Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '18

 
Kategori
Güncel
 

İthal Tüketime Elveda!

İthal Tüketime Elveda!
 

Doğrusu ekonomiyle ilgili sözler söylemek için daha yetkin olmak lazım o sebeple sözlerim ekonomist olmadığım için dikkate alınmasa da olur lakin yine de kendi öngörülerimi yazsam ne olur diye düşünmeden kendimi alamıyorum.

Gerçi Türkiye’nin en büyük ekonomik krizleri çıktığında kurumların başında ekonomi profesörleri, uzmanlar, çift doktoralı profesörler vardı ama yine de krizler oldu ve Türkiye sürekli yapısal reformlara zorlanarak bugünlere gelindi.

 Normalde küçük şeylerin şansla gerçekleşebileceğine inanırken, büyük olayların ciddi bir organizasyon, emek, çalışma ve bilgiyle olması gerektiğine inanırım. Burada ana fikir olarak; “belki küçük şeyler şansla olabilir lakin büyük şeyler asla” benim bu konudaki fikirlerimin temellendirdiğim inanışlarımdan birisidir.

Türkiye’de büyük patlama 2008 yılında başladı. O yıllarda ne olmuş diye bakarken dikkatimi çeken bir şey oldu ki bu da aslında ABD’de FED 2007 yılında dolara 4.25 civarında faiz uygularken, tam tamına bir yıl içinde 0.25’e düşürmüş! Bu ne demektir; bu basitçe şu anlama gelir. ABD dolarının değeri düşer. Dolar birikimi olan fonlar daha fazla kar edecekleri piyasalara ülkelere yönelirler. Yönelmeleri gerekir. Dolar düştüğü için herkes ABD mallarını satın alabilir hale gelir.  Şimdi anlıyoruz ki Türkiye aslında 2008 yılından sonra düşük dolar kurunun yarattığı rahatlamadan faydalandı-faydalanamadı.

Neden faydalanmadı?

Çünkü 2000’li yıllarda ve öncesinde ithal edildiği takdirde pahalı gelen hemen her şeyi düşük dolar kurundan dolayı Türkiye’de imal etmek, Uzakdoğu’ya göre çok pahalı geldiği için yerli üretim ithalata kaydı. Yerli imalatta üretim altyapısı kurmanın zor ve adetli satış yapılmadığı zaman kar edilmesi mümkün olmayan tüm sektörlerden Türkiye’deki imalatçılar çıkmak zorunda kaldı. Bu durum üretimin öncelliği ilkesine göre; basit imalatları yapmadan basit zor üretime geçilme ilkesini yok etti. Aslında onlarca yıldır Türkiye’ye dayatılan montaj sanayi ile devam edildi. Biliyorsunuz ki montaj sanayi makyajlı ithalatın adıdır ve çoğunlukla sıfır bilimsel bilgi ile yapılabilir ve günümüzde robotlar insanlara göre hatasız montaj yapabildikleri için çok yakın bir zamanda insan montaj sanayiden tamamen çıkabilir. (Eğitimdeki kötü gidişin bir de bu şekilde okunması gerekir. Montaj sanayide çalışacak bir ülkenin gençlerinin pek de bir şey bilmeleri gerekmeyebilir. Zira seri üretimde birçoğunun yapacağı bir bilemediniz iki vida sıkmaktan ibaret kalacaktır. İki vida sıkma yeteneği edinen kimseye usta denemeyeceğine göre, çok fazla para vermeye de gerek yok.)

Türkiye gelen paralar ve öncesine göre kısmen ucuz kredilerden ve bir türlü artmayan dolar ve ufak oranlarda da olsa kendi maaşındaki artışlarla alım gücü yükseldi. Burada alım gücünden kasıt yine eskiden alamadığı ancak fiyatları artmadığı için zamanla daha kolay alabilir hale geldiği ithal mallara sahip olarak, başka ülkelerin fabrikalarının çarklarını biraz daha hızlı çalıştırma rolüne katkı sağladı.

