Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '07

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Efes...

Efes...
 

Yaklaşık 250 - 300 tane müze ve ören yerine sahip ülkemizin bu yerlerinden en önemlilerinden biri olan Efes’ i ziyaret etmeye, Viyana’ ya yaptığım gezi sırasında, Paris ’teki Louvre ve Londra’ daki British Museum’ da da birer benzerlerini görebileceğimiz, Viyana Güzel Sanatlar Müzesi içindeki Efes Salonu’ nu gördükten sonra karar verdim.

Viyana Güzel Sanatlar Müzesi içindeki bu özel Efes bölümünde, Efes ve civarının alçıdan yapılmış bir maketinin yanısıra, dünyaca ünlü Efes Artemisi’nin toprak altından çıkartılışının detaylarını içeren fotoğraflarını, ülkemizden oraya götürülmüş mezarlar, sütun başları, mozaik parçaları ve çeşitli heykelleri görme imkanım oldu.

Avrupalıların tarihe, tarihsel kültüre ve mirasa bakış açısı bizlerden farklı olduğu için, buluntuların sergileniş ve koruma biçimleri ile daha da cazip hale gelen, müze gezimizin çıkışında Efes’in orjinali ile karşılaşınca mutlaka çok etkileneceğimi düşünmeye başlamıştım.

Efes’ e gittiğinizde, Efes Antik Kenti’ne çok yakın olan Meryem Ana’nın Evini, Yedi Uyurlar Mağarası’nı ve Efes Müzesi’ni de gezme şansına sahip oluyorsunuz.

Efes’e gitmek için kendi otonuz, turlar veya kiralık araba gibi imkanları değerlendirebilirsiniz. Eğer bizim gibi özel bir araç ile gidiyorsanız, öncelikle İzmir - Aydın otoyolu ile Belevi çıkışından yaklaşık 8 km. sonra Selçuk’a ulaşmanız ve bir klasiği gerçekleştirip Yandım Çavuş’ta bir porsiyon çöp şiş yiyip, yanında da Yandım Çavuş ayranı içip karnınızı doyurduktan sonra, belki popülaritesinden dolayı biraz fazlaca olan hesabınızı ödeyip, Kuşadası yoluna doğru 2 km. daha devam etmeniz gerekiyor.

İlk olarak, şimdilerde karada kalan bir yarım ada üzerine kurulmuş olan Efes kentinin daha sonra surlarla korunan Ayasuk tepesi üzerine taşındığını, daha sonra İyonlar tarafından ele geçirilen kentin, 8 kilometrelik surlarla çevrili Bülbül dağı ve Panayır dağı arasındaki bugün bulunduğu yere, Pers işgalinden sonra Büyük İskender’in yerine geçmiş Lysimakhos tarafından taşınmış olduğunu öğreniyoruz.

İ.Ö. 3. yüzyıl ile İ.S. 6. yüzyıl arasındaki tüm evreleri taşıyan alan, İncil yazarı Havari Yuhanna’nın (St. Jean’ın ) kente Meryem’le gelip, Küçük Asya eyaletlerinin önemli kentlerine çeşitli mektuplar göndermesi ve Aziz Paulus’un ziyareti nedeniyle “Tanrının ikinci eyaleti” nin en önemli kenti sayıldığını ve 6. yüzyılda Ayasuluk tepesine yapılan Havari St. Jean Kilisesi yüzünden kentleşmenin o yöne döndüğünü, limanın zaman içinde çamurla dolması sonucun da, ki deniz şu anda kente bir hayli uzak, kentin ticaret yaşamının da Neapolis adıyla kurulan Kuşadası’na kaydığını da aklımızın bir köşesine yerleştirdikten sonra, Efes Antik Kenti’ni gezmeye başlıyoruz.

Kazı çalışmaları 1863 yılından beri değişik zamanlarda İngiliz ve Avusturya’lı arkeologlar tarafından gerçekleştirilmiş olan Efes Antik Kenti’nin, alt ve üst olmak üzere iki kapısı bulunuyor. Biz arabamızı alt kapının girişindeki otoparka bırakıp, çeşitli hediyelik eşya satan dükkan ve yemek de yenebileck cafelerden oluşan bölümü geçip, giriş ücretimizi ödedikten sonra içeri giriyoruz.

Kapıdan girdikten sonra bizi bir nevi ana mekanlara açılan, iki yanı ağaçlarla kaplı, koridor şeklinde bir yol karşılıyor ve kendimizi tarih içinde bir yolculuk yaparken buluyoruz.

Efes Antik Kenti’nin bütünü gerçekten muhteşem, ancak tek tek baktığımızda özellikle ilgimi çeken birkaç alanı vardı.


