Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '06

 
Kategori
Ekolojik Yaşam
 

Ekoloji mi? o da ne?

Ekoloji mi? o da ne?
 

EKOLOJİ- EKOSİSTEM

Bu terimi öyle sanıyorum ki, çoğu insan sosyoloji, psikloji, fizyoloji vs. gibi lojilerden zannediyordur. Daha dilimize pelesenk olmamış. Çünkü, birileri ile konuştuğunuzda, sohebtlede ekolojik tarım, ekolojik yasam vs'den bahsettiğinizde bakışlarından hiçbir fikri olmadığını anlarsınız. O yüzden münkün mertebe bilgilenmeli ve bilgilenirmeliyiz çevremizdekileri. Olaki bilgilendirdik, belki kitap bilgisinden öteye geçer de önemi anlaşılır.

Tanımla başlıyalım yazıya. Ekoloji nedir ? Internet ansiklopedisi wikiopedia'ya göre Ekoloji, " organizmalarla, içinde yaşandıkları ortamı ve bu iki varlığa ait karşılıklı etki ve ilişkileri inceleyen bir bilim dalı. " demekmiş. Türk dil kurumuna göre de "çevre bilimi " demekmiş. Ekosistem ise, bir alandaki canlı organizmalar ve cansız varlıkların hepsinin birden oluşturduğu sistemdir. Canlı organizmalarla cansız çevre elementleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak birbirleri ile madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir. Bu sistem ise, içinde bulunduğumuz dünya, orman, denizler, tarlalar, bahçeler, dağlar, ovalar, ırmaklar, göller vs'dir. Ekoloji, bunları tek bir organima, tek bir canlı olarak değil, hepsinin içinde bulunduğu bir geneli içine alarak inceleyen bir bilim dalıdır. Bir ekosistem, temel olarak abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardan oluşur. Ekosistemlerde yaşam, enerji akışı ve besin döngüleriyle sürer. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir. Bir ekosistemin dört temel bileşeni vardır. Üreticiler (ototroflar), tüketiciler (hetotroflar), ayrıştırıcılar (saprofitler) ve doğal çevre. İlk üç bileşen, dördüncü bileşenin oluşturduğu cansız doğa içinde varlıklarını sürdüren canlı yaşamı kapsar. Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji adı verilir.

Ekoloji canlı varlıkların birbirleriyle ve bulundukları ortamla ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır demiştik. Ekolojik denge ise doğada canlıların kendi aralarındaki ve fiziksel çevreleriyle ilişkilerini sağlıklı gelişmesine imkan tanıması olayıdır. Ekosistemdeki her canlı türü (buna biz insanlarda dahiliz) çevre koşullarından etkilenir ve kendi yaşam faaliyetleriyle bulunduğu habitatın koşullarını etkiler, değişikliğe uğratır. Öte yandan Biyosferdeki çeşitli ekosistemlere sürekli olarak zehirli maddeler katılmaktadır. Bunların bir kısmı doğadan kaynaklanır. Örneğin bir volkanın faaliyeti sırasında çıkan kükürt gazları çevreye yayılarak bitkilerin gelişmesini engeller. Denizlerde doğal olarak bulunan cıva deniz canlılarında birikerek insan sağlığını besin yoluyla tehdit eder. Orman içinde akan bir dereye dökülen yaprak gibi organik maddeler bu habitatta büyük ölçüde oksijen noksanlığına neden olabilir. Bununla birlikte kirlenme denilince insan müdahalesi sonunda oluşan çevre bozulması anlaşılmaktadır. Böylece ekosistemde canlıların yaşamını ciddi ölçüde etkileyen değişiklikler olmaktadır. İnsan da canlı bir varlık olarak bulunduğu ekosistemin bir parçası olduğu için kendinin neden olduğu değişiklikler başka canlılara olduğu gibi eninde sonunda kendisini de etkilemektedir. Bu değişiklikler bazen insanın o çevrede barınmasını olanaksızlaştıracak boyutlara ulaşır. İşte burada, yazımızın başlığını oluşturan ekolojik yaşam devreye giriyor.

Ekolojik yaşamın nasıl günden güne değiştiğini gözlerimizle görüyoruz. Yediğimiz meyvelerin, sebzelerin tadı yok. Hayvanların davranışları değişmiş, bir çok hayvanın nesli tükenmek üzere. Yığınla balık ölümeri yaşanıyor nehirlerimizde. Onlarca deniz canlılarının bugün esamesi yok. Mesela, nehir yunuslarının (nil nehrinde yaşayan bir tatlı su yunusu) artık maalesef nesli tükenmiş. 1998'de en son bir kaç tane görünmüş, bazıları korumaya alınmış ama o da sonradan ölmüş, şuan gelinen nokta ise maalesef hüsran. Şimdi, ne sebep olmuştur bu canlıların yok olmasına ? Küresel ısınma en büyük sebep, sonra çevre kirliliği, sanayi atıklarının umarsızca ve acımasızca nehirlere ve denizlere boşaltılması, zehirli varillerin rastgele yerlere gömülmesi, orman yangınları, fabrika bacalarından çıkan zehirli dumanlar, havaya salınan katı yakıt dumanları (soba ve kalorifer dumanları, demirçelik fabrikalaının dumanları), egzoz dumanları, bilinçsiz ağaç kesme, toprakları tarımdan bilinçsiz uzaklaştırma, bilinçsiz tarımsal ilaçlamalar ( bu hem mikroorganizmalara, hem toprak üstü canlılara, hem toprakta yetişenlere hem de bize zarar veriyor. ), volkanik püskürtmeler, denizleri ve nehirleri doldurmak, sera gazları, nehir yataklarını değiştirmek, verimli toprakların betonlaştırılması.. Bu örnekler o kadar çoğaltılabilir ki, saymakla bitmez. Bunların heme hepsinin sebebi biz insanlardır. Ben de kendi adıma suçluyum. Siz de öyle. Küçük de olsa bizim bir katkımız var burada. Bir de bilinçlenmemek, bilinçlendirmemek te ayrı bir suç diye düşünüyorum.

