Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği
 

Guernsey’e mutlaka gideceğim. Buna mecburum! Victor Hugo’nun, 1855’den itibaren 14 yılını sürgünde geçirdiği bu mavi-yeşil adayı çok sevdiği ve Sefiller’i burada yazdığı, için değil sadece… Yaşadığı ev bugün, Victor Hugo Müzesi ve Fransız Konsolosluk binası olarak kullanılıyormuş, tabii ki üstâdın evini gezmekten mutlu olacağım ama asıl gitme nedenim bu olmayacak… Kuzey Fransa’nın Normandiya kıyılarında bulunan, bu küçük adanın İkinci Dünya Savaşı günlerinde Alman askerleri tarafından işgâl edilen tek İngiliz toprağı olduğu için de değil… Seçtiğim kitapların yazıldığı veya yaşandığı yerlere fırsat buldukça gitmek istiyorum ama edebiyat atlasımdaki güzergâhlardan biri olduğu için de Guernsey diye tutturuyor değilim… Adalara bayıldığım doğru ama yalnızca bu da değil... Saydığım sebeplerin hepsi geçerli ama hiçbiri tek başına Guernsey’e gitmem için yeterli değil.  Egzotik bir ada yerine, Manş Denizi’ndeki bu küçük İngiliz adasına gitmek istiyorum çünkü hayâli bir topluluk da olsa “Edebiyat ve Patates Turtası Derneğinin mekânı bu ada…

İnsan olmanın acılı inceliklerinden geçip, erdem ve aşk’la sınandığı duygusal hikâyesine hemen dâhil olacağınız sıcacık bir roman; “Guernsey Edebiyat ve Patates Turtası Derneği- The Guernsey Literary And Potato Peel Pie Society”. Mary Ann Shaffer’in ilk ve tek romanı. Edebiyatın hayatı güzelleştirdiğine inanan herkesin kitapta anlatılan bu derneğin üyelerini tanıması gerekiyor. İki yazarlı kitaplardan biri Guernsey Edebiyat ve Patates Turtası Derneği, konusu kadar yazılma hikâyesi de ilginç. İki imzalı roman teyze Marry Ann Shaffer ve yeğeni Annie Barrows tarafından kaleme alınmış. Asıl yazarımız Mary Ann Shaffer, 1934’de Batı Virginia’da doğan, hayatı kitaplar arasında ve okuyarak geçen bir kütüphaneci. Bayan Shaffer’ın en büyük hayâli, günün birinde bir yayıncının basmaya değer bulacağı bir eser kaleme almakmış. 1976’da İngiltere'ye seyahat eden Mary Ann Shaffer, ülkesine dönmeden (belki de Victor Hugo’nun evini gezmek için) Guernsey'i de görmek istemiş ve adaya gitmiş. Dönüş gününde adayı yoğun bir sis tabakası kapladığından tüm uçak ve feribot seferleri hava muhalefeti nedeniyle iptal olmuş, dönmesi pek kolay olmamış. 72 saat havaalanında mahsur kalan Shaffer, tuvaletin içindeki el kurutma makinesinin altında oturup ısınmaya çalışmış ve havaalanındaki küçük kitapçıda bulabildiği kitapları okuyarak zaman geçirmiş. O günlerde hava alanında bulunan neredeyse tüm yayınlar, adanın Nazi işgali sırasında yaşadığı günleri konu ediyormuş. Sis dağılıp uçağı havalandığında, Shaffer’ın bavulunda adanın işgâlini anlatan pek çok doküman ve kitap varmış. Kendi kitabına konu olacak hikâyeler zinciri, romanın ana malzemesi bu kısa ada seyahati ve havaalanı mahrumiyetinde toplanmış.

