Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ocak '08

 
Kategori
Anılar
 

Ege'yi,yazı ve çiçekli bahçemi özledim!

Ege'yi,yazı ve çiçekli bahçemi özledim!
 

Yaz günlerini ve bahçemi özledim...


"Antik Ege'nin / Büyüleyici bir koyunda / Daldaki serçenin / Defnedeki güvercinin / Zeytin dallarına / Huzura, özgürlüğe ve barışa doğru / Güçlü bir kanat çırpışı öncesi / Sevdayla göz kırptığı" o fenerli bahçemi ve yaz günlerini özledim.

Sizler bu satırlarımı okurken, benim o adeta sarhoş edici havasından muhtemelen çıkmış olacağım bu tatlı düşümün gerçekliğini özledim.

Bana tüm güzelliklerini tam sekiz aylık hasret dönemi boyunca kalın fiyonklu hediye paketleri içinde, yarı uykuda saklayıp, geldiğimde, cömertce önüme seren bahçemi, yazlığımı, Ege'yi ve yaz günlerini özledim.

Bu soğuk, isli-puslu, griye boğulu, gündüzleri kısa ama maalesef mini etek gibi çekici olmaktan da uzak başkent kışında fonda ayrılığın rengi sarı, özlemin rengi ise koyu ve lacivert.

Dağları taşları aşıp da yaratılan o müsait zamanda, ona doğru ilk adımımı attığımda, sekiz ayın özlemiyle ve bereketli görünümüyle o ilk yoklamayla beni karşılayan bahçemi.Hani bir öğretmenin uzun tatil sonrası sınıfta yaptığı o ilk yoklama gibi.Kimi gür bir sesle ve gösterişle, kimi ise ayrılık dönemini iyi geçiremediğinden olsa gerek daha cılız ve çekingen bir sesle "Burda!.." diyen, renk, renk çeşit, çeşit ve burcu burcu kokan çiçeklerimi ve arka sıralarda oturan boylu poslu, mağrur ağaçlarımı özledim.Ardından ihtiyar zeytin ağaçlarının yüce Homeros'a söylediği o sözleri; "...herkese aidiz ve kimsenin değiliz, sen gelmeden önce de buradaydık, sen gittikten sonra da burada olacağız..." diyerek koro halinde haykıran bahçemi özledim.

Bana, küresel ısınmayla artık Vivaldi'nin keman konçertosunun o ılık ve içli tadından giderek uzaklaşarak da olsa "dört mevsim"i de yaşatan Anadolumun bu büyülü coğrafyasının bu gerçeğini unuttururcasına yazın "...ohh şimdi yaz...", kışları ise "...dayan bakalım önümüz yaz..." dedirten, böylesi ilkel ama yararlı bir mikro-felsefe kazandıran yazlığımı özledim.O, ilk aşkın yanakları kızartan utanç ve heyecanıyla gür saçlarını kat, kat yüzüne kapatan salkım söğütlerimi, genç yaşta titreyerek de olsa, gelinliğini giymiş, yine utangaç, körpe ve masum beyaz güllerimi, yersiz bir temasda hassas insanlar gibi hemen kararan, gösterişli ama nazik manolyalarımı, o, cihana korku salan paşaların kılıçlarının kınında hem zararsız hem de zarif olabileceklerini anımsatan paşa kılıcımı nasıl olur da özlemem.Ya kırmızı ve pembe güllerimi o, sevdalara, aşklara yaldızlı davetiyeler çıkartan güllerimi nasıl olur da unutabilirim ve tabii ki rengarenk, parlak giysileriyle aynı zamanda balerin olan narin akrobatların biribirlerinin omuzları üzerinde kule oluşturmalı misali tırmandıkça tırmanan, baharın müjdecisi, ışık ağacım erguvanlarımı.