Bu alanların ilki Kuretler Caddesiydi. Mitolojide yarı tanrı olarak bilinen Kuretler, sonradan Efes’te bir rahip sınıfının adı olmuş ve meydana getirdikleri Collegium, Efes’in en büyük kült birliği sayılmış. Bu birliğin amacı, Efes’in yakınındaki Ortygia’da Efes Artemisi’nin doğuşunu dramatik olarak canlandırmakmış.

Adını Kuretler’den alan cadde Herakles Kapısı’ndan Celsus Kitaplığı’na doğru uzanıyor. Kentin merkezinde bulunduğu için bir çok anıtsal yapının cephesi bu yola doğru yönlendirilmiş. İki kenarında, tabanları mozaikli ve üzerleri örtülü sütunlu galeriler var. Şu anda geriye pek fazla birşey kalmamış olan dükkan, ev ve diğer sosyal mekanların kapıları bu galerilere açılırmış.

Caddenin mermer plakalarla kaplı tabanının altında bulunan geniş kanalizasyon sistemi ise, kentin o dönemlerde ulaştığı uygarlık seviyesini algılamamıza yardımcı oluyor.

4. yüzyıl ortalarında meydana gelen yer sarsıntıları caddeyi her seferinde yıkmış ve son depremin ardından kentin değişik yerlerinden getirilmiş farklı sütun ve mimari malzemelerle yeniden yapılmıştır.

Dikkatimizi çeken ikinci alan, Kuretler Caddesi’nin kuzey kenarında bulunan, orjinali 12 m. olan, ancak genel yapısı hakkında bilgi vermek amacıyla küçültülerek onarılmış ve kazılar sırasında bulunan yazıtlara göre, İ.S. 102-114 yıllarında yapılmış Traian Çeşmesi’ydi.

Efes’te Bülbül ve Panayır dağlarının Kuretler Caddesi’ne bakan yamaçları İmparator Lysimakhos’un MÖ 3.yüzyılın başında yeniden yaptırdığı imar planında konutlara ayrılmıştı. İnşaatına ancak 200 yıl sonra başlanabilen bu evlere konumlandıkları yamaç nedeniye, Yamaç Evler adı verilmiş. Yamaçlar dar ve merdivenli olan sokaklara ayrılmış ve adalar da teraslanarak parsellere bölünmüş. O dönemlerde bu evlerde genellikle zengin insanlar otururmuş. Basınçlı su sistemleri, atık su düzenleri, avluları, küçük hamamları ve içerdikleri cam mozaikleri, freskler ve heykeller ile inanılmaz bir yaşam düzeyini sergileyen bu bölümde onarım ve kazı çalışmaları o dönemde de devam ettiği için gezme imkanımızın olamadı ve sadece yukarıdaki bilgilerle yetinmek zorunda kaldık.

Efes Antik Kenti’nin içinde, Mermer Caddesi ile Kuretler Caddesi’nin kesiştiği noktada bulunan Celsus Kitaplığı’nın ise, Asya Valisi G.J.Aquila tarafından babası G.J.Celsus Polemanus için inşa edilmiş anıt mezar niteliğinde bir kütüphaneymiş. İki katlı cephesinde yerli halkın dili yunanca ve resmi devlet dili latince olarak, yapılış ve sunuş yazıtları halen okunabiliyor. Kütüphanenin arkasına uzanan koridorların sonunda ise, Celsus’un lahit odasına ulaşabiliyorsunuz.

Kentin içinde bize çok ilginç gelen diğer bir alan ise, Latrina’ydı. Burası en basit ifadeyle kentin umumi tuvaletlerinin bulunduğu alan. Yapının ortasında kare planlı bir havuz, yanlarında ise bir sıra tuvalet taşı bulunuyor. Tuvalet taşlarının hemen önünde ise su kanalı yer alıyor.Tabanı mozaiklerle kaplı Latrina’nın en önemli özelliği, tuvalet deliklerinin yanyana ve araya herhangi bir ayırıcı panel yerleştirilmeden dizilmiş olması. Modern kültürde bir hayli yadırgadığımız bu olgu, bizlere fotoğraf çektirmek adına hoş bir mekan yaratıyor.

Şu ana kadar yazdıklarımın içinde, Efes Antik Kenti’nin bir nevi simgesi olduğu halde, bahsetmediğim çok önemli bir yer olduğunu fark etmişsinizdir. Tahmin edebileceğiniz gibi bu, Helenistik çağda inşa edilmiş, Roma döneminde Claudius, Neron ve Trian tarafından geliştirilmiş olan Efes’in muhteşem Antik Tiyatrosu. Tiyatronun günümüze ulaşan bölümlerinin içinde 24 bin kişilik olduğu hesaplanan oturma alanları, çok katlı ve sütunlu özelliğiyle tipik bir Roma yapısı olan sahnesi, sahne yapısının destek duvarları ve duvarların içindeki çeşme bulunuyor.

