Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

El değmeyen sıcacık haberler

Hava sıcaklığı mevsim sıcaklığının üzerinde olur da gündem hiç altta kalır mı? Yurtta ve dünyada yaşanan sıcak gelişmeler saat başı bizlere sunuluyor hem de dumanı üzerinde. “Taze bunlar! Soğumadan alın güzel ablalar, yakışıklı ağabeyler! 

İzninizle size bir şey sormak istiyorum “Haberlerin başına geçtiğinizde üzerinize garip bir tedirginlik çöküyor mu yoksa bu sadece bana mahsus bir şey mi?” Size de mi oluyor. Oh be! Rahatlattınız vallahi beni! 

Gelelim haber saatlerine. Koltuğumuza kuruluyoruz ve kumandamızı ekrana doğru alelacele tutuyoruz. Biliyoruz ki mutlaka bir yerlerde bir şeyler oldu. Zaten olmasa adı da haber olmazdı ya neyse biz devam edelim. 

Yüzümüze, doktora tahlil sonuçlarımızı uzattığımızdaki tedirgin ruh halimiz ciddi ciddi yerleşiyor. 

“Doktor Bey pardon adını ne koydunuz?” 

“Anlayamadım! Neyin adı?” 

“Şey hastalığımın adı! Korkulacak bir şey var mı?” 

“Önemli bir şey yok, ilaçlarınızı düzgün kullanırsanız bir şeyiniz kalmaz.” 

Bu haber nasıl da iyi gelir insana. Önce “şükür yarabbim” dersiniz. Ardından hayata kaldığınız yerden devam etmek için sabırsızlanırsınız. Ama şu haberleri sonuna kadar dinleyip de şükredeniniz var mı? Şahsen ben çok mutsuz oluyorum. Hatta başıma ve mideme ağrılar giriyor. Bazen de kaslarım da seğirmeler meydana geliyor. 

Spikerler istediği kadar saç ve yüz bakımı yaptırsınlar ellerindeki haberlerin kasvetinden midir nedir yas evinden sesleniyor gibiler karşımızda. Birbiri ardına dizilmiş haberleri izlerken her defasında “Aman Allah’ım!” diyorsunuz “Dünya felç, çözümler kangren, uzlaşma yolları tıkalı, önümüzde koca koca taşlar, kanamaya devam eden ve bir türlü kapanmayan yaralar. Hey doktor! Pardon sayın spiker yoksa topluca ölüyor muyuz ne? Hiç umut yok mu? Şans faktörü falan, bilet milet alsak yok yok öbür dünya için değil burası için!" 

Sıcağı sıcağına önümüze sunulan haberler elimizi olmasa da içimizi öyle bir yakıyor ki. Kimine inanmak istemiyoruz. Şu meşhur “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” atasözü kafamızı karıştırıyor. Soru işaretlerinin çengeli asılıyor yüzümüze. Sonra “Yok canım. Olmaz, olamaz hatta olmamalı” diyoruz yüksek sesle. Her gün bir yaşımıza daha giriyoruz. Vakitli vakitsiz büyüyoruz hayretlerimizle, acılarımızla. “Erken bunama” değil bizi “erken büyüme” yaşlandırıyor. 

En çok da şehit haberleri kor bir ateş gibi düşüyor içimize. "Bu son olur inşallah!" temennilerimizle şehitlerimizi uğruna canlarını koydukları, nöbet tuttukları toprağımıza defnediyoruz. Gözyaşlarımızın yarısı dışarı yarısı içine akarken başımızı dik tutuyoruz. "Şehitler Ölmez! diyoruz en güçlü sesimizle. "Sınırları damarlarındaki asil kanla çizilmiş bir ülkenin vatandaşı olarak “ O sınırlar kolay elde edilmedi ki, kolay silinsin" diyor mücadeleci yanımız. 

Şiddet, cinnet, ihanet ne bu Allah’ım yardım et. Hele tecavüz! Faillerinin derisini yüz! Yakalanıp götürülürken hepsi saklıyor yüzsüz yüzlerini kirli parmaklarının arkasına. 

Halk olarak tabi ki haklı olarak insana daha doğrusu insanlığa yakışmayan bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin cezalarını çekmesini istiyoruz. 

Teknolojinin altın çağını yaşadığı bir dönemde dünya üzerinde hala açlık ve sefalet çekenlerin bulunduğunu bilmek de üzüyor bizi. Uygarlık nasıl bir güneş ki bir yerlerde hep doğuyor bir yerlerde hep batıyor. 

Kararan içimizi acaba ne ağartabilir ki? Ben en iyisi yazımı bir köşeye bırakıp şöyle güzel bir müzik açayım. Hatta bir de bayram şekeri yiyeyim. Oh be dünya varmış! Siz de alır mıydınız? 

Aysel AKSÜMER 

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..