Shaffer’ın hayatına Guernsey Adası,  yaptığı o küçük gezi ile yıllar önce girmiş olsa da hikâyesini tamamlayabilmesi için seyahatinin üstünden yirmi yılın geçmesi gerekmiş. Shaffer, yazdığı tek eserinin 13 dilde yayınlanması için bir kontrat imzalamış ancak sağlık sorunları nedeni ile kitabını tamamlayamamış ve yeğeni Annie Barrows’dan yardım istemiş. Teyzesinin hikâyesini defalarca dinlemiş olan Barrows oldukça başarılı bir biçimde kitabı toparlamış. Epistolary novel/Mektup roman türünde kaleme alınmış olması Barrow’un işini kolaylaştırmış olabilir mi bilmiyorum ama kitabın tamamında iki yazar arasında renk ve üslup değişikliği hissetmiyorsunuz, sanki tek bir kalemden çıkmış gibi.  Ne yazık ki Mary Ann Shaffer,  kitabının yirmi dile çevrildiğini ve 32 hafta boyunca New York Times’ın “En Çok Satanlar” listesine girdiğini göremeden 2008 Eylül ayında ölmüş.

Yazılma serüveni bile başlı başına bir hikâyeye konu olabilecek kitap, 1940-1945 yılları arasında Alman işgâlinde olan Guernsey adasında geçiyor, İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarının henüz sarılmadığı günlerde insan ilişkilerini, edebiyatın gücünü ve aşkı anlatıyor. Romanımızın kahramanı başarılı bir gazeteci yazar olan Juliet Ashton’dır. Genç kadının hiç tanımadığı birinden aldığı bir mektupla hayatının seyrini değişir. Mektubu gönderen kişi daha birkaç yıl önce Nazi işgalinde olan Guernsey Adası'nda yaşayan ve Guernsey Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’nin üyesi olan genç bir adamdır. Hikâyesini merak ettiği bu derneğin üyelerini daha yakından tanımak için Juliet adaya gider, mektup arkadaşı çiftçi Dawsey, kitap kulübünün diğer üyeleri ve ada halkını yakından tanıyacaktır. Ada’da yaşadıkları yalnızca yeni kitabına malzeme vermekle kalmaz, hayatını da değiştirir.  Kitapta yan karakter gibi duran Elizabeth figürü etrafında yaşananlar, olay örgüsünün asıl hareket noktasıdır. Adada herkesin bildiği ama dile getirmediği sırrı ortaya çıkarmaya çalışan Jüliet’in topladığı bilgiler, hem yeni kitabına malzeme, hem kendi hayatının sonsuza kadar değişmesine neden olacaktır.

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’nin kitabı kadar Netfilix’te yayınlanan sinema uyarlamasını da sevdim. Aynı isimle çekilen filmin yönetmeni Mike Newell, başrol oyuncuları Lily James ve Michiel Huisman öyle sade ve samimi oynuyorlar ki zaman zaman film izlediğinizi bile unutuyorsunuz. Hikâyenin anlatıldığı günlerin dönemsel özellikleri, gri ve sisli İngiliz havasını başarı ile filme aktarılmış. Bunda hem görüntü yönetmeninin hem dekor ve kostümün abartıdan uzak nostaljik dokunuşlarının payı büyük. Filmde Matthew Goode, Jessica Brown Findlay, Tom Courtenay, Penelope Wilton, Katherine Parkinson, Glen Powell gibi isimler de yer alıyor.

Savaş gibi ortak acılar bireyleri nasıl düşmanlarının karşısında tek vücutmuş gibi bir arada tutarsa, edebiyat ürünü olarak kitaplar da insanın örselenmiş ruhunun yaralarını sarmaya çalışır. Unsuz, şekersiz, patates kabukları ile yapılmış olsa bile bir turtanın, mucizevi etkisi tadında değil, kader birliği yaptığınız insanlarla sizi sarmaladığı güven halkasında ve paylaşılan ortak duygularda gizlidir. Bu romanda süregelen tüm yan hikâyelerin ortasında bize asıl anlatılmak istenen edebiyatın birleştirici gücüdür. O güç ki, ruhuna dokunduğu insanları daha önce hiç tanışmamış olsalar bile aynı kaynaktan beslendiklerinden, duyarlılıklar denizinde her birini ebedi ve ezeli akraba olarak kutsayacaktır. Ve doğrudur, edebiyat, iki ruhun arasında bir tesadüf noktasıdır...

 

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..