Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Edebiyatın ideolojideki yeri

Edebiyatın ideolojideki yeri
 

EDEBİYATIN İDEOLOJİDEKİ YERİ


Üretim Tarzının, Üretici Güçler ve Üretim İlişkileri ( işbölümü, değişim, dağılım ve tüketim sistemi)  üzerinde yükseldiğini bize tarihsel materyalizmin bilimsel tarihe bakışı öğretiyor. Bütün bunlar toplumun ekonomik alt-yapısını oluşturur. Alt-yapı üzerinde ideolojik üst-yapı yükselir. Üst yapı bir yandan hukuk, felsefe,ahlak, sanat gibi öğeleri; öbür yandan devlet, mülkiyet, din, siyaset gibi kurumları ve bunların hepsine ilişkin görüşlerle tasarımları içerir.

Alt-yapı ve üst-yapı kurumları birbirlerini diyalektik bir bağ içinde etkiler. Sanat ideolojinin, edebiyat ise sanatın dallarından, bileşenlerinden biridir. Dolayısıyla birbirini etkiler ve birbirlerinden etkilenirler.  

Asım Bezirci’nin söylediği gibi ; “ Gerek üst-yapının, gerekse alt-yapının oluşumunda az çok bir etkisi olduğu söylenebilir. Belki bu etki dolaylı ve sınırlı ama derin ve süreklidir. Çünkü edebiyat, geniş anlamda, toplumun “meyvesi ve aynası”dır. İnsansal gerçeklikle birlikte toplumsal gerçeklik de imgesel bir yol, estetik bir biçim ve özgül bir anlatımla bu aynada-yeniden üretilerek- yansır.” (1)

  Sanatçı içinde yaşadığı toplumun bir parçasıdır. Onun içinde yaşar, ondan etkilenir ve onu etkiler. Toplumun değer yargıları toplumun katman ve sınıflarının ideolojik konumlanışıyla yani üretim ilişkilerindeki yerine göre şekillenir. Yani alt-yapısal kurumlar toplumun düşünce yapısını etkileyen üst-yapı kurumlarını şekillendirir onunla diyalektik bir etkileşim içinde bulunur.

“Her edebi  eser içinde yaratıldığı toplumun  değerlerini, inançlarını, beğenilerini, eğilimlerini, özlemlerini, tasarımlarını, duygularını, düşüncelerini, tek sözcükle ‘ideolojisi’ni açık yada kapalı, doğrudan yada dolaylı olarak hem yansıtır hem de oluşumuna, dönüşümüne yardım eder.” (2)

Toplumda etkin olan sınıf hangisi ise etkin ideolojik yani kültürel formasyon da odur. Etkin olan sınıf tüm eğitim (yani üst-yapı) kurumlarını; aileyi, dini ve okulu elinde bulundurur ve tüm iletişim aygıtlarından da yararlanarak gerekirse baskı ve zor aygıtlarıyla perçinleyerek kendi bireyini yaratır.

Bütün bu olumsuz etkenlere ve engellemelere  rağmen; filizlenip yeşeren muhalif, devrimci bir dünya görüşü ve onun ideolojik olarak sanatın her dalına da sirayet eden bir var  olma savaşı vardır.

“Bölümlü toplumlarda ideoloji sınıfsal bir niteliğe bürünür.  Gerçi topluma egemen olan ideoloji ekonomiyi de yöneten sınıfın da kendine özgü bir dünya görüşü vardır.  Öyleyken, her iki sınıfın ideolojisi de buruk, kapanık ve bir örnek değildir: Değişen koşullara ayak uydururlar ve birbirine etkide / tepkide bulunurlar. Üstelik, her ikisi de bağlı olduğu sınıfın bütün üyelerince tam ve eşit olarak paylaşılmazlar: Karşı sınıfın ideolojisini az yada çok benimseyen kişiler de olur. Gelenek, öğretim, çıkar, baskı, propaganda, eğitim, ahlak vb. etkenler bunda rol oynar.” (3)

