Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Ekonomi tetikçiliği

Ekonomi tetikçiliği
 

"Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu vardır. Birisi kılıçla, diğeri borçla." John Adams - 1735-1826

"Biz Ekonomik Tetikçiler, bu küresel imparatorluğun yaratılmasının gerçek sorumlularıyız. Ve işimizi pek çok değişik şekilde yaparız."

John Perkins
Chas. T. Main şirketi eski Şef Ekonomisti
Bir Ekonomi Tetikçisinin İtiraflarının yazarı

Ekonomi Tetikçisi kimdir? "Ekonomi Tetikçiliği" kapitalist sistemin ortaya çıkardığı yepyeni ve çok çok önemli bir "profesyonel meslek" dalıdır. Zengin ülkeler (Türkiye gibi) fakir ülkelere "Ekonomi Tetikçisi" gönderiyor. Ekonomi tetikçileri "uzman olarak" ülke sorunlarını inceliyor. Raporlar hazırlıyor, projeler geliştiriyor. Bu projelerin bir an önce yapılması gerektiğine kamuoyunu ve hükümetleri inandırıyor. Sonra da bu projeleri hangi firmaların yapabileceğini, hangi kuruluşların kredi verebileceğini söylüyor...Ü lkenin gündeminde olmayan, önceliği olmayan projeler, öncelikli işler haline geliyor. Ülkeler teklif edilen kredileri (bir fırsat, bir nimet imişçesine) kabul ediyor. Sonuçta ülke, kendi önceliği olmayan projeler yüzünden büyük borçlar altına giriyor. Borçlanan ülke "Ekonomi Tetikçisi"ni yollayan zengin ülkeye "bağımlı" duruma geliyor. İşte o çizgiden sonra devreye zengin ülkenin politikacıları giriyor. "Bağımlı ülkeyi" istedikleri biçimde kullanıyor. (Güngör Uras, 16 Kasım 2005, Milliyet Gazetesi)

Ekonomi Tetikçilerinin en ço kullandığı yöntem şu şekilde işliyor. Petrol gibi doğal kaynakları olan bir ülke belirleniyor. Daha sonra Dünya Bankası ya da onun kardeş kurumlarından (IMF gibi) biri kanalıyla o ülke için çok büyük krediler ayarlanıyor. Ancak para asla o ülkeye gitmiyor. O ülkede zaten var olan, daha önceleri oraya yerleşmiş ve büyük altyapılar kuracak olan şirketlerin kasasına giriyor. Enerji santralleri, sanayi bölgeleri, limanlar... Uluslararası iş yapan büyük Amerikan şirketleri ve bunların yanısıra o ülkedeki bir kaç zenginin yararlanacağı şeyler. Bu yapılanlar çoğunluğun faydalanacağı şeyler değildir ama tüm ülke halkı bu borcun altına girer. Bu öylesine büyük bir borçtur ki geri ödeyemezler, ve işte planın bir parçası da budur. Borcun Geri Ödenememesi!

Ardından, ekonomik tetikçiler gidip onlara: "Dinleyin, bize bir sürü borcunuz var ve bu borcu ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın. Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin -Irak gibi-veya bir dahaki Birleşmiş Milletler seçiminde bizimle oy verin" denir ki, böylece o ülkeye ait elektrik santralleri özelleştirilsin, suları, altyapı sistemlerini özelleştirilsin, bunlar ABD'li veya diğer çokuluslu şirketlere satabilsin.

Ekonomi Tetikçileri bir ülkeyi borca sokarlar ve bu öylesine büyük bir borçtur ki, geri ödenemez!

Ardından borçlarını ödeyebilmeleri için yeniden borç almaları teklif edilir ve daha fazla faizle ödemeleri istenir. Bu sefer yeni borçlar vermek için yönetimin veya durumun iyileştirilmesi olarak adlandırılan bazı şartlar öne sürülür... Bu durum artık o ülkenin kaynaklarının satılmasıyla sonuçlanacaktır. Buna pek çok sosyal hizmet ve kamu şirketi de dahil olacaktır. Kimi zaman okul sistemleri, adli sistemleri, sigorta sistemleri yabancı şirketlere satılır. Bu, ikili - üçlü - dörtlü bir darbedir!

Çeşitli ülkelerde Ekonomi Tetikçilerinin başarılı faaliyetleri olmuştur. Bunlardan en etkili olanları İran, Guatemala, Ekvador, Panama, Venezuela ve Irak'ta yaşananlardır.

