacak tüm imkanlara sahiptir. İşte bizde bunun rehaveti o kadar hâkim olur  ki aksini düşünmek aklımızın ucundan geçmez.

Ama gün gelir, imkânlarınızı sonuna kadar da kullansanız ağır hasta olan çocuğunuzu kurtarmak için elinizden bir şey gelmediğini anladığınız da, tıbbın çocuğunuzun hastalığı karşısında aciz kaldığını gördüğünüz de çaresizliğin dibini yaşarsınız. Kendinizi düz bir yolda emin adımlarla yürürken aniden derin bir çukura düşmüş gibi hisseder ve orada çırpınırsınız.

Sizin yaşadığınız bu travma, diğer insanların travmasına benzemez. Çünkü sizin güvenerek yaslandığınız tüm duvarlar yıkılmıştır. Artık “keşke şu imkanım olsaydı” da diyemezsiniz. Her taraftan hücum eden düşmanlara karşı orada kalakalmış hissedersiniz. Gelecek için şimdi daha da kaygılısınız. Çünkü güveneceğiniz hiçbir şey kalmamıştır.

Bu travmaya, bir de en büyük acı olan çocuğunuzun vefatı eklenince artık ciğerinizin üzerinden dikenli çeperlerin geçtiğini hissedersiniz. Bu acıları sarmak ve yarayı kapatmak uzun bir zaman alır.

Bu acınızdan alacağınız dersler teselliniz olmakla kalmaz, size hayatın gerçekliğini hatırlatır. Kişi hayatı garanti altına almanın bütün bütün  elinde olmadığını, insanoğlunun o kadar da güçlü olmadığını; koruma kalkanlarının bir yerden sonra hiçbir işe yaramadığını anlar. Paranın her şeye yetmediğini; hayatı verenin kendisi olmadığı gibi, alanın da kendisi olmadığını kabullenir. Zaman gelir ki O’na sığınmaktan, O’ndan yardım istemekten başka çarenizin olmadığını anlar.

Dünya hayatında plan ve programlar yapmanın iyi olduğunu, ama hayat sahibinin de başka planları olabileceğini ve o planlarını uygularsa kişinin kendi planlarının hükmünün kalmayacağını görür. “Kader söylese, iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.” Hakikatini iliklerine kadar hisseder.

Ve sonra tek gerçeğin “ölüm” olduğunu anlar ve ona göre çalışır. Mesela parasını  gereksiz yerlere değil de ölen yavrusuna olan şefkatini binlerce sahipsiz çocuğa yardım ederek gidermek için harcar insanoğlu. Geride kalan yavrularını, yaratanın birer emaneti olduğu bilinciyle, onun istediği gibi yetiştirir

Ve artık o kişinin bir eli iradesiyle dünya işlerini yoluna koymakta ise,  diğer eli biricik yavrusunun gittiği yere gitmek için gerekli hazırlıkları yapmakla meşgul olur.

İşte zannediyorum Ebru Şallı bu gerçekleri bugün itibariyle hepimizden daha iyi biliyor ve en derinden hissederek yaşıyordur.

Şallı’nın evlat acısını hepimiz yürekten hissediyor ve sabır diliyoruz.

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..