 

Toplumun tabaka ve sınıflardan oluşmasından kaynaklı zaman zaman bu tabaka ve sınıflar arasında ekonomik ilişkilerden ve mülkiyet durumundan kaynaklı uyumsuzluklar ve çatışmalar ortaya çıkabilir. Toplumun bir nüvesi olan sanatçının bu duruma tarafsız  kalması pek olası değildir. Çünkü sanatçı toplumun en duyarlı olması gereken kesimidir. Yarattığı esere estetik beğenisini, bakış açısını, duygu bütününü yansıtmayan bir sanatçı ya yaşamıyordur yada kendini bohem bir hayata sürüklemiştir. Bireysel yaşam tarzı  burjuvazi tarafından pompalansa da aykırı ve bu duruma denk düşmeyen sanatçılar elbette olacaktır.

“ Gelişen üretim güçleri ile üretim ilişkileri ve mülkiyet biçimleri arasında beliren uyumsuzluklar toplumsal sınıfları ve çatışmaları doğururlar. Bu kaçınılmaz çatışmada tarafsız ve tavırsız kalınamaz. Her yazar bilinçle ya da bilinçsizce, açıktan açığa ya da gizliden gizliye bir yana bağlanır. Edebiyat da bu bağlanmanın dışına çıkamaz : Gerçekliği sınıf çıkarlarının prizmasından, ideolojik eleğinden geçirerek bize iletir. Öyle ki, bir toplumun sınıfsal ve düşünsel yahut ruhsal yapısını bir edebiyat eserine, örneğin bir romana, bir hikayeye, bir şiire, bir oyuna bakarak da çıkarabiliriz.” (4)

Elbette sanatçı, eserinde kendine özgülüğü ve estetik kaygılarını aktarma yeteneğinde serbesttir. İster açık ve anlaşılır, ister bilinçli ve eğitici, isterse de kapalı ve örtük ya da  bilinçsiz ve sadece duygu aktarımı şeklinde olsun; yaşam, doğru ve yanlış , iyi ve güzel arasındaki seçimi bize sunmaktadır.

“Felsefe ve sanat gibi edebiyat da toplumsal psikolojiyi yansıtır. Toplumsal psikolojinin karakteri ise, toplumu meydana getiren insanlar arasındaki karşılıklı ilişkilerin özelliğiyle belirlenir. Bu ilişkiler, son çözümde, üretim güçlerinin gelişim düzeyine bağlanır. Nitekim, üretim güçlerinin evriminde görülen her ilerleme, toplumsal ilişkilerde ve onun sonucu olarak da toplumsal psikolojide bir değişme doğurur. Toplumsal psikolojide beliren değişmeler ister istemez- az yada çok kuvvetle-felsefede, sanatta, edebiyatta yansır.” (5)

       Edebiyat çoğunca dolaylı bir şekilde yansıtsa da görüşlerini; insanların, yaşadıkları çevreyi belirli bir görüş açısından   tanımalarına  yardım eder. Sanatçı; toplumun mülkiyet ilişkilerinden tutun da sınıfsal ilişkiler, çelişkiler, örf ve adet kurallarına kadar bir çok konuyu öğrenir ve eserleriyle bunu bireylere öğretir ( “ Toplumsal mülkiyet ve sınıf ilişkileri, beğeniler ve inançlar gelenekler ve kurumlar üstüne okur öğrenir ve eserleriyle bunu öğretir.”(6) ). Böylece kendini var eder, toplumu geliştirir, üst-yapı kurumunun en önemli unsuru olan eğitime katkı sunmuş olur. 

“ İnsan ancak eğitimle insan olur, gerçek yaradılışına kavuşur.”(7) Marx’ın, M.Lifshitze’nin Marx’ın Sanat  Felsefesi adlı eserindeki  bu sözü çok çarpıcıdır.     