İran - 1953

Ekonomik Tetikçi'lerin ortaya çıkışı, 50'lerin başında Muhammed Musaddık'ın İran'da demokratik olarak seçilmesiyle başladı. Musaddık Ortadoğu ve tüm dünyada demokrasi için umut olarak addedildi. Time dergisi onu yılın adamı seçti.

Ancak Musaddık'ın yapmaya çalıştığı politikalardan biri şuydu; yabancı petrol şirketlerinin İranlılara petrol için bir sürü para ödemesiydi ve bunun sonucunda İranlılar kendi petrollerinden kar sağlayacaklardı. Elbette ki bu politika süper güçler tarafından beğenilmedi. Onlar için garip bir politikaydı.

ABD CIA ajanı Kermit Roosevelt'i İran'a gönderdi. Kermit birkaç milyon dolarla gitti, çok ama çok etkili ve becerikliydi, kısa bir süre sonra Musaddık’ı devirdi. Onun yerine petrolü sorun yapmayacak olan İran Şahı'nın getirilmesini sağladı. Durum gerçekten de çok etkileyiciydi. İran'da ayaklanma başladı. İnsanlar Tahran'a yürüyorlardı. Subaylar, Musaddık’ın teslim olduğunu ve diktatörlük rejiminin sona erdiğini bağırıyordu. Şah'ın resimleri sokaklarda gezdirilerek duygular tersine çevrildi. ABD'de ise, insanlar birbirlerine bakıp Vay! Bu hem ucuz hem de kolay bir iş oldu dediler. Bu da ülkeleri yönlendirerek bir imparatorluk yaratmak için kullanılmaya başlayan yepyeni bir yöntem oldu.

Roosevelt'in tek problemi CIA ajanı kimliği taşımasıydı. Eğer yakalansaydı, sonuçları çok ciddi olabilirdi. O noktada hızla, özel danışmanlar kullanılmasına karar verildi. Parayı Dünya Bankası, IMF veya benzer diğer şirketler kanalıyla, ekonomi tetikçileri vasıtasıyla getirttiler. Böylece, eğer yakalanırlarsa, kesinlikle ABD hükümetiyle bağlantılı oldukları anlaşılamayacaktı.

Guatemala - 1954

Arbenz, Guatemala'nın başkanı olduğunda ülke neredeyse tamamıyla United Fruit Şirketi'nin ve büyük uluslararası şirketlerin elleri arasındaydı. Arbenz geldi ve dedi ki: "Biliyorsunuz, biz topraklarımızı insanlarımıza vermek istiyoruz."

Başa geçince, tam olarak yapmak istediklerini uygulamaya başladı, toprakları insanlarına geri verdi. United Fruit bundan hiç hoşlanmadı, bir halkla ilişkiler şirketi kiraladılar, ABD halkına, basınına ve kongresine yönelik Arbenz'in bir Sovyet kuklası olduğunu söyleyen büyük bir kampanya başlattılar. Bu kampanyayla insanları, eğer Arbenz'in orada kalmasına izin verilirse, Guatemala'nın Sovyetlerin bu yarımküreye ayak basacağı yer olduğuna inandırdılar. Bu noktada, herkesin aklına kızıl terör, komünist terör korkusu yerleştirildi. Kısa kesersek, bu halka ilişkiler kampanyası, sonuçta, CIA ve ABD ordusunun üzerine bu adamın devrilmesi gerekliliği görevini yükledi.

Ve yapıldı. Uçaklar yollandı, askerler yollandı, casuslar yollandı. Abenz'i devirmek için gereken her şey gönderildi ve en sonunda devrildi. O yönetimden uzaklaşır uzaklaşmaz, yerine gelen, her şeyi uluslar arası şirketlere göre eski haline getirdi. United Fruit da bunların arasındaydı.

Ekvator - 1981

Ekvator, yıllarca ABD destekli diktatörlerce yönetildi. Genelde çok zorbaydılar.

Daha sonra gerçek bir demokratik seçim yapılmasına karar verildi. Jaime Roldos başkanlığa aday oldu ve esas amacı, söylediğine göre, eğer başkan olursa, Ekvator'un kaynaklarının, insanlarına yardım için kullanılacağıydı. Ve seçimleri kazandı! İnanılmazdı. Ekvator'da daha önce kimsenin alamadığı kadar çok oyla kazandı. Kendi politikasını uygulamaya başladı. Petrolden gelen karların insanlara yardım için kullanılması konusunda çok titizdi.

