Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '12

 
Kategori
Siyaset
 

Ekonomi ilmi değildir artık dünyada uygulanan

Ekonomi ilmi değildir artık dünyada uygulanan
 

Büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

Dünyada ekonomi ilmi artık iflas etmiş durumdadır.

 

Şöyle ki;

Ekonomi ilminin temeli-özü, gelir-gider dengesi ve buna bağlı olarak arz-talep dengesidir.

Kıt OLAN BAZI kaynakların optimum düzeyde kullanılması, insanlara ulaşması ve insanların bu suretle ihtiyaçlarını “en rantabl” şekilde karşılayabilmesi temeli ve ihtiyacı üzerine bu bilim dalı gelişmiştir.

Bir gereksinimden dolayı yani. Ekonomi ilminin, bu bilim dalının “kendisinin” herşeyden önce bir İHTİYAÇ OLMASI, bir ihtiyaçtan doğması gibi bir durumu varken, aynı zamanda ilmin kendisi de bir takım ihtiyaçlar içerir, yani  insanların da ihtiyaçlarını en optimum şekilde karşılamasına yönelik olarak bir takım kurallar ve ilkeler içerir. Bunlar yerine getirilmelidir ki, ihtiyaçlar da giderilebilsin.

Amaç, insana hizmettir,  her bir insana faydadır yani, yalnızca bir kısım insana değil!

Bu ilkelerden en birincil ve “olmazsa olmaz” olarak niteleneni ise şudur ki, gelirimizin giderimizden fazla olması gerekmektedir… ki gerçek ve doğru bir ekonomik sistem uyguladığımızdan bahsedebilelim. Onun için de, gelirimizin giderimizden fazla olmasına “çalıştığımız” ve bunu sağladığımız zaman ancak ekonomi bilimine de uygun, doğru ve gerçek bir ekonomi politikası uyguluyoruz demek olacaktır.

Ve bunu “sürekli” sağlamak durumundayızdır, bir sürekliliği olması gerekmektedir. Keza yine bunun hep veya yıllık ya da bazı dönemsel periyodlar ortalaması dahilinde “genel” yükselen-artan bir trend izliyor olması gerekmektedir. Gerçek istatistiki verilerin ve davranışsal verilerin, (ki bu insanın hem bireysel hem de toplumsal psikolojik ve sosyolojik davranış “sonuçları” demektir) bu yönde oluşmuş olması şarttır.

Gelirin giderden fazla olması ve bunun süreklilik kazanarak, “her insan için” hep artan veya dengede- “genel bakışta düzenli” bir grafik izlemesi de, yani iyi bir “refah seviyesi ve göstergesi”,  yine ancak ve ancak, üretimin tüketimden daha fazla olması ile mümkündür. Yani tükettiğimizden daha fazlasını üretiyor olmamız gerekmektedir ki, o üretim fazlasını da satabilip, bir gelir artışı, bir “kâr”, kazanç, fayda elde etmiş de olabilelim. Böylece de “çok çeşitli olan” ihtiyaçlarımızdan bazılarına “daha” ulaşabilelim.

“Talebe” göre(!) “arz”ı ayarlamak durumundayızdır. Ya da arz ile talebi “en azından” dengede tutmak zorundayızdır. Yoksa arza göre “sunî talepler” yaratmak veya sadece iç piyasaya yönelik talep “yaratmak” değil!  Ya da gerçek ihtiyaçlara yönelik olmayan talepler de, arzlar da değil! Arzın da talebin de mutlak surette gerçek ihtiyaca yönelik olması gerekmektedir!

Talep varsa vardır ve ne kadarsa o kadardır, fazla bir arz, yani üretim fazlası varsa da eğer,  ki olmalıdır da zaten, onu da dış piyasaya pazarlayacak, satacaksındır. Yoksa içeriyi kasıpta, içeriyi mala boğmanın, ille de içeride bunun “ekstradan” tüketilmesine çalışılıp, içeriyi tüketmeye zorlamanın, böylece de içeriye zarar vermenin, dolayısıyla da israfın alemi yoktur! Ülke ekonomileri genellikle de bu hatayı yapar ne yazık. Oysa kural, GERÇEK talebe göre, arzın da oluşturulmasıdır. Keza, kaynakların ve varlıkların da, (dolayısıyla GELİRin de) buna göre kullanılması, ayarlanması ve oluşturulması prensibi söz konusudur.

