Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Eflatun Türküleri

Eflatun Türküleri
 

Allahın yemyeşil dağlarını, bu rengi beğenmedim başak rengi isterim deyip sapsarı olarak anlatabilirsin. En fazla seni göz doktoruna yollarlar. Bilgi verme dışında, bir ressam fırçası gibi zevk ve isteklerin doğrultusunda tasvir yapar, gördüklerini başka türlü anlatır hatta görmediklerini, hayal ettiklerini bile seni dinleyen insanlara aktarabilirsin. Ama yerde yatmış inleyen bir kişiye bakıp ”bir şeyi yok, numara yapıyor” dersen adam maazallah senin yüzünden ölür gider. Yani bilgi, düşünce aktarımı sorumluluk ister. Hatta yorumlar bile tehlikelidir. Fabrikalar bölgesinin güvenli olduğu şeklinde bir yorumun, zaten meraklı birini oraya yöneltir ve adamın kafasına mengene falan düşer de Allah göstermesin manevi katil olursun.

Milyarlarca insanın, her gün yazdığı, söylediği trilyonlarca sözlerin hepsi doğru olabilir mi? Ya yarısı? Dörtte biri? Dünya bu kadar yanlışı alacak kadar geniş mi? Ateşin dumanı gibi göklere savurmuyoruz ki. Bizde, yani içimizde kalıyor. Domates salatası olsa kaşık kaşık yerdik. Ama değil ki. Laf salatası.

Doğru insana göre değişiyormuş. Yok ya! Kim demiş? Şimdi bilinen bütün kavramların yedi milyar ayrı doğrusu mu var? Biri deveyi şöyle, diğeri böyle anlatır ama kimse kalkıp devenin aslında bir çeşit zürafa olduğunu söylemez.

Doğru, bundan önce yaşayan insanların varlıklara, kavramlara ve mefhumlara ait bir çeşit”kabulü” dür. Değişmez din kaidelerini bir yana bırakırsak insanların ölçülebilen doğrular dışındaki bu tespitleri mutlak ve kesin değildir. Bir konuda bundan önce yaşamış her devire ait yüz kişi yüz ayrı fikir beyan etsin. Yüz birinci olarak benim öne sürdüğüm düşünce kabul görebilir ve binlerce yıllık insanlık düşüncesi değişebilir.

Aslında yüz birinci olarak fikir öne sürdüğümde ve kabul gördüğünde daha önceki bu konuda ileri sürülen düşüncelerin ortadan kalkması gerekir. Ama uygulamada yanlış, doğru, saçma, abes her türlü söylenen, yazılan şeyler kitaplarda saklanıyor ya da arşivleniyor.

Çünkü insanlar söylediklerinin doğruluğundan emin değiller

Çünkü insanlar başkalarının söylediklerinden emin değiller

Çünkü insanlar eğer bu çuvallar dolusu bilgi ve düşünce kaynaklarını kaybederlerse kültürsüz kalacaklarını ve belki de yok olacaklarını düşünüyorlar.

İşte bu, insanlığın kültür mirasından koruyabildiklerimiz şimdi elimizin altında. Benim bildiğim miras mal, para, altın gibi şeylerdir. Hiç bilgiden miras olur mu?

”Ben bu konuda bunu söyledim. Sana bıraktım. Yararlan!”

Ya sayın atam öldün, gittin, Allah rahmet eylesin. Bana bıraktığın bilgiler işe yarasaydı yanında bir küp de altın bırakırdın. Kefenini bile ben aldığıma göre bana miras olarak bıraktığın bu bilgi ve yazılar, düşünceler hiçbir işine yaramamış. Benim de yaramaz. Hem binlerce yıl önce yaşamış bir adamın benden daha akıllı olması mümkün değil ki.

Sen bana borç bırakma, ben senin mirasını falan istemiyorum. Düyun u Umumiye halkasını boynumuzdan ta 1957’de çıkarabildik.