Doğanın o her seferinde kendini yeniden yaratan büyüleyici doğurganlığının ışığında, zamanın geçip de gitmekte olduğu hissini engelleyen duygu hali ise bambaşka bir destektir bana.Zamanın o dur durak bilmeyen kozmik akışıyla, büyükşehir labirentinde, bazen kan-ter içinde yorgun düşen zihnimi, ruhumu ve bedenimi önce durağanlaştırıp ardından dengelercesine.Hele yine bu ele avuca sığmaz, hınzır zamanın hızlı geçişi, eskiliği ve dizginlenemezliği bağlamında derin iç sorgulamaların arttığı bir yılbaşı ertesinde.Zihnimizin o, fazla boşluk kaldırmayan hassas terazisinin bir kefesinde bu iç sorgulamaların ağırlığı, boşta kalan diğer kefeye, böylesi bir "özlem"i yerleştirince sanki daha bir dengelenmekte. Nasıl yaşamın çoğu bizim denetimimiz dışında gelişen o dinamik akışı içinde iyi ve kötü anlar önceden seçilemiyorsa.Böylelikle önlenebilmesi ya da artırılabilmesi büyük ölçüde olanaklı değilse de, bu işi seçici anılarla yapmak galiba en doğrusu.Bu şekilde bir dengelemeye de sık sık ihtiyaç duyabiliyor ruhumuz, zihnimiz ve bedenimiz.Sizce de öyle değil mi?

O güzel çiçeklerin, ağaçların diplerini bellerken, çapalarken, sanki derbi maç öncesi bir özenle çimleri kesip sularken, mini bostanımdan salatalık, domates, patlıcan ya da biber toplarken kendimi onlarca proje ya da araştırma raporu hazırlamışcasına, iş yapmışlığın o güzel iç huzuru içinde hissetmemi sağlayan ne acaba? Roma İmparatorlarından ünlü Marcus Aurelius'un "...evrensel doğa ussal varlıkları birbiri için, birbirine hiç zarar vermeksizin, her birinin hak ettiğince, birbirlerine karşı yardım etsinler diye yaratmıştır..." şeklindeki anlamlı sözlerine, aradan geçen tam yirmi yüzyıl sonra bir onay mesajı yollarcasına bir ortam vardır oralarda. O nedenle mi acaba? Bu evrensel tanım, kendini yenileyiş, uyum ve yardımlaşma yeteneklerini de kamçılayarak sanki baharda havadaki polenler, yazları ise çiçeklerin o hoş rahiyasıyla ulaştırılır bahçeden, bahçeye, haneden, haneye ve insandan insana oralarda.Sonra büyür de büyür bu ruh hali, kocaman olur yüreklerde ve imece eylemlerde.Belki de ibret olsun diye, megakentlerin o çoğu anlamsız koşuşturmalı, o kuralsız rekabetçi ve dört duvar arasında sürekli bir hal alan ayak kaydırma valsleri ile sarhoş "Bizans kokulu" atmosferine.

Yaz gelsin diye ısrarla söyleniyor hala bir yarım, bastıramıyorum.Bisikletlerimiz ve tenteli romörkümüz sahile taşısın insanları, gençler elele taze sevgilerini, yüreği genç olanlar ise tavlada bilenmiş kozlarını paylaşsınlar yine. Akşam serinliğinde kitaplar okunsun, şiirler ve destanlar, sonrasında da dostlarla paylaşılsın ve önce çocuklar sonra da tüm insanlar şaşırsın yeni öğrendiklerine, yeni duyduklarına.Üst kat balkonlarında asılı giysiler, mayolar ve havlular, akşam üstlerinin o alacası altında, sanki karanlık odada asılı film şeritleri gibi hem içerdikelerin hem de yosun kokulu maviliklerden yeni çıkmışlığın kimliklerini ele versin gizlice yine.

Nedir bu koyu özlem, kışın ortasında, yılbaşı ertesinde? Futbolda sezon arasındayız diye olamaz bu kadar.Yoksa o olayları ve çoğu yarı-tanrısal kahramanları bundan tam yirmi sekiz yüzyıl öncesinin Ege kıyılarından ve bölgesinden derlenen İlyada ve Odusseia'den çıkıp, önce gelenekseli sonrası moderni, daha sonra post-moderni deneyip günümüzün megapollerinde emeklemeye başlayan "trans-humanism" aktörlerinin bu hızlı koşusunun beni de yorduğu dönemlere girdik de, ondan mı acaba? O aktörler ki, Halikarnas balıkçısı Cevat Şakir'i tanımadan, selam dahi esirgeyerek koşan.

Ve hala sabret diyor diğer yarım.Yaz yine gelecek!..Ege'nin bir koyundaki fenerli bahçemin, bu sarının çiçek dilinde uzun ayrılık çağrıştıran fonunda ve koyu lacivert bir özlemin güçlü tonunda.

Sabret.Yaz yine gelecek!.. "...Nereye mi..?".Gerence körfezi, Karareis koyu'nda Mercankoy'a.


İ.Ersin Kaboğlu

01 / 01 / 2008

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..