İnsanlık doğayı katlediyor !

Dünya dünyayı Koruma Vakfı (WWF) diye bir kuruluş var. Kendini ekolojik sistemi korumaya adamış bir kuruluş. Zaman zaman internette dolaşırken bu kuruluşun yayınkladığı bazı raporları görüyorum. Eğer doğruysa, durum çok vahim. Şöyle diyor bu kurum; dinazorların yok olmaya başladığı tarihten bugüne, gezegenimizde en büyük canlı türün yok oluşu izleniyor. Öyle ki, 1970-2003 yılları arasında omurgalı canlılardaki azalış oranı 1/3 oranındaymış. Bu zaman zarfında da insanoğlu tüm rezervleri tüketme eğilimde olduğundan, mevcut rezervler 2050 yılına kadar insanoğluna ve gezegenimize yetecek. Ya daha sonra ? Bu rapordan çıkarılacak sonuç ise vahim. Korku filmi gibi.. Bu tarihe kadar ekosistem çökecek, 2050'den sonra ise buzul cağı, belki de, taş devri.. En büyük tehdit altında bulunan ekosistemler nehirler ve göller. Buralarda bulunan tatlı su yaşam alanları, kirlenme ve barajlar yüzünden bozulmakta. Tropikal bölgelerde özellikle tatlı su yunusları, Avrupa’da ise somonlar ve Mersinbalıkları tehlikede. Ülkemizde bile balığın denizi karadeniz'de toplu ölümler görülmekte. Hiç görülmeyen köpek balıkları Bodrum sahillerimizde cirit atmakta. Geçenlerde, bir okudum, balıkların ağına uçan bilık cinsi bir balık takılmış. Bugüne kadar da hiç görülmemiş. Size burada bir resim göstermek isterdim. Bir kaç ay önce Endonez'yada bir tsunami faciası yaşandı bildiğiniz üzere. Bu felaketten aylarca sonra, çekilen bir resim geldi mail kutuma. Şimdiye kadar hiç görülmemiş deniz canlıları ardı resimde... Belki başka bir dünya'dan geldiler diye fantazi yapılabilir ama bence, değişen ekolojik sisteme ayak uydurmaya çalışan ve biçim değiştirip ayakta kalabilmiş, yeni tür canlılar bunlar. Şekil bozukluklarından da bu anlaşılıyor zaten.

Dünya ısrarla nükleer enerji kullanmaya devam ediyor, sera gazları salınmaya devam ediliyor (kyoto protokolü bir formaliteden öteye geçmiyor. Dünya'ya baş kaldıran ABD bu protokole imza atmıyor, atmak istemiyor. Ama en büyük tüketici Amerikan halkı. 300 milyonluk Amerka da, 1 Amerikalı, dünya ortalamasına göre 4 kat enerji ve 3 kat su tüketiyor. Bir kişinin çöpü, diğer bir dünya insanına göre ortalamadan 2 kat daha fazla ve bir Amerikalı yılda 1.682 metrekü su tüketiyor. En büyük nükleer enerji harcayan da, en çok sera gazı salınımında da ilk sırayı ABD alıyor. Çin bile orta sıralarda. İkinci büyük sera gaszı alınımcısı olan Rusya da ilk zamanlar protokole itiraz ediyordu, o da imzaladı. Bir tek kovboylar ülkesi kaldı. O da imzalamam diyor. Bu protokolün bir yaptırımı yok ama geleceğe yönelik önlemler alınması açısından öenmli bir çatı oluşturuyor. Türkiye bile protokolü ilk imzalayanlardan biri. Ama ülkemizde göller kuruyor teker teker, nehirler, fabrika atıklarının kanalizyonu olmuş. Aynalı sazan balıklarının soyları tükenmekle karşı karşıya.

Belki henüz geç değildir. Yapılacak birşeyler vardır. Önce birey olarak bilinçlenelim. Gidenleri geri getiremeyiz. Yok olan canlıları yeniden canlandıramayız belki ama eğer kaldıysa, kalanları koruyabiliriz. Bunun için fabrikalar atıkalrını nehirlere, göllere, denizlere bırakmasın. Sera gazları salımı olmasın. Herşeyden öndemlisi, ekolojik tarım yapılsın. Doğal ilaçlama, doğal gübreleme yapılsın. Mikrorganizmalar yok edilmesin. Denizlerde usulüne göre avlanılsın. Soba ve koloriferlerde daha az zehirli katı yakıt kullanılsın. Mümkünse doğal gaza geçilsin. Klima kullanımı azaltılsın. Tatlı sular, balık üreme havzaları, kuşların göz yolları ve üreme bölgeleri korunsun, çevre kirletilmesin. Çöpler en zararsız şekilde imha edilsin. Yer altlarında, toprakla ve yer altı suları ile ilişkisi olmayacak çöp imha depoları yapılsın. Zengin ülkeler, çevreye ve ekolojik sistem, ekolojik hayatı kurtarmaya daha fazla fon ayırsın.

Ve LÜTFEN DOĞA ve DOĞADAKİNLER SEVİLSİN !!!!

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..