Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '15

 
Kategori
Deneme
 

Edebiyatta zaman yolculuğu

Edebiyatta zaman yolculuğu
 

Karanlık ve soğuk bir gece. Bütün bir şehir uykuda. Sanki gecenin bu saatinde bir tek ben ayaktayım, sanki bütün bir kent, bütün insanlar mışıl mışıl uyuyor üstelik o kahreden kahır uykuları gibi değil de en güzelinden hani bebekler gibi olanından. Uyumayan bir tek benim. Ve gecenin bu saatinde sevdası yüreğinde büyüyen. Bütün bir kentten daha yalnızdım. Bazı geceler kitap sayfalarını koparıp koparıp gözyaşlarımı silerdim. Okuduğum tüm kitaplarda altını çizdiğim tüm satırlarda giderek kendi yaşamımı özdeşleştirirdim. İzlediğim filmler, okuduğum kitaplar giderek hayatımın bir parçasına Üstelik hoşuma giden kitaplarda ki roman kahramanlarıyla aşk da yaşardım. Bazen bilirdi diğer kahramanlar birbirlerini, yazarın diğer kitaplarından tanırdı birisi ötekisini. Ah kimseler bilmez o gecelerde neler olduğunu. İnsan nasıl yiyip bitirir kendini, bir romanı okurken kahramanlar nasıl çıkar gelir.

Bir keresinde okuduğum bir romanda çok iyi hatırlarım cinayet o gece benim odamda işlenmişti. Cinayeti görmüştüm sanki. Hani şair der ya: ” cinayeti kör bir kayıkçı gördü Ben gördüm kulaklarım gördü

Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

Hiç biriniz orada yoktunuz”

Attila İlhan’ı yani kaptanı anladığım yaşın tam ortasındayım.

Ben yazmak istiyorum. İnsanları, insanı hareket ettiren bilinmeyeni. Dostoyevski gibi aç kalmamak için yazmak istiyorum. Nazım gibi, Ali Şeriatı gibi yazdıkları yüzünden uğruna zindanlar da yatan memleket sevdalarını. Yaşamında bütün olgularda doyuma ulaşan ve intihar eden “ağır geliyor kıyafetlerim” diyen Tezer Özlüyü. Oğuz Atay ile Turgut’un ÖZBEN ‘liğine ulaşarak belki de Selimle IŞIK tutabilmek için. Kafka’yı okusam Milena’yı anlatsa saatlerce, mektuplarda ki acıyı hissederek bir böceğe dönüşerek uyandığımda.

Sonra “İkinci Yenicileri ”yine “ Büyük Saat ”in altında “Göğe Bakma Durağında” oturup beklerken kalkıp “Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaya” binip Edip Cansever’le “Ah güzel Ahmet Abim benim insan yaşadığı yere benzer” şiirini okusam sonrasında Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Edip Cansever ile “Çiçekçi Pasajı “ nda rakımızı yudumlarken Tomris gelse üçünün de bakışlarının nasıl değiştiğine tanık olsam yüzümdeki bir gülümseyişle. Bir kadehte onun gülümseyen yüzü bütün şairleri kendisine hayran bırakan güzelliği için kaldırsak. Ve Edip yine “Masada masaymış ha” o ölümsüz dizelerini benimde olduğum o zaman yolculuğunda yazsaydı.

Ve tam o sırada Cemal Süreya seslense gür sesiyle. “ Garson bira getir. Garsonun adı Barbara” Ne güzel bir hatıra olurdu hafızamda.

Ya “Garip Akımcılar” Orhan Veli İstanbul’u anlatsa gözlerim kapalı dinlesem, yine

“Kim söylemiş beni

Süheyla’ya vurulmuşum diye?

Kim görmüş ama kim

Eleni’yi öptüğümü

Yüksek kaldırımda güpe gündüz?

Dese ya da kahvede oturan yazık oldu “Süleyman Efendiye” dese birden hüzünlenen gözleriyle.

Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat o meşhur Galatasaray Lisesinin önünde çekindikleri fotoğraf karesi canlansa. Hatta ben çekmiş olsam o fotoğrafı.

Sonra bir anda Sait Faik gelse “ abasızın mançuka” diyerek, hepimiz gülümsesek o bir sandalye kapıp yanımıza otursa “Mahalle Kahvesi ”nde. Sabahattin Ali öldürülmemiş olsa ve “Kuyucaklı Yusuf” ve “ Ragıp Efendi” ile kol kola gelse ve hatta “Sırça Köşk ”ten geldiklerini söyleseler. Ben onlarla sohbet ederken bir anda köy enstitülü bir yazar olan Fakir Baykurt “ Keklik” ve “Eşekli Kütüphaneci” si ile gelse, onlarda birer sandalye kapıp otursalar. Ya Orhan Kemal hapishanede tanıştığı o mavi gözlü koca çınarı Nazımı kendisin nasıl öyküye yönlendirdiğini anlatırken bekçi “Murtaza” da üniformasıyla yazarının yanına oturup arada bir ayağa fırlayıp “Yukarıda Allah, Ankara’da Devlet hem de Hükümet, burada da Murtaza var.” deyip rastgele bekçi düdüğünü çalmaya niyetlense de Orhan Kemal müdahale ederek onu durdursa. Ve “İnce Memed”le, Abdi Ağa bütün hesaplaşmalarını yapıp Yaşar Kemal ‘e hararetli bir şekilde “Bir Ada Hikâyesi’ni “ anlatmak isterlerken “Demirciler Çarşısı Cinayetinin “ ortasında kalsalar. Poyraz Musa, Melek Hatun, Derviş Bey ile. Ve eşyanın insanı nasıl esir aldığını anlatan “Kumru ”sunun elinden tutarak ve onu öldürmeden Tahsin Yücel girse içeri, acaba bir kedi olabilir miyim diyen Bilge Karasu ile “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamında”

Ve tüm bunlar olup biterken aklıma gelen nice sevdiğim yazarların arasından yarattıkları kahramanlar ile ölümsüzleşirken hepsi hafızamda, ben hepsiyle tanışmış olmanın şerefine erişirken ve bu sebepten dolayı gülümserken içeriye söylene söylenen son konuğum olarak Can Baba girse ve okkalı bir küfür savursa hepimize… Olacak iş değil ya neyse.

 
 
Toplam blog
: 27
: 589
Kayıt tarihi
: 19.02.13
 
 

Aylak  Madam. Felsefezede. İdealist bir öğretmen. Edebiyat, kitap okumak, film izlemek ve güzel y..