Üzerinde on kelime yazılı kayalara bakmış, konuşmuş. Delil belge bulamamış almış arpacık kumrusunu birlikte düşünmüşler. Bizler öyle mi? Milenyum çağında istesek ve imkânımız olsa kâinatın şifresini bile çözeriz. Korkut evvel Allah beş tane Aristo eder.

Bir konu var. Sorulara cevap arıyoruz. Çağırdık Türkiye’nin en flaş üniversitesi profesörü Ali Gıdık beyefendiyi. ”Bana kaynak lazım” dedi. Kaynak cinayet mahali araştırma ve inceleme raporu değil; başkasının kendi düşüncelerini yazdığı kitap.

Hocam siz Türkiye’nin bir numaralı üniversitesinin bir numaralı adamısınız. Sizde pasta tabağı büyüklüğünde beyin olmalı. Kaynağa ne gerek var ki? Siz zaten kaynaksınız. Kütüphane ve müze soranlara sizi tarif ediyorum. Çok gerekliyse inelim Kızılırmak vadisine, belki buluruz bir kaynak.

Doldurmuş kafasını çuval dolusu bilgiyle ama kendine ait bir şey yok. Hocam su ne renktir? Kaynağından bir araştırayım. Adam girdi kütüphaneye. Etikete göre aradı.”Volter, doğru söyler.” Çevirdi sayfa sayfa bilmem kaç kitabı. Herkes bir şey yazmış. Çuvalladı mı bizim angut prof? Al eline bir bardak su. Bak içine. Ne renk?

Cengiz Han kütüphaneleri yakıp yıkmakla aslında insanlığa büyük iyilik etmiş. Belli ki gelecek nesiller bu abuk sabuk kitap yığınlarıyla oyalanmasın, işlerine baksınlar diye düşünmüş olmalı Timuçin kardeşimiz.

İnsanlığın geçmişle bağlarını koparmak mümkün değil. Adamda sefer tası kadar beyin var ama yine de kütüphaneye koşuyor. Atalarının hayatı neydi ki kütüphaneleri ne olsun? Kılıç kalkan nasıl yapılır, onu mu okuyacaksın?

Kimin söylediği doğrudur?

Terazinin, metrenin, kalemin, hesabın söylediği zaten doğrudur. Yumurta 100 gram. İnanmıyorsan tartarsın. Bir de Allahın söylediği doğrudur; tabi ki inananlar için.

Peki gerisi?

Ya Korkut sen ne yaptın? Kendin de dâhil olmak üzere koca âlemi cihanı cahil ilan ettin? Koskoca bilim dünyasını, onları sayarken zaman kalmadığı için kendimizi ve tavuklarımızı sayamadığımız gelmiş geçmiş onca âlimi, evliyayı, dervişi yalan ilan ettin. Yanlış ilan ettin.

Ben anlamaz arkadaş. Allahın dediği ve metrenin ölçtüğü dışında her şey yalan ve yanlış olabilir. Âlimin, evliyanın, dervişin söylediği yalan ve yanlış. O zaman diğer insanların söylediği ne oluyor? At çöpe gitsin. Kanalizasyon çukuru doldur. Dolgu malzemesi sıkıntısı çekiyoruz zaten.

Kitaplar ne olacak, cilt cilt?

Barbara Cartland, Mayk Hammer, Gogol, Mogol ayır bir tarafa. Heyecan, duygu, entrika lazım bize. Şu prof yazmış, bu uzmanın görüşü yırt at, yeniden yazsınlar! Bin tane prof on bin tane kitap yazdı da ne oldu? Bu ülkenin insanı meclisin kapısının önünde dileniyor. Yerim prof’unu, uzmanını!

Yazılanları, sadece yazanlar kendileri okuyorlar. Kendin pişir kendin ye. Ceketinin yakasıyla burnunu silen Ayı Mehmet’e kim yol gösterecek? Şeffaf odaymış! Kolejli padişah torunlarını konuk edersen şeffaf olur tabii ki. Ayı Mehmet’i çağır bakalım. Şeffaf mı karanlık mı görelim. Topu sanal bu adamların!

