Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '16

 
Kategori
Doğa Sporları
 

Elbrus faaliyeti gerçeği

Elbrus faaliyeti gerçeği
 

Uzun yıllar doğa sporuna olan emek ve ilgimi dağcılık ve kaya tırmanışıyla birlikte sürdürmekteyim. Ülkem dağlarının önemli birçok dağını çıktım. Yurt dışında ise ; Matterhorn, Mont Blanc, Jungfrau, Peak Lenin, Khan Tengri, Demavent, Ağrı, Elbrus, Kazbek, Kilimanjaro, Whissechijen... Bunlar yüksek irtifa dağlarının bir başlangıcı niteliğindedir. Üçbin metreden sonra kişilerde aklimitizasyon sorunu yaşanıyor. Siz istediğiniz kadar sağlıklı ya da kondisyonlu olun irtifaya bünyeniz uyum sağlamadımı çıkamazsınız. Akciğer ya da beyin ödemi oluşarak hayatınızı riske edersiniz. Bu sporun sadece bir tırmanış değil aynı zamanda teknik yeterlilik ve belli bir tecrübe gerektiren yönü vardır. Sırf spor olarak da algılamamak lazım; monoton kent yaşamından sıyrılıp doğa ve insan sevgisine açılan bir kapıdır. Her ne kadar özünde dağcılık bireysel olsa da bir ekip çalışmasında paylaşım ve dayanışma on plana çıkmaktadır. Seyircisi ve alkışlayanı yoktur. Aslında dağın rotasındaki ilerleyişin ya da mücadelen kendi iç derinliklerine yaptığın bir yolculuktur.
 
Gelelim Elbrus Dağı maceramıza. O yıl, yani 2006. Temmuz ayının başları. Zirveye kadar geçen süreç. Zirve dönüşü kopan fırtına. Mahsur kalışımız. Bir buz mağarasında kurtarılmayı bekleyişimiz. Kurtulmak için çabalarımız. Biz dağdan daha inmeden ülkemde basında yeralmamız...
 
Beşi bayan olan toplam onbir kişi İstanbul' dan uçakla Rusya' ya uçarken halen bir takım belirsizlikler kafamızı kurcalıyordu. Aksaray'daki bir tür ajentasının yaklaşık iki aydır netleştiremediği(ulaşım, konaklama, vize, rehber) tedirginlikle yola koyulmuştuk. Aslında ajentanın da bir suçu yoktu. Gideceğimiz yörenin jeopolitik yapısı buna etkendi. Gideceğimiz Nalçık kenti ve Terskol kasabası Gürcistan'a yakın yerleşim yerleri idi. Ve Çeçenlerle sürdürülen Rusların savaşımı bu bölgede hakimdi.. O zamanki Rusya Federasyonu'na bağlı olan Kabardino-Balkarya Özerk Cumhuriyeti'ne idi yolculuğumuz. Birde görsel ve yazılı yayımdan edilen bilgiye göre bir okuldaki çocukların toplu ölümü bu bölgede gerçekleştirilmişti. Bu sebeplerden askeriye işi sıkı tutuyor, kontrollere ağırlık veriyor(ki beş saatlik kara yolculuğumuzda neredeyse yarım saatte bir çevirme vardı), şüphelendiği kişi/leri(vizen dahi olsa) geri çevirebiliyordu.
 
