Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

Egeli öğretmen

Her köye gidişimiz bir törendi. Törenler nasıl birçok işlem gerektirirse, bizim köylere gidişimiz de, işte öyle birçok işlem gerektiriyordu. Bir köye ilk defa, hele, daha da önemlisi bir bölgeye -ilk defa- gidiyorsanız, yapacağınız birçok işlem var, demektir. Bu işlemler, hiç bilmediğiniz bir yerde, bir adresi bulmak için yaptığınız "sürekli soru sorma" işlemleridir. Soru sorma işlemleri, ilçe garajını sormakla başlar. Garajda arabanın kalkış saati ile, kaç saatte ilçeye varacağını sorarsınız. Varırsınız ilçeye, köye nasıl gidileceğini, sorarsınız. Köy arabalarının bulunduğu yere (garaja) gelir, kaptana, ne zaman kalkacağını, sorarsınız. Daha siz sorularınıza karşılık alamadan, karşı tarafın soruları başlar. Siz müfettiş misiniz, sorusuna rahat karşılık verirsiniz de, "Devlet size niçin araba vermiyor?", ya da "Devlet size araba vermiyor mu?" sorusuna hiç bir zaman karşılık veremezsiniz. Verseniz suçlu olursunuz; vermezseniz rahatsız olursunuz.

Köye gidecek arabaya bindiğinizde, oyunun birinci perdesi bitmiş, demektir. Epeyce rahatlamışsınızdır. Arabada köyü, okulu, öğretmeni ve de en önemlisi karşılaşacağınız sürprizleri düşünmeye başlarsınız. Hele gideceğiniz yerler, sürprizi bol olan bölgeler ise, bilinmezliğin verdiği sızı kemirir içinizi. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ya bir de o hafta teftişe çıkmak canınız istemiyorsa? ... Müfettişlikte "Bu hafta canıma teftişe çıkmak istemiyor", gibi bir özür yoktur. Olamaz da. Çünkü müfettiş asker gibidir. Ne yorulur, ne hastalanır. Verilen görevi "katti surette" yerine getirir.

İlçe merkezinden ayrılıp, bahçelerle karşılaşınca, köylere ulaşmaya başlıyoruz. Okul binaları çatılı ve kiremitli olduğu için hemen fark ediyorum. Dolmuş, okulun önünden geçiyor. Levhayı okuyorum. Bu okul da bizim bölgemizde. Fakat, ancak dönüşte uğrayabilirim. Bir süre ilerledikten sonra, köyün tamamen dışında, tek odalı bir ev görüyorum. Damında bir televizyon anteni, yanında bir koyun-davar ağılı. Bu evin ne yanında, ne yakınında, ne de çevresinde, tek bir ev var. Aşağı köyden buraya kadar, özel bir elektrik hattı çekilmiş. Çekilen hattın uzunluğu rahatça iki kilometre eder. (Dikilen direkler de hesaba katılırsa, maliyet milyarları bulur. Yazık değil mi bu paraya, diyemezsiniz. Çünkü, devlet vatandaşa her türlü hizmeti götürmek zorundadır (!) da. Böyle derler. Oysa Devlet, tek odalı bir eve yapacağı elektrik masrafıyla, çok odalı lüks bir daireyi rahatça yapabilir, o kişiye. Bu bir tercih sorunu olsa gerek.) Yol boyunca, bunun gibi daha birçok yerle karşılaşıyorum. Daha önce de -bunun gibi- karşılaştığım birçok yeri zihnimde canlandırıyorum. Evleri, köyleri toplulaştırmak için, ayrıca kaynak aramaya gerek olmadığını, eldeki kaynakları akılcı kullanmanın yeterli olduğunu söyleyebilirim.