Tabii ki... ABD'de bu adamı hiç sevilmedi. Pek çok Ekonomik Tetikçiden biri olarak Roldos'u değiştirmek üzere gidenlerden biri de John Perkins (Confession of An Economic Hit Man - Bir Ekonomik Tetikçi'nin İtirafları isimli çok satan kitabın yazarı) idi. Ona rüşvet vermek, yola getirmek için. "Tamam, sen ve ailen çok zengin olursunuz, eğer oyunu bizim kurallarımıza göre oynarsanız. Ama söz verdiğin politikaları uygulamazsan, hiç istemezsin ama, gitmen gerekir."

Jaime Roldos John Perkins'i dinlemedi...

Suikaste kurban gitti...

Uçağı düşer düşmez, bölge kordon altına alındı. Olay mahalline sadece yakın bir merkezden gelen ABD askerleri ve bazı Ekvator'lu askerler alındı. Soruşturma açıldığında, 2 önemli görgü tanığı, ifadeleri alınamadan bir araba kazasında öldüler. Jaime Roldos'un öldürülmesiyle ilgili pek ama pek çok garip şey vardı.

Jaime Roldos suikaste kurban gitmişti.

Çünkü yozlaştırılamamıştı.

Buna asla izin vermemişti.

Panama - 1981

Panama Başkanı Omar Torrijos çok karizmatik biriydi. Ülkesine gerçekten yardım etmek istiyordu. John Perkins O'na rüşvet vermeye çalıştığında, ya da yozlaştırmaya çalıştığında :

"Bak John - bana Juanito derdi - Bak Juanito, paraya ihtiyacım yok. İstediğim tek şey ülkeme adil şekilde davranılması. ABD ülkemde gerçekleştirdiği tahribat nedeniyle insanlarıma karşı olan borcunu ödemelidir. Ben öyle bir yerdeyim ki, diğer Latin Amerika ülkelerinin de kendi bağımsızlıklarını kazanmaları ve kuzeyden gelen bu korkunç varlığa karşı özgürlüklerini ilan edebilmeleri için lazımım. Sizin insanlarınız bizi öyle kötü şekilde sömürüyor ki...Panama Kanalı'nın artık Panamalıların eline geçme zamanı geldi. İstediğim bu. Bu nedenle beni rahat bırak, bana rüşvet vermeye çalışıp durma."

Mayıs 1981'de, Ekvator'da Jaime Roldos suikaste kurban gitti. Omar durumun farkındaydı. Torrijos, ailesini topladı ve dedi ki: "Muhtemelen sıradaki benim ama önemli değil, çünkü ben yapmak için geldiğim şeyi yaptım.Kanalı geri aldım. Kanal artık bizim ellerimizde."

Jimmy Carter ile müzakereleri yeni bitirmişti. Aynı yılın Haziran ayında, sadece bir ay sonra, bir uçak kazası geçirdi. Hiç şüphesiz ki bu kaza CIA'in casusları tarafından gerçekleştirilmişti. Torrijos'un korumalarından birinin uçağa binmeden evvel bir kayıt cihazı verdiğine dair çok fazla delil vardı. Küçük ama içinde bomba olan bir kayıt cihazı.

Venezüella - 2002

Ekonomik Tetikçilerin her geçen gün daha da becerikli olmasının yanısıra, bu sistemin senelerdir benzer şekilde devam etmesi hakikaten ilginçti ki, bir süre önce Venezüella olay oldu. 1998 yılında, Hugo Chavez başkan seçildi, ülkenin ekonomisi yıllardır çok kötü bir durumdaydı. Ve Chavez tüm bunların tam ortasında başkan seçildi. ABD'nin karşısına dikilerek Venezüella petrolünün Venezüellalıların yararına kullanılması gerektiğini söyledi. Ama böyle şeyler ABD de sevilmez. 2002 yılında, bir darbe girişiminde bulunuldu. Hiç şüphesiz ki bunun arkasında CIA vardı. Bu darbe girişimi Kermit Roosevelt'in İran'da yaptığının bir yansıması gibiydi. İnsanlara sokaklara çıkmaları için para ödendi... İsyan için, protesto için, Chavez'in istenmediğini söylemeleri için. Eğer, birkaç bin kişinin bunu yapması sağlanabilirse, televizyon bunu bütün ülke çapındaymış gibi gösterebilir ve olaylar mantar gibi yayılabilir. Ama Chavez'e karşı bu başarılı olmadı, çok akıllıydı ve halkı ondan yanaydı.