İşte bu kulaktan dolma karın ağrıları ile Nalçık Havalimanı'na indiğimizde hava kararmış zayıf projektör ışıkları altında kontrollerimiz yapılıyordu. Bilgisayarı bırakın memur masalarında daktilo bile yoktu. Kağıt ve kalemlerle habire yazılıp çiziliyorduk. Bizler şüpheli bir hal ve hareket sergilememek için habire birbirimizi uyarıp duruyor saygıda kusur yapmamaya özen gösteriyorduk. Yine duyumlarımıza göre keyfi olarak limanda bir iki gün bekleterek kişileri direk içeri almadan gönderebiliyorlarmış. İlerleyen saatlerde bizim işimiz bitmiş lakin çantalarımıza kavuşamamıştık. Artık bekleme salonunda bizden başka kimse kalmamıştı.
Derken elinde kulübümüzün adını yazan bir karton tabela ile içeriye dilini bilmediğimiz bir yabancı bize yaklaştı. Allah'tan içimizde bir arkadaşımız iyi derecedeki Ruşçası ile tercüme etti. Bizi karşılamaya gelen bu zat ajentamızın rezervasyon yaptırdığı otelin bir çalışanıydı. Lakin gitmek ne mümkün; çantalarımız farklı bir bölgeye taşınmış, oraya da araçsız gidemezsin. Neyse ki otel personelinin aracıyla büyük bir depoya giderek ıslanmış(?!) olan çantalarımıza kavuştuk./ kavuşamadık. Çünkü çantaların fotoları çekilecekmiş. Çektirdik. Ama durun biri tek tek çantaların boşaltılıp sahibiyle de fotolarının çekilmesi gerektiğini söyledi. Uzun namlulu silahların altında sıkıysa itiraz et. Böyle bir dumura anlam veremeyen bizler tüm sempatikliğimizle fotolara gülümsemeye çalışıyorduk. Bir yandanda acaba birşey mi istiyor/ima etmeye çalışıyorlardı. Sonra kendileri mi ne sıkıldı yarımıza bu işkenceyi çektirmeden vazgeçtiler. Bizde geceye doğru apar topar otelimize yerleştik. Tam rahat bir nefes alacaktık ki sırtımdaki bir sizıyla irkildim. Aynada gördüğüm şey gerçek olamazdı. Elimle yokladım. Bu yarısı vücuduma girmiş olan bir keneydi. Kene mi !? Bunu gören oda arkadaşımı şoktan uyandırıp hemen yardım çağırmasını söyledim. Odaya giren arkadaşlarımın şaşkın ve korku dolu bakışlarını dağıtmak için sakin olmaya çalışıyordum. Ekipte pratisyen hekim olan Muazzez hemen keneyi sağa sola oynatarak çıkarmaya çalıştı. İmkanı yok çıkartamıyoruz. Sonunda kenenin bir kısmı elimizde kaldı. Kalan kısmı da Muazzez temizledi. Lakin halen içinde birşeyler olabilir endişesiyle İbrahim kolları sıvadı. Artık sırtımda neler yaptığını merak etmiyordum. Beni düşündüren kene koparken kustu mu ve nerden kaptım? Birgün önce Ballıkayalarda kamp atmıştık acep ordan mı? Yoksa pek de hijyenik olmayan yırtık pırtık koltukların arasında yuvalanan uçaktan mı? Eğer İstanbul'dansa rahat nefes alabilirdim. Bildiğim kadarıyla Kırım-Kongo kenesi iç Anadolu'da görülmekte idi. Ama ya öyle değilse!!! Beni yavaş yavaş bir korku aldı. Etkinlik yatacak ona mı yanayım, canı canan gidiyor ona mı yanayım. İbrahim'in sesiyle kendime geldim "tamam ağbi, kıl kökünü bile çıkardım". Yüzünde muzip bir çocuğun ışıltıları vardı. Eğer ateş, işhal ya da vücuttaki herhangi bir değişiklikte hemen Türkiyeye dönecektik. İlk on gün önemli idi. Gerçi tedavisi yok deniyor. Ya bünye sağlam olacak, bağışıklık kazanacak yahut da.. Neyse yorgunluktan uyuya kalmışım. Uyandığımda henüz bir anormallik yoktu. Otel kapısında bize tahsis edilen minübüsle yola koyulduk.
 
Uzun bir yolculuktan sonra teleferiklerin bulunduğu yere geldik. Bir pansiyona yerleştik. Akşam yemeğinden sonra şarkı, türkü keyfini yaşayıp uyuduk.
Ertesi gün ilk iş teleferikle yükselmek oldu. Sonra ana kampımızı 3800m. kurduk. Doğrusu manzara müthişti. Elbruz tüm heybetiyle önümüzde duruyordu. Bir devenin hörgücü gibiydi. Sağda küçük doğu Elbruz, solda bizim tırmanacağımız büyük batı Elbruz. Çok dik görünmeyen bu dağ aslında geniş platolara sahipti. Bu da epey yürüyeceğimizin işaratı idi. Bizim Aladağlar silsilesinin daha da geniş bir konumuna sahipti Dik ve teknik dağlar çepeçevre bizi sarmıştı. Hele arasıra ortaya çıkan sis bölgeyi daha da gizemli kılıyordu. Açık ve güneşli havada bu dağ gayet(irtifası dışında) kolaydı. Fakat değişken havası çok tehlikeli olabiliyordu. Hele iki ay önce ki facia hala hafızalarımızda idi. 10 Mayıs 2006'daki 11 dağcının ölümü korkunçtu. Hava bir anda bozmuş. Sığınacak bir yer bulamamışlar ve donarak ölmüşlerdi. 2002'bir dağcımızda(Ali Kemal Kepenek) zirve yapmış, dönüşte rahatsızlanarak hayatını kaybetmişti.
 