Doğayı seyrede seyrede her tarafı bahçelik bir bölgeye yaklaşıyoruz. Dolmuş, elektrik trafosunun bulunduğu demir direğin önünde duruyor ve iniyoruz. Elektrik sayacının, sigortaların, şartelin bulunduğu panonun kapısı açık. Anahtarı yok. Bu durumu da anlayamıyorum tabi ki. Muhtar, köylülerin yol parasını ödedikten sonra, okula doğru yürüyoruz. Silah sesleri gelmeye başlıyor. Üstelik yakından. Muhtara; hayrola bu sesler ne, diyorum. Bir şey yok hocam, cevabını veriyor. Giderken, omuzu silahlı köy korucuları ile karşılaşıyoruz. Muhtar, niçin silah sıkıyorsunuz, diye sorunca korucular, silahlarımızı denedik, diyorlar. Taşları hedef alarak silahları denemişler. Ne diyelim. Köy dağın eteğinde ve ormanın kıyısında. Bölgede birçok terör olayı olmuştu ve olmaya devam ediyor. Bu hafta köylere çıkmak istemeyişim yetmiyormuş gibi, bir de silah sesleri ile karşılaşmam, isteksizliğimi kat be kat arttırıyor.

Öğretmenin evinde, muhtar ve öğretmenle birlikte oturuyoruz. Akşam gündem hayli yoğun. Yeni hükümet açıklanıyor. Siyasi konular, konuşmamız gereken konuları bastırıyor. Buna rağmen biraz da mesleki konulardan konuşmaya çalışıyorum. Öğretmen; "Hocam bize köyden, köy okullarından hiç bahsetmediler. Birleştirilmiş sınıf göstermediler. Hocalarımız da ‘ilkokul öğretmenliği’ deneyimine sahip olmadıklarından, bize yararlı olamadılar. Sadece, İlköğretim Müfettişliği yapmış bir hocamın anlattıklarını kullanabiliyorum; o da yetmiyor. Özellikle, kariyerli hocalarımın anlattıklarının hiçbir yararını göremiyorum", diyor. Ders notlarını gösteriyor. Notlar, gerçekten kuramsal bilgilerle dolu ama, işlevsel değil.

Muhtar gittikten sonra Öğretmen, biraz da özel sorunlarından bahsediyor. Ne de olsa, her insanın derdini anlatacağı bir insana ihtiyacı vardır. Terörden konuşuyoruz biraz da. Hocam alıştım artık, takmıyorum, diyor. O takmıyor ama, ben takıyorum. Yorgun olduğum halde uykum gelmiyor. Gece de öğretmenin eşi, iki defa rahatsızlanıyor. Tüm bunlar üst üste gelince, benim hiç huzurum kalmıyor. Fakat, soğukkanlılığımı korumaya çalışıyorum.

Sabah derse birlikte giriyoruz. Teftişten ziyade ders yapıyorum. Bazı derslerin nasıl işleneceğini, uygulamalı olarak gösteriyorum. Klasik bir teftiş olmadığı için, öğretmen tedirgin olmuyor. Yararlı olduğumu sanıyorum. Çünkü söylediklerimin, -sözden ileri giderek- bir süre sonra uygulamaya dönüşebildiğini görebiliyorum.

İkinci gün, komşu köye gidiyoruz, birlikte. Öğretmen, "Hocam geçen günkü kavgada birkaç kişi öldü, bu köyde kan davası var" diyor. Komşu köyün öğretmeninin bir de kan davası vardı üstelik. Yani, dert bir değil elvan elvandı. Öğretmen, hocam çocuklar her an kavgaya hazırlar, ne yapayım, diyor. Ne yapılabileceğini birlikte düşünüp, birlikte bulmaya çalışıyoruz. "Yara çok taze olduğu için, çocukları teneffüste bir araya getirme, ayrı ayrı teneffüs yaptır ve ayrı ayrı evlerine gönder. Bir grup okulu terk etmeden, diğerini okuldan çıkarma. Okul başlamadan önce de, bahçede dolaş, çocukları kontrol et" gibi pratik önlemler söylüyoruz. Sınıf ortamında da bunlara dikkat et, diyoruz. Teftişi bitirdikten sonra, yürüyerek geldiğimiz köye dönüyoruz. Akşam, görevi bitirmenin rahatlığı, bulunduğum ortamın huzursuzluğu içindeyim. Rahat görünmeye çalışıyorum. Öğretmen, terörle ilgili sorunlardan hemen hemen hiç bahsetmiyor. "Muhtar bana çok destek oluyor, ne gerekirse ben yaparım hocam, diyor", diyor. Ben yine de, hafta sonlarını ilçe ya da il merkezinde geçirmelerini tavsiye ediyorum. Cuma günleri dersten sonra şehre in, Pazar akşamı dön, diyorum. Peki hocam, zaten hafta sonları köy, çok sıkıcı oluyor, diyor.

