Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '07

 
Kategori
Blog
 

Editörün kestiği parmak acımaz

Editörün kestiği parmak acımaz
 

Adımız, değerli Metin Özkaya Bey sayesinde "Avrupa editörü" ne çıktığından beri gelen mesajların haddi hesabı yok! Mesajlara cevap yetiştirmekten kendi yazımızı yazamıyoruz. "Vallahi de, Billahi de ben editör falan değilim" diye diller döküyorum ama kimsecikleri inandıramıyorum.

"Biz sizi bilmez miyiz Ümit Bey" diyorlar ama en ufak bir aksaklıkta şikayetler bana geliyor. "Ümit Bey, sabah yayına verdiğim yazı akşam olmasına rağmen yayınlanmadı" mesajları alıyorum en çok.

Ee ben ne yapayım güzel kardeşim?

Teknik bir arıza vardır, diyorum... Editör arkadaşlar yemek molası vermiş olabilirler diyorum... Fener maçını seyrediyorlardır, diyorum ama dinletemiyorum.

Şiirim yayınlanmadı Ümit Bey!.. Kategorimi değiştireceğim Ümit Bey!.. Gönderdiğim dört bölümlük hikayemi yayınlamadılar Ümit Bey!.. Yaptığınız listedeki yerimi beğenmiyorum Ümit Bey!..

Ne diyeyim bilmiyorum ki?

Ümit Efendi'nin merhemi olsa önce kendi başına sürecek, haberleri yok! Sanki bizim her yazımız "şak" diye yayına alınıyor. Üç yazı gönderirsek ancak bir tanesi yayınlanıyor işte. N'apiim? Ben de bağrıma taş basarak bir başka yazımı gönderiyorum ağlamadan, küsmeden. Daha geçen gün Beyaz Kitap isimli romanımın dört sayfadan oluşan birinci bölümünü yayına verdim. Anında cevabı geldi...

"Merhaba Ümit Bey, gönderdiğiniz bölümü yayına alamıyoruz, üzgünüz. M. Blog olarak roman tefrikalarına sıcak bakmıyoruz. Selamlar"...

Hani ne oldu Avrupa editörüne?

Boynumu büktüm tabii, insan birazcık şey oluyor haliyle. 48 bölümden oluşan 329 sayfalık o romanımdan ben Nobel bekliyordum. Kısmet değilmiş, olmadı. En az üç ay sürecekti romanımın tefrikası. "Tık" rekorları kıracaktı.

Bağrımıza taş bastık tabii... Gözyaşlarımızı içimize akıttık ama kimseciklere de sitemler etmedik.

Koskoca Avrupa editörünün eserleri geri çevrilirken, yazılarını "paylaşmak" için yazan (ama eleştirileri paylaşmayan) "amatör" arkadaşların pek dert etmemesi lazım bu tür uygulamaları. "Yarış" yapmıyoruz ki burada biz.

Düşünün ki 1550 kişiyiz bu güzel sitede... Her klavye ayrı makamdan çalıyor. Bu işin editoryal orkestrasyonu sandığınız gibi kolay değil (Bu cümlem çok hoşuma gitti)...

Ruhumuzda kopan fırtınaları "yayına al" tuşuyla gönderdiğimiz zaman hemen anasayfaya bakmayalım. Kronometre tutmayalım. Azıcık bekleyiverelim işte. Demlenmeden içilen çayın bile tadı olmuyor, biliyorsunuz. Ayrıca hukuki anlamda sorun oluşturabilecek sözcüklerin ve ifadelerin editör tarafından incelenmesi gerekir.

Madem beni Avrupa editörü yaptınız, bari dediklerime kulak verin. "Ben yazı yazmayı gazete mutfaklarında öğrendim" derken bunları kastediyordum işte. Değerli gazeteci Gürsel Köksal (Milliyet/ Frankfurt) arkadaşımın uyarıları hala kulaklarımda çınlıyor...

"Mecbur kalmadıkça yazıya "Ben" diye başlama... Birinci tekil şahıs kaleme alınan yazılar okura itici gelebilir, özel hayatını yazı konusu yapma ve kimsenin özel hayatını kalemine dolama... A4 boyutlu bir kağıda sığdır anlatacaklarını, okuru sıkma... Atak olabilirsin ama saldırgan olma... Müstear isimlerden kaçın ama yazının altına imzanı atmaktan kaçınma... Altına imzanı atamayacağın yazıları kaleme alma...vb."...

Dediğim gibi, oturup yazımızı yazalım ve yayına verelim. Ardından da "Saldım çayıra editör kayıra" diyelim. Ben öyle yapıyorum şahsen.

Evet efendim, tecrübe konuşuyor burada...

Üstelik Avrupa!

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..