Ucuz kredilerle insanlar arabadan, tüketim malzemelerinden sonra eve, konuta yöneldiler. Eskiden bir ev bir araba Türk insanın hayaliyken, az veya çok, çoğu insan bir veya iki ev sahibi oldu; Türkiye’de imalat pahalı olduğundan evin imalat girdileri olan çimentodan demire hemen hemen işçilik ve arsa haricinde her şeyin ana maddesinin girdisi veya tamamı yabancı firmaların tekelinde olduğundan dolar ve euro’daki kurlar düşükken fark edilmedi ancak kurlar yükselince Türkiye’de konut abartısının bir kazanç olmayabileceğini görebilmek gerekir. Şu anda birçok şehirde bir milyona yaklaşan fiyatlarla ev satılmaya çalışılıyor. Halbuki çoğu insan halihazırda evi olmasına rağmen prestij veya diğer nedenlerden ötürü söz konusu paraları gözünü kırpmadan veriyor. İnşaat sektöründe ciddi karlar ile bir anda çoğunluğu az bir eğitimle zorunlu olarak başlanan meslek erbaplarının ciddi paralar kazanmalarına neden olurken bu durum eğitimlilerin kendilerini daha da değersiz hissetmelerine neden oldu. Çoğu insan esas uzmanlık alanları başka alanlar olmasına rağmen yüksek karlar vadeden söz konusu sektöre girdiler. Çünkü bir milyon sermayesi olan bir kişi yılda bir milyon liradan fazla para kazanabildi ve Türkiye’deki, şovmenler, futbolcular ve Fatih Terim gibi teknik direktörler hariç, resmi olarak kazanılacak yani bordroya yansıyacak bir rakam değildi. Süper kazançlar elde eden yapsatçıların, müteahhitlerin hepsi bir araya gelse Ali Ağaoğlu’nun araba koleksiyonundaki bir arabanın imalatını gerçekleştiremezler. Nitekim yerli araba konusunda devletimizin uzunca bir süre yatırımcı aradığını hatırlıyoruz.

Bir evden sonraki alınan her ev yatırıma gidecek paranın betona gömülmesi manasına gelir. Kolay kazanç uman, geleceği garantilemenin yolu zanneden bizler alınan her evin alındıktan hemen sonra önce ikinci el, sonra trend dışı yani modaya uygun olmadığı için değerinin düşeceğini, betonun ve demirin de bir ömrü olduğu, tüm bunlar olmasa bile genç kuşaklarına iş arayan bir ülkenin parayı beton yatırıp sonra işsizliği düşürmek için kara kara düşünen hatalı kararlar verdiğimizi bize göstermesi bakımından eşsiz bir tecrübe oldu. İnşallah sonuçları hayırlı olur.

O halde biz ülke olarak ne yaptık? Destansı savaşlar verdik, şehirler kadar şehitler verdik. Aslında biz ne yaptık.

Yani yol yapıp araba aldık, daha da çok araba satılmasını sağladık. Yabancıların fabrikalarının vardiyaları arttı, karları arttı. Parça satan kazandı, yol yapan kazandı, asfalt yapan kazandı. Üretimden gelen bilgisini arttıran ülkeler kazançlı çıkarken biz montaj sanayide büyüdük.

Büyük olan şehirleri daha da büyüterek diğer şehirleri boşalttık. Boşalan şehirlerden gelen insanlar büyük şehirlerde kaosa neden oldu. İstanbul’da Ordu’da yaşayanlardan daha fazla Ordulu, Kastamonulu, Sivaslı, Giresunlu, Rizeli var.

Tarihi Anadolu şehirleri İstanbul ve Ankara’daki bir semt kadar ehemmiyetli hale geldi. Göç bu şekilde artmaya devam ettiği takdirde Istıranca Ormanlarından çıkan su da yetmeyecek gelecekte Fırat ve Dicle’den devasa pompalarla İstanbul’a su pompalar hale gelebiliriz.

Şehitler vererek savunduğumuz şehirlerimizi ekonomik savaşlara, plansızlığımıza, öngörüsüzlüğümüze yenik düşüp kaybedeceğiz. Sarıkamış’ı, Kars ve çevresi örnek olarak verilebilir.

Yanlış anlamalara mahal vermemek için temel prensipleri ortaya koymakta fayda var. Öncelikle bir insan aç olduğu için borç alabilir. Bu durum zaruridir. Yani aç bir insanın çoluk çocuğunu doyurması için borç alması normaldir ayıplanamaz.

Buna mukabil diğer borçlanma şekilleri;

*     Hiçbir geliri olmadığı, kullanma talimatında yazılı hiçbir özelliğe ihtiyaç duymadığı halde en son model cep telefonunu almak için alınan borç.

