- Kategori
- Edebiyat
EKİNLERİN TATLI BOĞUM ZAMANI
Ekinlerin tatlı boğum zamanı
Bizim oralara doğru gitsem
Asi bir şiiri andıran Mersin’e
Ve doya doya seyretsem
Büyüdükçe bir göçebe kızının
Nasıl benzediğini annesine…
Abdülkadir Bulut
Üç aya yaklaşan zaman diliminden bu yana evlerden çıkmıyoruz. Başka bir söylemle tutukluyuz. Daha açığı Corana Virüs salgını evlerde kalmamızı buyuruyor!
İlkbahar böyle geçti sayılır. Baharı görmeden yaza giriş yapacağımızı, doğanın gümrahlığa ulaştığını, ağaçların çiçek çiçek açtığının ardından meyveye dönüş yaptığını, yörenin yeşile büründüğünü, tarlalarda ekinlerin diz boyu olduğunu ve bir başka söylemle: Ekinlerin tatlı boğum zamanı…
(Ne ki yurt genelinde iklim değişkenliğinden ve dolu türü afetlerden dolayı çiftçilerimizin zorda olduğu duyumunu aldığımız oldu! Zaten fırlayan her türlü ürün fiyatlarının daha da yükseleceği ayrı bir gerçektir.)
Bu sabah uyandığımdaEkinlerin tatlı boğum zamanı sözcükleri, dilimde pelesenk oldu. Oradan devinimle bir yazı kaleme almayı düşündüm. İşte çileli köy yaşamıyla bir öğretmen ve bir şair Abdülkadir Bulut…
***
Abdülkadir Bulut: 1943 yılında Anamur (Mersin)de doğdu, 8 Ağustos 1985 tarihinde yine Anamur'da bir trafik kazasında öldü. 1961'de Akşehir İlköğretmen Okulu'nu bitirdi. 1985 yılına kadar Anamur, Kırıkhan ve İstanbul'da öğretmenlik yaptı.
Şiirleri kimi dergilerde yayınlandı. Kuşağının önde gelen sözcülerindendi. Yeni imgeler oluşturan, akışkan bir söyleyişle yaşadığı toprağın çığlığı olan, birçok eleştirmenin dikkatini çeken toplumcu gerçekçi bir şairdi.
Bulut, bir şiirinde Anamur evlerinden söz ederken: “Ev değil de sanki her biri / Birer Cemal Süreya şiiri...” dediği Cemal Süreya da onun için: ‘Kasabalı Lorca’ demişti. Gerçekten de kusursuz benzetmelerdir.
Hilmi Yavuz’un anımsattığı, tıpkı 1960’ın başında benzer bir trafik kazasında ölen Albert Camus’nun ölümü için Sartre’ın “Onu sevenlerce katlanılmaz bir saçmalık var bu ölümde!” sözündeki gibi Abdülkadir Bulut da pek rastlanılmayan bir biçimde, minibüs kapısının birden açılmasıyla oturduğu tabureden yola savrularak yaşamını yitirmiştir! Elbette biraz düşündürücü!
Abdülkadır Bulut ağıtları, acıları, hüzünleri severdi. “Onlar ikindi atları gecemden / sulanır erkenci dudakları /uzak sularında bekleyenlerin /ağıtıdır çekip-gitmesi süremde.” diyen Abdülkadir Bulut’un şiirindeki yaşama inanç da buradan kaynaklanıyor.
“Ellerimi dokunduğum her yerde/ Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat / Ve ölen arkadaşların giysilerini /Bir kere daha dürüp koyuyor analar / Çamaşır sandıklarına / Gözyaşları da çiçek açar.”
Akdeniz’den, Yörüklükten, Türkmenlikten, Mersin’den, Anamur’dan kopmayan, yerel bağları hiç bitmeyen Abdülkadir Bulut’un, şiirlerinde de gördüğümüz gibi; onun yaşamı doğa, memleket, çiçekler, dereler, yaylalar, köylüler, yani gerçeğin ta kendisiydi. O yerellik ile evrensellik arasında, sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yaşardı, düşünürdü ve şiir yazardı.
“Bana bir gurbet adı gönder /Her yolda bir yürüme isteği / Bir de anımsamak için sevdiklerimi / Sarışın kızların gözleri gibi açılan / Bir harnup çiçeği”
Görüldüğü üzere; dağlardan, çiçeklerden, otlardan, kuşlardan, böceklerden ve kendinden olanlardan katarak ürettiği şiirler, yaşamdan damıtılmış özgün yapıtlardır.
“Yüzünü örse de acılar / Nasıl yakalarsa toprağı kök / Suları renk, dalları kiraz/ Sen de öyle yakala hayatı.”
***
Bağrış, Çığrış İçinde
Ne zaman oturup seni düşünsem
Öyle sessiz ve kendi başıma
Birden bağrış çığrış içinde
Çamurda oynayan bir çocuğun
Hayatı çıkar karşıma
*
Ağlamak geçer içimden
Ucu denize çıkan yollarda
Ellerim cebimde ceketim ilikli
Ağlamak gelir içimden
Suları sızan bir testi gibi
*
Bahçe kapısından baksam
Önüne yeşil soğan, laz lahanası
İlkyazlarda dikilmiş bir eve
Görebilir miyim acaba
Ağaçtan ağaca gerili iplerde
Bir delikanlı hırkası
*
Ekinlerin tatlı boğum zamanı
Bizim oralara doğru gitsem
Asi bir şiiri andıran Mersin’e
Ve doya doya seyretsem
Büyüdükçe bir göçebe kızının
Nasıl benzediğini annesine…
Abdülkadir Bulut
(Acılar Yurdumdur)
*