Tüm mekanların dikkatlice gezilmesi için yaklaşık yarım gününüzü ayırmanız gereken antik kentte yukarıda sıraladıklarımın dışındaki diğer önemli alanlar ise, Domitianus Tapınağı, Agora, Peristylli Ev, Bizans Çeşmesi ve Aşk Evi’dir.

Alt kapıdan başladığımız gezimiz kentin üst kapısında sona erdikten sonra, o sıcağın altında daha fazla yürümeye halimiz kalmadığı için bir taksiye binerek alt kapıya gitmek üzere yola çıktık. Ancak şoförün kullandığı kestirme yolun, gezmek istediğimiz diğer bir alan olan Yedi Uyurlar Mağarası’nın önünden geçtiğini görünce oraya da uğramaya karar verdik.

Oraya gittiğimizde, Yedi Uyurlar’la ilgili çeşitli hikayelerin anlatıldığına tanık olduk. Bunlarda biri şöyle; İ.S. 250 yıllarında, İmparator Decisius zamanında yaşayan yedi hristiyan genç, İmparator Tapınağı’ nda yapılması gereken kurban sunma törenini yerine getirmek istemedikleri için, kentten kaçıp buradaki bir mağaraya saklanmışlar. Burada uyuya kalan gençler uyanıp da yiyecek almak için kente gittiklerinde, bir gece değil, 200 yıl ( bu konuda değişik rakamlar veriliyor ) uyuduklarını, paralarının değerini kaybettiğini ve Roma İmparatorluğu’nun her yerinde hristiyanlığın yaygınlaştığını öğreniyorlar. Durumu öğrenen İmparator 2.Teodosius, bunu re-enkarnasyonun bir göstergesi olarak kabul ediyor ve bu konu kilisede uzun süreler tartışılıyor. Yedi genç öldükten sonra da yapılan büyük bir cenaze töreni ile buraya gömülmüşler ve mağaranın üzerine büyük bir kilise inşa edilmiş.

Yedi Uyurlar’ı da gezdikten sonra, alt kapıda bıraktığımız arabamızı alıp, Efes’in üst kapısından geçen yolu kullanarak Bülbül Dağı’nın tepesindeki kutsal Meryem Ana Evi’ne gittik. Burada çok sayıda hacı olmaya gelmiş hristiyan turist ile birlikte, Roma avlulu evi ve Meryem Ana’nın yaşadığı, sonradan hristiyanlarca biçimlendirildiği sanılan, haç planlı kilise/konutu gezip dua ettik.

Dışarıya çıktığımızda, yine kutsal olduğu varsayılan sudan içerken, duvardaki “Ciklet yapıştırmak yasaktır.” şeklindeki yazı ilgimi çekti. Daha dikkatli baktığımda, kimsenin buna aldırmamış olduğunu, duvarların ve hatta ağaç üzerlerinin bile, tahminimce dilek diledikten sonra yapıştırılmış, cikletlerle dolu olduğunu gördüm. Bu alandaki bir başka ilginç şey ise, bir örneğine de Büyük Ada’daki Aya Yorgi Kilisesi’ne çıkarken tanık olduğum, bağlanmış bez ve kağıt parçalarıydı. Adada tüm yokuş boyunca bulunan ağaçların dallarına bağlanarak süren bu adet için burada özel, kafesli bir yer yapılmış .

Bülbül Dağı’ndan inerken Efes gezimiz, Selçuk kent merkezindeki Türkiye’nin en zengin müzelerinden biri olan, Efes Arkeoloji Müzesi’ni de gezerek tamamlamayı kararlaştırıyoruz.

Dönüşte yolumuzun üzerinde olduğu için uğramadan geçmek istemediğimiz, ancak görünce ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradığımız, dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın, bugün çamur içinde, hayvanların otlama alanı olarak kullanılır durumdaki hali ise, bu yazının içine hiç eklemek istemediğim bir gerçektir.

Efes Arkeoloji Müzesi’ne vardığımızda, burada 1863’ten beri yapılmakta olan Selçuk ve Efes kazılarının buluntularının sergilendiğini öğrendik. Hepsi birbirinden özel ve değerli olan bu buluntuların içinde gözlerimizi kesinlikle alamadıklarımız ise, özel Artemis salonunda sergilenen Efes Artemisi ve Büyük Artemis, Yunuslu Eros Heykelciği, Sokrates Freski, Eros Başı, Zeus Başı, Afrodit ve Kibele Heykel’ leriydi.

Tamamı yaklaşık bütün bir günümüzü alan bu geziyi yazmak ve yazarken de tekrar o anları yaşamak çok keyifliydi ancak unutmayın ki, bu keyfin yaşanabilmesi için o mekanların ve enerjinin görülmesi ve algılanması gerekiyor.

 
Toplam blog
: 107
: 2008
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii kipişirilenleri yemek için çok..