Dört çadırımız vardı. Benim(Sönmez Erkaya) kaldığım çadırda Ahmet Çiğdem ve Mehtap Tok vardı. Erhan Pekmen(ekip sorumlusu)-İbrahim Akçay(ekip lideri) ve Muazzez Özçelik bir çadırda, Selda Üstündağ-İsmet İnan-İlknur Bayrak bir çadırda, Mitat Şener ve Ergün Tüfekçi diğer bir çadırdaydı. Ocaklarımızda akşam yemeğini halledip erkenden yattık.
 
4200m.deki ikinci kamp yerimize yola çıktığımızda(5 Temmuz) hava çok güzeldi. Zirveden dönenler, aklimitizasyon çıkışı yapanlar, kayakçılar, yerli yabancı kafileler cıvıl cıvıldı. Biz biraz daha yükselip suyun bulunduğu 4300m.de kampımızı attık. Daha sonra aklimitizasyon çıkışı için dağın hemen eteğindeki son kayalıklara doğru yürüyüşe geçtik. Yolda zirveden dönen bir grupla karşılaştık. 12 saattir(gidiş-dönüş) yürüyorlardı. Kampımıza geri döndüğümüzde ekip liderimiz gece 3'te hareket edeceğimizi söyledi. Lakin gecenin havanın bozmasıyla bir gün erteledik. İyi de oldu. Hepimizin başı ağrıyordu. Bir anda bu kadar yükselmek dağa uyumu zorlaştırmıştı. Hem uyum sağladık hem de dinlendik.
 
07 Temmuz sabahı(saat 04)'te yola koyulduğumuzda hava şişli, hafif rüzgarlı idi. Görüş mesafesi 40m.kadardı. Beklediğimiz rehber de sanırım hava şartından dolayı gelmemişti. İlerleyen saatlerde yol üstünde oturmakta olan tur kayaklı bir Amerikalı dağcı ile karşılaştık. O da takıldı peşimize. Buzul ve buzul çatlakları ile karşılaşınca İbo, Erhan ve ben ipe girerek ekibe kılavuzluk ettik. Bir müddet sonra hepimiz iki ayrı ipe girdik. Doğrusu İbo'nun yön tayini bayağı kuvvetli idi. O siste işaret çubuklarını iyi buluyordu. Zirveye yaklaştıkça ekip ağırlaştı. Özellikle Mehtap ilerlemekte zorluk çekiyordu. Faaliyetin başından beri yiyin için, bol bol sıvı alın dememize rağmen bu arkadaşlarca ihmal edilmiş, şimdi de takatsızlikten ilerlenemiyordu. Mehtab'ı bırakıp dönüşte alırız dediysekte ısrarla gelmek istemesi karşısında zirveye ulaştık. Ama ne rüzgar. Bir poz çektirebilen kaçıyor. Dönüşte Mehtap oturdu kaldı. İki kişi koluna girip süratle indirmeye başladık. İki dağın arasına indiğimizde hava bozdu. Mehtap tıtriyor ve artık yürüyemiyor. Hemen bivak ve uyku tulumuna sokarak ısıtmaya çalıştık. Ekip durdu. Erhan ve Ergün yok. Meğersem Ergün da rahatsızlanmış, Erhan girmiş koluna. Lakin yoğunlaşan sisten bize ulaşamıyorlar. Ben en arkada kalarak Erhan'ın sesini duyunca, ses tayini ile yerimizi belirledim. Derken Amerikalı tur kayaklarını takip gideyim dedi. On metre sonra olduğu yere düştü kaldı, dermansızlıktan. İşte tam bu esnada bir anda sisin dağılmasıyla ilerde 3-4 dağcı gördük. Hemen yanımıza geldiler. İçlerinden Rus olan hemen bize sığınacak bir yer buldu. Elindeki kar küreği ile doğal bir kar mağarasının kapanan ağzını açarak hemen içeri girmemizi sağladı. Birde bize ocak bıraktı. Geçtiğimiz Mayıs ayında ölen yabancı dağcılar bu sığınağı bulamadıkları için tipi altında can vermişlerdi. Zaten tükenen enerjimizle Mehtab'ı kar mağarasına çekmek bayağı güç oldu. Sonra Ergün ve Amerikalıyı da yanımıza alarak mağaranın içine doluştuk. Bize yardımcı olan dağcılar hemen arama-kurtarmaya haber vereceklerini söyleyip uzaklaştılar. Artık hava iyice kararmış ve dışarıda tipi olanca hışmıyla esiyor, bu da bizim birbirimize iyice kenetlenmemizi sağlıyordu. Mağara dediğimiz oturarak durabildiğin oniki kişinin zorlukla durabildiği bir yerdi. Hele Ahmetle benim uzandığım yer tabutluk gibiydi. Bırak doğrulmaya kafayı kontrolsüz kaldırdınmı buz kütlesine çarpıyordun. Alt kısım kar üst kısım buz. Yanımızda getirdiğimiz bivaklara girerek sabahı beklemeye başladık. Tabii nefeslerimizden ısınan buz şu damlası olarak herbir yanımıza damlıyor.
 