Sanki Dünya’da ve Türkiye’de hayata ve içinde yaşadığımız evrene ait var olan veya tespit edilmiş bütün doğrular ve gerçekler insanlarca okunmuş, yazılmış, duyulmuş, biliniyor ve kabul edilmiş. Ya da kabul edilmemişse bile bir kenarda tutuyoruz. Beynimizde, kütüphane ve arşivlerde yığınlarla doğru yanlış bilgi var. İçimizdeki bu moloz yığınları beynimizin, ruhumuzun her yanını doldurduğu için yeni duygulara, inançlara ve fikirlere yer kalmamış.

Sanki söylenecek her şey söylenmiş, evrenin fikir maratonu tamamlanmış. Artık yeni düşüncelere ihtiyaç yok.

Bizler sadece vücudumuzun şekli bakımından değil geçmişten, babadan dededen, çevreden, okuldan, oradan, buradan içimize doldurulan adına, pek benzemese de bilgi ve kültür dediğimiz moloz yığınları nedeniyle obeziz. Kimse bu obezliğin farkında değil. Şişkosun deyince karnına bakıyor.

Vücut obezleri ter, koku, vıcık vıcık yağ, ağırkanlılık, uyku, hareketsizlik belirtileri verirken ruh ve beyin obezleri bir yandan içinizi korkularla dolduruyor diğer yandan ise kapanmayan ağızlarıyla bizleri migren krizlerine sokuyorlar.

İnsanların konuşma hatta yazma sınırlarının olmayışı çok kötü bir şey.

Dünyada kütüphaneler, arşivler dolusu Nuh u Nebi’den kalmış tonlarca kitap yığınları, bilgi çöplükleri ve yedi milyar beyne üflenmiş çoğu yanlış, uydurma, bilim dışı, safsata sözler, yazılar ve düşünceler sanki insanlığın sırtında kâğıttan oluşan devasa bir kambur oluşturuyor. Ve Korkut’a göre insanlık işte bu beynimize, yüreğimize ve sırtımıza yüklenmiş gereksiz moloz yığınları yüzünden ilerleyemiyor. Çünkü bunlar normal yükten çok farklı. Bir çuval patatesi olmadı kaldırır atarsınız. Ama bilmem hangi eski zaman filozofunun bir yerlerden okuyup duyduğunuz öğretilerini beyninizden atamazsınız. Hem unutmak zordur hem de sanki yaşarken bu öğretilere ihtiyacınız vardır.

Ayrıca geçmiş ile bugün arasında bu abuk sabuk bilgi yığınları sayesinde köprü kurulabildiği sanılır. Şüphesiz hangi çağda olursa olsun bilimsel temellere dayalı çalışmalar önemlidir. Ama pozitif ilme ait bilgiler düşünce evrenimizi dolduran onlarca fikir dağları içinde sadece küçük bir tepedir. Yani bu demektir ki ayıklama şarttır. Her şeyi ayıklıyoruz. Neden bilgi ve kültür ürünlerini ayıklamıyoruz? Üç gün geçse yumurta bayat diye yemiyoruz. Üç bin yıl öncesinin yazıtlarını okuyoruz. Üç bin yıl öncesinden seslenen bir kişi kendisi ne biliyordu ki bana ne öğretsin? Bilgi geleceğe doğru giden, medeniyetin hızlı trenidir.

Antik eserler, arkeoloji ve müzeler geçmişi öğretmek için değil göstermek içindir. Geçmişe bakarak geleceğin tayini aptalca bir fikirdir. Çünkü ikisinin koşulları farklıdır. Ve farklı koşullar kesinlikle farklı sonuç doğurur. Geçmişte sadece nostaljik hatıra zevki vardır. Bir de insanlığın nereden başlayıp nereye geldiğini ve hangi devrelerden geçtiğini görürsünüz. Aslında ilerleme anlamında bu bile bilgi değildir. Bu bilgiyle fabrika ya da uzay aracı yapamazsınız.