Yani esas itibariyle ana kural ve ekonomi ilminin yasası şudur ki, gelirimizden fazlasını harcamayacağız, tüketmeyeceğiz; Üretimimizden fazlasını tüketmeyeceğiz!  Gerçek ihtiyacımızdan fazlasını da talep de, arz da etmeyeceğiz. (Yalnız bu son cümledeki “arz” karıştırılmasın diğer cümlelerde “üretim” olarak ifade edilenle, burada kastedilen, gerçekten talebi olmayan, gerçekten bir ihtiyaç olmayan bir şeyi arzetmeyeceğiz de manasındadır. Hem iç, hem de dış piyasa da dahil olarak!) Dolayısıyla, kural: Üreteceğizdir ki tüketedebilelim... yani ihtiyaçlarımızı da karşılayabilelim!

Oysa bu anlayış ve kural artık neredeyse tüm dünya ülkelerinde uygulanmakta olan ekonomi politikalarında tam tersine dönmüş durumdadır. Daha doğrusu “döndürülmüş” durumdadır. Çünkü ülke yönetimleri değil, asıl  “dünya ekonomosine hakim güç” tarafından, ya da tüm dünya ekonomisine hakim olmayı amaçlayan güçler tarafından bu hale döndürülmüş, dönüştürülmüştür. Böyle yapılmaktadır çünkü onun/onların “kendi ekonomisinin” doğru işlemesi buna bağlıdır!!

Yani ABD emperyalizmi ve kapitalizm’den söz ediyorum!

Böylece de dünya ekonomileri değil, ekonomi ilminin kendisi bizzat iflas etmiş, ettirilmiş durumdadır.

Öyle ki, tamamen ekonomi ilmine ters bir şekilde, üretmek değil, sürekli tüketmek empoze edilmekte, teşvik edilmekte, hergün daha fazla ve artan oranda bir tüketici ordusu yaratılmaya çalışılmaktadır.  Ve o en  temel ekonomi ilmi yasası, üreteceğizdir ki tüketedebilelim kuralı, “tüketeceksin ki üreteyim” şekline büründürülmüş olmaktadır.

Yani bir anlamda da insanı tüketmeye dönüştürülmüş;  varlıkları, var olan herşeyi tükettirmeye dönüşmüş olmaktadır.

Artık gerçek şudur ki, ekonomi “gelir üzerine” değil, BORÇ üzerine yürütülmektedir!!

Ve sürekli bir şekilde de kendilerinin dışında herkes, herşey, her ülke ve doğal olarak da her birey borçlandırılmaya, bir tüketici ordusu dahi değil aslında, BİR BORÇLULAR ORDUSU-GÜRUHU oluşturulmaya çalışılmaktadır…

Görüyoruz ve yaşamaktayız da bunu zaten, kredi almalar dahi ne kadar kolaylaştı… hatta kredi alın diye insanların peşinde koşturmaktadır bankalar… hem de en sıradan her insanın bile, hiç öyle kredilibiteye filan da bakılmaksızın, neredeyse “0” faizle bile hatta… YETER Kİ KREDİ AL, YETER Kİ BORÇLAN!!  Ve yine şu meşum kredi kartı çılgınlıkları…  Keza yine çılgınlık boyutunda reklam, rekabet oyunları ve özendirme-merak-doyumsuzluk-yetinememe duygusu gibi  “insanların zaaflarını kullanma” marifetleri… Veya yine çılgınca, hiç elzem olmadığı halde, lüks tüketim malları, kalite değil marka çılgınlıkları, olmasa da olur tarzı arzların ortalığı doldurması, ya da şu hibrit tohumlar vs.ler gibi daha nicesi.

En son, okullarda kıyafet serbestisi tanınması dahi (başka yan nedenleri de vardır tabii ama) “esas olarak” bu kapsamdadır yine, dikkatinizi çekerim. Yeterki bir masraf kalemi daha çıksın insanlara. Yarışsın insanlar, çocuklar birbirleriyle, her gün aynı şeyi giymesin, çeşit çeşit giyilsin, çeşit çeşit alınsın, harcansın, tüketilsin… az maaş alsın emeklin, memurun, işçin, diğer taraftan da tükkettir ki, gelirler aşılsın, borçlansın insanlar!

Bunların detaylarına hiç girmiyorum bile, zira tükettirmenin, borçlandırmanın, üretim yollarını kesmenin ve dahi mevcut varlıkları-potansiyelleri bile yok etmenin de, iğdiş etmenin de pek çok yolu vardır nitekim.  Ama bunların hiçbiri de “normal” ve ekonomi prensiplerine “uygun” değildir! Ya da o sınırlar, o kurallar dahilinde gerçekleşmemektedir bugün artık. Ve bizi daha ihya etmek, bizi daha sağlıklı, mutlu ve mamur, daha ferah ve refah içinde yaşatmak için değildir!!

Nitekim öyle olmamaktadır da zaten, giderek geriye düşmekteyizdir.