Irak – 2003

Irak, sistemin nasıl çalıştığını göstermek açısından mükemmel bir örnektir.

Ekonomik Tetikçiler, savunmanın en ön sıralarında yer alırlar. İlk onlar gönderilir. Hükümetlerin kokuşmasını sağlamaya çalışırlar ve sonra onlara sahip olmak için büyük borçları kabul etmelerini sağlarlar. Eğer başarısız olurlarsa, Panama'da, Ekvator'da olduğu gibi bozulmak istemeyenler olursa, savunmanın ikinci hattı olan casuslar devreye girer. Bu casuslar ya hükümeti devirirler ya da suikast düzenlerler. Bir kez bu başarıldıktan ve yeni hükümet geldikten sonra süper gücün istedikleri yapılır, çünkü yeni gelenler eskilerin başına ne geldiğini bilirler. Irak'ta ilk iki seçenek de başarısız oldu Ekonomik Tetikçi Saddam Hüseyin'i etkileyemedi.

Çok çabaladı.

Ona Suudi Arabistan'daki kraliyet ailesine önerilenlerin hepsini önerdi ama kabul etmedi. Böylece casuslar onu indirmeye gittiler. Ama casuslar da başaramadılar. Güvenlik önlemleri çok iyiydi. Saddam Hüseyin, zamanında bir kez CIA için çalışmıştı. Daha önceki Irak başkanına suikast yapılması için kiralanmıştı. Başarısız olmuştu, ama sistemi iyi biliyordu. Bu nedenle 1991'de asker gönderildi ve Irak ordusunu etkisiz hale getirildi. Saddam'ın pes edeceği sanılıyordu.

ABD istese Saddam'ı o zaman etkisiz hale getirebilirdi ama bunu yapmayı istemedi. Çünkü O ABD'nin sevdiği cinsten güçlü bir adamdı. Kendi insanlarını kontrol edebiliyordu.

Ekonomik Tetikçileri 90'larda başarılı olamadılar. Eğer başarılı olsalardı, hala ülkesini yönetiyor olurdu. Ona istediği tüm savaş jetlerini satılıyor, istediği her şey veriliyor olurdu ama başarılı olamadılar. Casuslar da onunla başa çıkamadılar ve bir kez daha askerler devreye sokuldu. Ama bir bahane lazımdı. 11 Eylül olayları tamamen bu iş için kurgulanmıştı. Bu kez işi tamamlanarak Saddam devre dışı bıraktık.

Çok karlı imar anlaşmaları yapıldı.

Ne de olsa paramparça edilen bir ülkenin yeniden yapılandırılması gerekiyor.

Bu hakikaten de iyi bir iş olmuştu, özellikle de büyük inşaat şirketleriniz varsa.

Anlaşılacağı gibi Irak'ta üç aşama da uygulandı:

Ekonomik Tetikçiler başarısız oldu, casuslar da başarısız oldu ve son önlem olarak ordu ülkeye girdi.

İşte bu yöntemlerle bir imparatorluk yaratıldı, her şey çok kurnazca, gizli kapaklı yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Geçmişin bütün imparatorlukları askeri güç kullanarak kurulmuş ve genişlemişlerdir. Herkes onların bunu askeri güç kullanarak yaptıklarını bilir. İngilizler bilir, Fransızlar, Almanlar, Romalılar ve Yunanlılar... Ve hepsi de bununla gurur duyarlar. Her zaman kendilerine göre gerekçeleri olmuştu, medeniyeti yaymak, dini yaymak, buna benzer şeyler..Onların halkları her zaman bunu nasıl yaptıklarını biliyorlardı. Ama ABD'deki insanların büyük çoğunluğunun, gizli kapaklı işler çeviren bir imparatorluğun sağladığı refahla yaşadıkları konusunda en ufak bir fikri bile yoktur.

Günümüzde kölelik geçmişte olduğundan çok daha fazla. Kendinize şunu sorabilirsiniz, eğer bir imparatorluk varsa, imparator kim? Çok açıktır ki, ABD başkanları imparator değildir. İmparatorlar sınırlı sürelerde görev yapmak için seçilmezler, kimseye karşı sorumlulukları yoktur, kimseye hesap vermek zorunda değillerdir. Bu nedenle ABD başkanlarını bu sınıflamaya alamayız.