*     Köylünün et veya süt almak için borç alması ile inek almak için borçlanması aynı şey değildir.

*     Aynı şekilde unluk buğday almak için borç almak, tohumluk buğday satın almak için alınan borç da birbirinden farklıdır.

*     Ev almak için alınan borç ile iş kurmak için alınan borç da farklıdır.

*     Gezmek için kullanılacak bir araba için alınan borç ile işte kullanılacak bir araba alımı için borçlanmak farklı şeylerdir.

Mevzuu daha da çok uzatılabilir. Bir ülkenin dışarıdan fazla şeye ihtiyaç duymaksızın geleceği düşünerek yatırımlar yapması gerekir. Toplumun da buna göre dizayn edilmesi yönlendirilmesi gerekir. Traktör, traktör lastiği imal etmeyen, petrolü olmayan bir ülkede her köylünün yeterince toprağı yoksa traktör satın alması, lüks hatta israftır. Toplumu yönlendiren aydınların kanaat önderlerinin, liderlerin her bireyin traktör almamasını nasihat edebilirler. Siyasi olarak da ortaklıkları teşvik ederler. Bu bile bir adımdır. Ülke parası ve en nihayetinde ortak emek dışarıya gitmez, ülkede kalır. Bu dahi bir kazançtır.

Ülke sanayisi birbirini destekler kurumlar şeklinde dizayn edilebilir. Kazan-kazan ortaklığı, kıran kırana rekabetten iyidir. Sektörler arası dayanışma kültürü inşası önemlidir. Bunu yapmalı, paranın her daim yurtiçinde kalmasını sağlamalıyız. Aksi toplumumuzu için yıkıcı sonuçlara götürür.

2007 yılında yüzde 4.25 olan FED faizleri 2008 yüzde 0.25’e çekti. Ülkemize bol para geldi. Gelen paralar bizim karakaşımız kara gözümüze gelmediler elbette. Ülkemizde dolara daha iyi bir kazanç sağlıyordu. Görülen o ki biz o paralarla bilime teknolojiye ağır sanayiye, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi için kullanmamışız. Tarım ve hayvancılık sektöründe çalışanların sayılarının her geçen gün düşmesi bunu gösteriyor.

2016 yılından itibaren FED faiz artırmaya başladı, kademeli olarak 0,50, 0,75-1, 1-1.25, 1,25-1,50, 1,50-1,75 aralığına geldi. FED dolara faizi 2007 seviyesine çektiğinde şüphesiz gelişmekte olan tüm ülkeler gibi Türkiye de sıkıntı çekebilir. Bu sıkıntılar;

Lüks tüketim, ithal mal kullanmayı zenginleşme zanneden birçoklarına ağır bir darbe olacak, yurtiçine gelen dolarları, ucuz dolardan dolayı tekrar tüketim için yurtdışına gönderen Türkiye kalıcı zenginliğin kendi üretiminden birlik beraberlik ve sektörler arası dayanışmadan geçtiğini hatırlamak, uygulamaya sokmak zorundadır.

Avcının ustası avının kılığına en ustalıkla girebilendir.

Hayvanlar âlemini tanımayan birisi, çığlıklar atan bir kedinin, eline aldığı postu yerden yere çalan bir ayının yaptıklarını genellikle yanlış algılar. Hâlbuki gerçek göründüğünden çok farklıdır.

Dünyanın en saçma fikri dahi olsa dışarıdan saldırıya uğradıkça, içeridekiler savunma içgüdüsüyle fikre sarılırlar. Yekvücut olurlar ve fikri eleştirmeye kimse cesaret edemez. Bu fikrin gücünden değil, fikrin takipçilerinin algıladıkları tehdit dolayısıyladır. Normal şartlarda birçok insan için protein kaynağı olan inek başka bir kültürde başka manalara bürünse de inek, inektir. Sonuçta;

ABD malları piyasada bağımlılık oluştururken, düşük dolardan dolayı ABD mallarına sahip olabilme zenginliği gibi yapay bir zenginliğin tadını alan halklar “üretemediğin sürece senin değildir” anlayışını düstur edinmedikleri sürece tuzağa düşmeleri olasılık dâhilindedir. Şu anda birçok insan bu tuzağa Türkiye düştü mü diye düşünüyor.

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..