Bütün bunlar ortadayken eski kafalı bir takım insanlar, ülkemizin geçmiş tarihinde yazılı ve sözlü her türlü bilgi ve söylemi, çağdaş bir üniversiteyle bir tutarak, halkın bilgi ve kültür dünyasını oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Türkiye okullarından mezun olabilmeniz için tamamı geçmişte kalan ve çoğu günümüz dünyası için hiçbir şey ifade etmeyen düşünce ve tespitlerle dolu “kültürel moloz yığınları” nı okuyup bitirmeniz gerekir.

Türkiye’de 15 yıl okumuş bir üniversite mezununun beyninin yarısı okullarda tıpkı samanlığa doldurulan saman gibi”bilgi ve kültür” adı altında bu moloz yığınlarıyla doldurulmuştur. Ayrıca beyninin kalan kısmı da kültürel anlamda orta çağ seviyesinde olan halkımızın içinde saman hatta moloz bile sayılmayacak bin türlü cehalet ürünü saçmalıklarla doludur. Bunun ispatı ortadadır.

*****Sınıf birincileri üniversite sınavını kazanamıyor.

*****Üniversite sınavında kümesteki tavuğa işaretlettirsen onun bile mutlaka doğru cevapladığı soru çıkacaktır.50 bin kişi evet tam 50 bin kişi sıfır çekiyor; yani 200 sorudan bir tanesini bile doğru cevaplayamıyor. Bu 50 bin kişi Türkiye’nin muhteşem(!) eğitim sisteminde lise eğitimini tamamlayıp yeterli bulunarak mezun olmuşlardır. Sıfır çeken 50 bin öğrenciyi yeterli görüp diploma veriyorsanız o zaman sizin eğitim sisteminiz yetersiz demektir.

*****5 milyon nüfuslu İsrail’den dünya çapında 100 tane bilim adamı çıkarken 70 milyon nüfuslu Türkiye’de, dünya çapında bir tane bile bilim adamı yoktur.

Türkiye’de insanların eğitilip geleceğe hazırlanması için önlerine konan süreç sadece “okumak”tır. Bütün Türkiye’de insanlar geleceklerini sadece okuyarak kurarlar. Ülkemizdeki tüm ana babaların ve eğitim görevlilerinin kullandığı “ çocukları okutmak” deyimi bu saçmalığın ve aptallığın geldiği son noktadır.

Okuyarak siz hangi mesleği elde ediyorsunuz? Kitap okuyarak piyano çalın, resim yapın, uçak kullanın bakalım.

Evet, sayın yöneticiler ve eğitimciler. Sizin tam bir cehalet örneği olarak yüzlerce işi, mesleği ve sanatı “okumak” şeklinde tanımlamanız sizi örnek alan halkın nasıl yanlış yapmasına neden oluyor, görün.

Türkiye’de 15 milyon çocuğun anne babası ve gençler geleceklerini kurmada, sizin cehaletiniz yüzünden okumak dışında bir şey bilmedikleri için çoğu okumaya dayanan birkaç bildik mesleğe yöneliyorlar. Diğer yüzlerce meslek bilinmiyor, öğrenilmiyor ve tercih edilmiyor.

Edebiyat Fakültesi’nin hangi amaçla var olduğunu birisi bana izah etsin. Halkın sofrasında edebiyat pişmiyor; somun fakültesi kur. Neredeyse 2 yıl önce öylesine yazdığım eğitimle ilgili görüşlerimizin hala okunuyor olması Kerim Korkut’un fikirlerinin doğru olduğunu gösteriyor. Ayrıca bugün ülkemizde 3, 5 milyon resmi işsizin bulunmasının nedeni de insanların yetiştirilme yanlışlığıdır. Senede 300 bin işletmeci mezun edip ne yapacaksın? Senin ülkende bu kadar fabrika mı var?

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..