Geriye düşmeyende ise, tümüyle SAHTE ve GEÇİCİ bir ihya oluş, bir “ZAN”, bir “sanrı”, bir yanılsama halidir bu. Bu hal  içindedir bugün artık ülkeler ve toplumlar ve dahi bireyler de tabii, ne yazık.

Borcun dahi, bir raconu, ekonomi disiplininde bir sınır aralığı ve koşulları vardır.

Evet, “kredi” de bir ekonomik gerçekliktir, bir yoldur ama, onun da prensibi zaten  bu defa da gelecek belli bir “dönemsel GELİR”inle sınırlıdır yine. Gelirin yoksa, sistemi döndürecek “üretimin”, kazancın, kârın, yani senin de bir “ARZ”ın yoksa, veya zaten azsa-zaten yeterli değilse, onu ödeyemeyeceksin ve borçlu konumun devam edecek, kaçınılmaz olarak da bu durum artık bir süreklilik kazanmış olacaktır da! Yani olması gerekene değil, olmaması gerekene süreklilik kazandırılmış olacaktır.

Ne kadar çok “borçlu” yaratılırsa, o kadar da kendilerine “mahkûm” olacağızdır; Onlara “mecbur” olacağızdır! Elimizi kolumuzu, herşeyimizi, tüm varlığımızı, özgürlüğümüzü,  geleceğimizi, onurumuzu onlara kaptırmış olacağızdır. Tam bir sefillik ve sefalet hali.

İstenen ve hedeflenen de budur zaten!

Tipik bir ve çok basit bir “tefecilik” zihniyeti yani!

Yoksa ekonomi falan değildir bunun adı.

Kendileri içindir ekonomi, bizim için değil.

 

Bir feodal ideal..!

Bir ağalık, şeyhlik, efendilik  ile, onların köylüleri, işçileri, müridleri, “köleleri” zihniyeti.

Onun için, bunun bilincinde olarak, bizler, her bir birey olarak, ülke yönetimlerimizin sürdürdükleri, yürüttükleri ekonomik ve siyasal politikalara müdahale edemez durumdayızdır belki ama, her birimiz pek alâ bu oyuna gelmeyip, bu safsatalara kanmayarak, bu hayali, sanrılı, yanılgılı hallere kapılmayarak, bizler de böylesi bir furyaya kendimizi kaptırmayarak, tüketim çılgınlıklarına rağbet etmemeyi başarabiliriz, başarmalıyız da.  En azından bu yolla dahi, birer sosyal varlık olarak, ki sosyal denen şey de zaten "biz" olduğumuza göre, hiç olmazsa  sosyal politikalara müdahale edebiliriz. Etmeliyizdir. Zira çok şükür ki bu özgürlüğümüz hala daha mevcuttur da!!

İpin ucu kaçmadan, hala daha vaktimiz var ve iş işten henüz daha geçmemişken, ipin ucunu yakalamalı ve sıkı sıkı tutmalıyız. İpin diğer ucu onlara kaçmış zaten, bari diğer ucunu siz tutun. Onu da kaçırmanın alemi yoktur. Tutun, asılın sıkı sıkı, ipi hepten kaptırmanın var mıdır bir mantığı? Bırakın ekonomi ilmini, akıl dahi bunu emreder zaten insana.

Zira, BİZLER bunu başardıkça da, onlar emellerine zaten ulaşamayacaktırlar da!

Milletimden ve her bir insandan, insanımdan, HALKIMDAN bunu rica ediyorum, kanmasınlar bu durumlara. Aysınlar lütfen bu gerçeğe. Ve bu gerçeğe göre hareket etsinler, başarsınlar, başarmalıyız  bunu lütfen.

Sanıldığı gibi elle gelen düğün bayram olmuyor, olmazdır da ne yazık ki.

Ama bir elin nesi var, iki elin sesi vardır da.

Ve borç yiyen kesesinden yer, kendinden, kendi “varlığından” yer sadece… Bu da bir atasözümüzdür  ve boşuna dememişlerdir, zira ekonominin de zaten yine temel prensiplerindendir de.

Evet, borç yiyen, kendinden, kendi "var"lığından yer sadece. “Var” mısınızdır, “yok” mu… veya “hiç” misinizdir? Çünkü birer hiç değilsinizdir, değilizdir hiç birimiz, biliniz.

Varsınızdır, varızdır… varlığımızı, var olduğumuzu göstermeli, hissettirmeliyizdir. İpimizi onlara kaptırmamalı, ipimizi kurtarmalıyızdır. İp ki, benliğimizdir, bizizdir; refahımız, huzurumuz, özgürlüğümüz, onurumuzdur... tokluğumuz, geleceğimizdir zaten.

Dilerim SİZLERE ULAŞABİLMİŞ, anlatabilmişimdir;

Sevgilerimle…

 

Filiz Alev

29.11.”12

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..