Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Edebiyat Hayata Karşı Bir Savunma mıdır?

Edebiyat Hayata Karşı Bir Savunma mıdır?
 

Tezer Özlü, “Edebiyat, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlamıyor mu?” sorusunun yanıtını, Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı kitabında arıyor. Yaptığı bu yolculukta yaşamın anlamını sorgularken, Kafka’nın, Svevo’nun, Pavese’nin izlerini takip ediyor.

Peki, bulabiliyor mu aradığı yanıtı?

Sanmıyorum…

Ne Prag’da Kafka’nın,  ne  Trieste’de Svevo’nun mezarları başında, ne de Torino’da Otel Roma’nın 305 nolu odasında tahta karyolanın yanında, üzerinde beyaz giysileriyle Pavese’nin cesedinin bulunduğu yatağa bakarken…

Zira yanıt ölülerde değildir.

Eğer edebiyat yeterli olsaydı, özellikle izini sürdüğü Pavese intiharı seçer miydi?  Ama yanıt kendisinde de değildir. 18 yaşından itibaren kaç kez denemiştir intiharı…

Edebiyat yeterli gelmekten öte bu acıları çoğaltıyor olmalı ki, yaşamın anlamını ararken, anlamsız bir boşluğa düşülüyor. En mutlu yıllarında ölümü seçen Virginia Woolf’u başka türlü anlamak mümkün olabilir mi?

Kocasına, onunla birlikte çok mutlu olduğunu yazarak, kendini Ouse ırmağının soğuk sularına bırakan Woolf için edebiyatın işlevi, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutmaya yeterli olmadığı yerde bitmişti.  Pavese ise Torino’da aldığı edebiyat ödülünün ardından aynı gün Otel Roma’nın Felice-mutluluk- meydanına bakan odasında, bir avuç hapta arayacaktır edebiyatta bulamadıklarını.

Slyvia Plath 33, Nilgün Marmara 29, Kaan İnce 21 yaşındaydı, edebiyatın onları hayatta tutmaya yetmediği yere geldiklerinde.

&

 Bazen sevdiklerimiz bile ruhumuzdaki yalnızlığı gidermeye yetmeyebiliyor. Mutlu olmamamızı gerektiren bir şey olmadığı halde, içimizdeki eksikliğin, boşluğun dayanılmaz boyutu bizi savuruyor…

Yazarak tutunmaya çalışıyoruz hayata.  

İç dünyamızla bağdaşan bir şeyler arıyoruz sözcüklerin içinde. Bazen bulduğumuzu sanıp düştüğümüz yanılgı bizi daha  derin boşluklara sürüklüyor. Kimseler bilmiyor neler olduğunu. Anlatmak istediğimizde kimse dinlemiyor. Dinleyenler de anlamıyor… ve o boşluğun içinde sürekli düşerken, alabildiğine uzaklaşıyoruz kendimizden.

Beyaz atlı prensin, ya da mor kâküllü şehzadenin sadece masallarda ve şiirlerde olduğunu yaşayarak öğreniyoruz… Sonunda “ Yalnızlık, en büyük yalnızlık içinde yitiyor. Hiçlikte.”* Ve edebiyat, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlasa da hayata karşı savunamıyor bazılarımızı…

*age sayfa 125

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..