Ancak, dünyanın imparatorları diyebileceğimiz şey şirketokrasi'dir.

Şirketokrasi, en büyük şirketleri yönetenlerden oluşur. Ve onlar imparatorlar gibidir. Doğrudan satın alarak ya da reklam yoluyla medyayı kontrol ederler. Seçim kampanyalarını destekleyerek politikacıların çoğunu kontrol ederler. Bunu şirketlerle veya bu şirketlerden elde ettikleri gelirle yaparlar.

Seçilmediklerinden kimseye karşı sorumlulukları yoktur, kimseye rapor vermezler ve şirketokrasinin başındakilerin özel bir şirket için mi, yoksa hükümet için mi çalıştığını asla bilemezsiniz çünkü hep yer değiştirirler.

Bunlar, bir bakarsınız Halliburton gibi çok büyük bir inşaat şirketinin yöneticisidir, bir bakarsınız ABD Başkan Yardımcısı'dır. Ya da petrol işinden gelen başkandır. Bu, yönetimde ister Demoktratlar ister Cumhuriyetçiler olsun geçerlidir. Bu durum döner kapılar gibidir. Bir anlamda, hükümet genellikle hayalidir, ve politikalar bir düzeyden diğer düzeye şirketler tarafından yönlendirilir.

Hükümet politikaları şirketokrasi tarafından üretilir, bu üretilen politikalar hükümete sunulur ve yeni hükümet politikaları halini alır. İnanılmaz boyutta gizli ilişkiler yaşanır. Bu, komplo teorisi gibi bir şey değildir.

Bu insanlar bir takım senaryolar oluşturmak için bir araya gelmezler. Hepsi tek bir varsayımdan hareket ederler: Toplum ve çevre için neye mal olursa olsun, en yüksek kazançları elde edebilmek...

Borç, rüşvet ve politik tehditlerin kullanıldığı bu şirketokrasi yönlendirmesi sürecine biz "Küreselleşme" diyoruz. Federal Rezerv Bankası'nın ABD halkını sürekli borç, enflasyon ve faizlerle köleliğe mahkum ettiği gibi, Dünya Bankası ve IMF de bu işlemi küresel düzeyde yaparlar.

Temel düzenek basittir: Bir ülkeyi kendi içinde bölerek borç batağına sürüklersiniz, ya da o ülkenin liderini yozlaştırırsınız, daha sonra onları şartlara uymaya zorlarsınız veya birazdan okuyacağınız bazı yapısal iyileştirme politikalarını uygulatırsınız.

Devalüasyon

Paranın değeri düşünce, o ülkedeki her şeyin değeri düşer. Bu yerel kaynakların yağmacı ülkeler karşısındaki değerini de düşürür. Sosyal programlarda büyük kesintilere gidilir, Bu kesintiler genellikle eğitim ve sağlık alanında yapılır.

Toplumdaki bütünlük ve varlık sömürüye açık hale getirilir.

Kamu kurumlarının özelleştirilmesi.

Bunun anlamı sosyal açıdan önemli kurumların gelir getirmeleri amacıyla, yabancı şirketler tarafından satın alınmaları ve düzenlenmeleridir. Örneğin, 1999'da Dünya Bankası, Bolivya hükümetine, 3. büyük şehrinin su sistemlerini ABD şirketi Bechtel'e devretmesi konusunda ısrarcı olmuştu. Devir gerçekleştikten sonra fakir halka ait fatura bedelleri roket gibi yükseldi. İnsanlar öylesine isyan ettiler ki, sonunda Bechtel'le yapılan anlaşma iptal edildi.

Ardından sıra ticaretin liberalleştirilmesine gelir.

Diğer bir deyişle ülke ekonomisini yabancıların istilasından koruyan sınırlamaların kaldırılmasına. Bu, ülke ekonomisini bozan bir dizi girişime olanak sağlar. Örneğin, ulus ötesi şirketlerin kendi seri üretim ürünlerini ülkeye getirebilmelerinin önü açılır. Böylece ülkenin yerel üretimi baltalanır ve yerel ekonomiler çökertilir. Buna en iyi örnek Jamaika'dır. Dünya Bankası'nın kredilerini ve koşullarını kabul ettikten sonra, batıdan ithal edilenlerle rekabet edebilmek için en büyük ürün pazarını kaybetmiştir. Jamaika'da bugün çiftçilerinin çoğu, büyük şirketlerle rekabet edemediği için işsiz durumdadır.