Sabah olduğunda fırtına yine devam. Geceyarısı bir ara kesilmiş ama yarın gideriz diye kimse yerinden kımıldamadı. Baktık havanın düzeleceği yok. Var gücümüzle inişe geçelim denildi. Ben buna katılmadım. Çünkü tipinin ne olduğunu geçmiş tecrübelerimden çok iyi biliyordum. Belki birkaç kişi inmeyi başarırdı. Ama yolda tökezleyecek olanın bu sonu olurdu. Lakin yiyecek ve suyumuz bitmiş. Bir deneyelim dedik. Beş altı metre ancak ilereleyebildik. Yeniden kendimizi mağaraya attık. Benim göreteks mont bile üstümde döndü kaldı. Artık bekleyecektik, gece durulursa fırtına, gece ilerleyecektik. Böyle kara kara düşünürken çok uzaklardan sanki bir ıslık duyar gibi olduk. Bir daha duyunca kurtarıcılarımızın geldiğini anladık. Bize sıcak çay verip çikolata dağıttılar. Mehtap'ı kızağa bağlayarak, bizleri de aralarına alarak yola koyulduk. Beş altı kişilerdi. Yanlarında getirdikleri işaret çubukları ile ilerliyorduk. Hava yumuşamış fakat sis yoğunluğu devam ediyordu. İçimizde çantası ağır olanları sırtlandılar. Yaklaşık iki üç saat sonra çadırlarımız göründü. Meğerse asağıda hava güzelmiş. Kıyamet yukarda kopuyordu. Kurtarmacılar belli noktalarda bizlere katılıp süratle iniyorduk. Gece yarısı olmuş ve Mehtap'ı çoktan indirmişlerdi. Bizse bozulan teleferiğin kurbanı olduk.
 
Otelimize ulaştığımızda zoraki yemek yiyebiliyorduk. Mideler küçülmüştü. Bizden beş kuruş dahi almayan arama-kurtarmacı arkadaşları şükranla yad ediyorduk. Ertesi gün (09 Temmuz) uçağımızla Türkiye'ye dönerken hafif bir yorgunluk ve bazı önyargıların kırılmışlığı vardı. Dünyanın neresinde olursa olsun gerçek dağcılar duruşuyla tavrıyla kendini ortaya koyuyor. Ha bu arada bizim kene olayını arkadaşlar hatırlatmasa unutmuştum. Demek ki İstanbul Ballıkayalar dan getirdim ki bir tehlikesi yoktu. Yoksa bağışıklık mı kazandım ne? Öyle ya bir defa atlattınmı artık diğerleri etkisiz kalıyormuş. Yok hayır tırmanışta bir lakabimiz var, Wantuz diye. Şimdi kene adam diyecekler ona yanıyorum ,')
Tüm ekip arkadaşlarımı canı gönülden tebrik ediyorum...
 
Sönmez Erkaya (Wantuz)
 
Toplam blog
: 7
: 872
Kayıt tarihi
: 06.03.10
 
 

Uzun yıllardır dağcılık ve kaya tırmanışını birlikte sürdürmekte. Ülkenin hemen hemen tüm dağları..