Asım Bezirci’nin deyimiyle bu kavuşmanın gerçekleşmesi için; “alımama estetiği’nin kurallarına uyulması, iletişimin sağlanması, yazar-eser-okur yani üreten-ürün-tüketen üçlüsünün aynı doğrultuda birleşmesi, bütünleşmesi gerekir.” (8)

       Bir başka önemli sorun da sanatçının çürüyen , yok olmaya yüz tutmuş bir sanatın üreticisi mi olduğu, yoksa filizlenen yeni ve geleceğin edebiyatının yanında mı olacağının farkına varmasıdır. Aksi durumda toplumu eğitmek yerine toplumun önünde engel olacak bir duruma düşüp gericileşebilir de.

       “Eğer yazar egemen sınıfa bağlıysa, toplumu  da onun çıkarlarına uygun olarak yansıtacak, okurların beğeni, ahlak inanç ve düşüncelerini onun tutucu dünya görüşüyle yoğuracaktır. Toplumun değişmediğini, değişmeyeceğini, değişmesinin gerekmediğini belirtecektir. ’Şimdi’nin kusursuzluğunu, ölümsüzlüğünü, mutlaklığını kanıtlamaya çalışacaktır. Fakat ‘şimdi’, bozularak çürümeye başlayıp da sözü geçen sınıf çöküş dönemine girince, ‘geçmiş’i özleyip yüceltmeye, diriltmeye kalkışacak, tutuculuk’tan gericilik’e sapacaktır. Buna karşılık, eğer yazar tarihçe yükselen sınıfa bağlıysa, o zaman, toplumu da onun ilerici, gerçekçi kesiminin bakış açısına göre anlatacak, okurların bilincini onun devrimci ideolojisiyle donatacaktır. Toplumun değiştiğini, değişebileceğini, değişmesi gerektiğini ortaya koyacaktır. (9) Ölü ‘geçmiş’ ve çürüyen ‘şimdi’ye karşı mutlu ‘gelecek’ten yana çıkacaktır.” (10)

 Bugün artık çok az kişinin haricinde kapitalist toplumda üretim biçiminin toplumsal, fakat üretim araçlarının mülkiyetinin bireysel olduğunu bilmeyen yoktur. Bu temel uyumsuzluk burjuvazi ile işçi sınıfını karşı karşıya getirmiştir. Emeğinden başka sermayesi olmayan işçi sınıfının, üretim araçlarını elinde bulunduranların her türlü baskı ve propagandasına karşı, geleceğin özgür ve eşit dünyasını yaratmak için sanatçıların katkısına ihtiyacı vardır. Çünkü onların da büyükçe bir bölümü toplum içinde üretim araçlarından yoksundur ve emekçi sınıfın üyeleridir .

Bunun bilincine vardıklarında edebiyat, ideolojik olarak sadece burjuvaziye hizmet etmekten kurtulup gerçek misyonuna, yani yeni filizlenen, gelişen devrimci sınıfın, işçi sınıfının ideolojik eğiticisi konumuna gelecektir. Bu yolda biz sanatçılara büyük görevler düşmektedir. Bu görev, sanatın ideoloji ile iç içeliğinin bilincine varmak ve bireysel edebiyatı terk edip toplumsal edebiyatın yanında yer almak olacaktır.Sanat ancak bu devrimci çabalarla ilerici bir misyon üstlenebilir, geleceğin sanatı böylece örülebilir.

                                                                                                                                 Mehmet Özgür Ersan

Kaynaklar:

 1-2-3-4-6-8-10 ) Asım Bezirci Sosyalizme Doğru Geçmişten Geleceğe II Evrensel Yayınları 1996 Üçüncü Baskı

5)Georges Plekhanov, L’Art et la vie sociale, Paris,1959. S.22

7) M.Lifshitze, Marx’ın Sanat Felsefesi 1968, s.111

 

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..