Köyden ayrıldıktan sonra, uzunca bir süre Egeli Öğretmenle karşılaşamıyorum. Bir hafta sonu Urfakapı’nın yanındaki çay bahçesinde otururken, Egeli Öğretmen yanımıza geliyor ve oturmak için izin istiyor. Çay içerken geçmişten konuşuyoruz. Hocam sizden sonra hiç rahat değilim, sık sık tehdit mektupları alıyorum, tayinimi başka bir köye yaptırabilir misiniz, diyor. Yaptırırım, diye söz veremiyorum ama, "Elimden geleni yaparım, yarın sabah dairenin önünde beni bekle, işini halletmeye çalışırım", diyorum. İki saate yakın oturup, çay içerek, sohbet ediyoruz. Ne konuşursak konuşalım, bir süre sonra konu, "Hocam, tayinimi yaptır!"a geliyor. Bu konu en az beş kez tekrarlanıyor. Artık kızmaya başlıyorum. "Peki yaptıracağım, dedim ya!" dedikten kısa bir süre sonra ayrılıyorum oradan. Öğretmenevine doğru yürürken, öğretmene kızdığıma pişman oluyorum hemen. (Bir öğretmen tayin için bu kadar ısrar ediyorsa, mutlaka sıkıntısı çok fazladır, diyorum kendi kendime. O da beni kızdırmasaydı, gibi bir düşünce geçmiyor içimden. Onu anlayamadığım için pişman oluyorum. İlkokul Öğretmenleriyle aynı geçmişe sahip, onları yakından tanıyan, onlarla iletişim kuran sadece biz İlköğretim Müfettişleriyiz. İl, İlçe Millî Eğitim Müdürleri, Millî Eğitim Müdür Yardımcıları, Şube Müdürleri, onlarla yeterince ilgilenmiyorlar. Dolayısıyla, onlar da bize geliyorlar. Bizim de kızmaya hakkımız olabilir mi?)

Ayrılalı en fazla beş dakika oluyor. Arkamdan, "Hocam, hocam!" diye bir ses geliyor. Dönüp bakıyorum, O. Koşarak geliyor. Durup bekliyorum. Benzi atmış bir şekilde yanıma ulaşıyor ve çok sık soluyor. Hayrola, diyorum. Zorlayarak ve duraklayarak kelime kelime, "Hocam, lojmanı, basmışlar" diyor. Ne, diyorum. Hocam lojmanı basmışlar, ateşe vermişler, beni sormuşlar, diyor. Biraz duraklıyoruz, ikimiz de. Şimdi beraberdik, ne zaman duydun, diyorum. Siz ayrıldıktan hemen sonra, köylülerden biriyle karşılaştık, o söyledi hocam, diyor. Başka da bir şey söyleyemiyor. Ben de söyleyemiyorum. Bir süre birlikte yürüyoruz ve ayrılmadan önce, yarın gel, diyorum, tekrar.

Yarın dairede bekliyorum hep. Gelmiyor Egeli Öğretmen. Arıyorum, bulamıyorum. Sene başında tekrar arıyorum. Tayinini yaptırıp, memleketine gitti, diyorlar. Rahatlıyorum.

Affet beni Egeli Öğretmen. Çaresiz birine kızmamalıydım.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..