Bir diğeri ise, dikkate değer bulunmayan, dayatılmış ekonomik zorluklardan yararlanan şarlatan, üçkağıtçı fabrikaların üremesidir. Buna ek olarak, üretimdeki fiyat serbestisi nedeniyle, çevresel yıkım kaçınılmazdır. Ülkenin kaynakları duyarsız şirketlerce sömürülür, ve geriye çevre kirliliği kalır.

Dünyanın en büyük çevre davalarından biri, 30 binden fazla Ekvatorlu ve Amazonlunun eski Texaco şirketine açtığı davadır. Daha sonra Texaco, Chevron tarafından satın alınmıştır ama dava Texaco'nun yaptığı işlere yönelik olarak devam etmektedir. Şirketin bu bölgeye, Exxon-Valdes tankerinin Alaska'ya bıraktığından 18 kat daha fazla atık bıraktığı tahmin edilmektedir. Bu olay bir hata değildi. Petrol şirketleri bilinçli olarak yapmışlardı; daha fazla kar etmek için uygun atık yöntemlerini kullanmamışlardı.

Dahası, Dünya Bankası'nın verimlilik kayıtlarına şöyle bir göz atarsak, kuruluş amacı fakir ülkelerin gelişmesi ve fakirliğin azaltılması olduğu halde, fakirlik ve gelir dengesizliklerini arttırırken şirket karlarını da yükselttiğini görürüz. 1960'da dünyanın en zengin beş ülkesinin gelirlerinin, en fakir beş ülkenin gelirlerine oranı 30'a 1'di. 1998'de bu oran 74'e 1 oldu. 1970-1985 arasında Küresel Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) % 40 artarken, dünyadaki yoksulluk % 17 artmıştır. 1985'ten 2000'e günde 1 dolardan az gelirle yaşayan insan sayısı % 18 artmıştır.

ABD Kongresi Birleşik Ekonomi Komitesi bile, Dünya Bankası projelerinin başarı oranının ancak % 40'ı bulabildiğini kabul etmiştir. Dünya Bankası, 1960'ların sonunda Ekvator'a büyük krediler vermişti. Geçtiğimiz 30 yılda Ekvator'daki fakirlik oranı % 50'den % 70'e çıkmıştır. Aynı dönemde işsizlik % 15'ten % 70'e fırlamıştır. 240 milyon dolar olan ulusal borç 16 milyar doları bulmuş, kaynaklardan fakirlere ayrılan oran % 20'den % 6'ya düşmüştür. Sonuçta 2000 yılı itibariyle, Ekvator, ulusal bütçesinin % 50'sini borçlarını ödemeye ayırmak zorunda kalmıştır.

Dünya Bankası'nın aslında bir ABD bankası olduğu ve ABD'nin çıkarlarını desteklediği gerçeği artık kabul edilmelidir. Dünya Bankası'nın en büyük kaynak sağlayıcısı olduğu için, ABD'nin alınan kararları veto etme yetkisi vardır.

Peki ABD bu parayı nereden buluyor? Kısmi Rezerv Sistemiyle yoktan var ediyor. Yıllık Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYİH) göre dünyanın en iyi 100 ekonomisinin, 51 tanesi şirketlerdir. Bu 51 şirketten 47'si ABD kökenlidir. Walmart, General Motors ve Exxon gibi şirketler, Suudi Arabistan, Polonya, Norveç, Güney Afrika, Finlandiya, Endonezya ve benzer ülkelerden ekonomik olarak daha güçlüdürler. Ve artık ticari koruma kalkanları da kaldırıldığından, para birimleri bir arada çalkalanmakta ve uluslararası pazarda manipule edilmekte, ABD'li ekonomiler küresel kapitalizmi kendi lehine çevirmekte ve böylece imparatorluk daha da büyümektedir.

Komplo teorisi olarak esgeçtiğimiz çoğu olayları derinlemesine incelediğimizde birer gerçek olarak karşımıza çıktığınız görüyoruz. Dünya, büyük bir sahne ve içinde oynanan oyunlar çok büyük ve alabildiğince acımasız. Dönen oyunları ne kadar çok iyi bilirsek millet olarak o kadar uyanık oluruz düşüncesindeyim.

 
Toplam blog
: 8
: 1016
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Mersin Anamur, 1976 doğumluyum. Erciyes Ünviersitesi Endüstri Mühendisliği mezunuyum ve özel bir ..